İstanbul’a nereden gelmiştiniz?

Biz, İstanbul’a Adana’dan gelmiştik.

Adanalısınız, bazı insanlar,
sizi Urfalılara da benzetiyorlar mıydı?

Bizi daha çok Araplara benzetiyorlardı. İstanbul’a geldiğimizde, yaşadığımız muhitte, ağabeyim isim yapmıştı. Arap Celal diye anılır olmuştu. Bana da Arap derlerdi, bazıları. Yeşilçam’a ilk adım atmış olduğum yıllarda da, bana Arap diye hitap edenler çok oluyordu. Yeşilçam denilen yerde Arap, lakabım olmuştu. O zamanların meşhur kadın oyuncularından, Cahide Sonku beni sever sayardı. O da bana Arap diye hitap ederdi.

İlk olarak tanıştığınız,
meşhur kişi kim olmuştu?

Bugün tam, net olarak hatırlayamıyorum, Alman harbinin yakın olduğu günlerdeydi. Fırınlardan gevrek alıp sattığım zamanlardı. İlk olarak tanıştığım ünlü ile karşılaşmamız o zamanlar olmuştu. Rahmetli annem beni çarşıya bir şey almaya göndermişti. Yaşlı bir adam kenarda oturmuş, saz çalıp türkü söylüyordu. İçten ve çok güzel söylüyordu. Akşam olana kadar ona bakarak seyre dalmıştım. Akşam yüzünü gösterirken yaşlı adam sazını elinden bırakmıştı. Ama gözlerini olduğu yere sabitleyerek, bana “Çocuk buraya gel dedi.” görmemesine rağmen beni hissetmesi ve çocuk olduğumu bilmesi beni biraz korkutmuştu. Benden, kahveden oğlunu çağırmamı istemişti. Oğlunu bulamayınca bastonundan güç alarak ayağa kalkıp onu Ulu Camiinin yanındaki Han’a götürmemi istemişti. Onu dinlerken yoluna devam eden bazı insanlar önündeki mendile on para, yirmi para, bir kuruş, yüz para ve ortası delik olan 2,5 kuruş atıyorlardı. Yaşlı adamı hana götürdüğümde, bana yanındaki büyük poğaçalardan vermek istedi. Çok ısrar etti. Ama almadım. Beni severek teşekkür etti. Altında hayvanların, üstünde insanların kaldığı bu han yoldan geçenler için, konaklama yeriydi. Sonradan, Aşık Veysel olduğunu anladığım yaşlı adam da Tarsus’tan geçmekte olan bir yolcuydu benim gözümde. Sazı, beni çok etkilemişti. Ertesi gün, aynı vakitlerde bir gün önce, gördüğüm yere gittim, fakat ne yazık ki yoktu. Bir daha görüşebilme şansımız olmadı. Aşık Veysel, benim, benim başımı sıvazlayan ilk meşhur kişi olmuştu.

Sinema adamı olup ta, pek film seyretmeyi sevmeyenler de var. Siz çok film seyreder miydiniz, Eski yıllarda kendinizi geliştirmek adına?

Evet. Çok izlerdim. O zamanlarda, Taksim’den Tünel’e kadar bir sürü sinema vardı. Taksim Sineması, Ar Sineması, Lale, Alkazar, İpek ve Emek Sineması gibi. Rahmetli oyuncu arkadaşım, Suphi Kaner bu konuda epey bilgi sahibiydi. Bana tavsiyelerde bulunurdu. Yüksekokul ya da üniversite okuyamadım ama benim okulum, üniversitem bu sinemalardı. Çok şey öğrenmiştim onlardan. Görmediğim film yok dersem yalan olmaz. Hatta bir ara film isimleri bularak para kazanmaya başlamıştım. İnsanların benden gelerek isim konusunda tavsiye istemeleriyle bu işi ticarete dökmeye karar verdim. Bir fiyat belirlemiştim ve bana getirilen senaryolara bakarak, onlara bazı isimler veriyordum. Beğenmezlerse daha başka isimler veriyordum. Bu şekilde kendime ayrı bir gelir kapısı daha açmış oluyordum.

Eski yıllarda, o zamanlar sinema önlerinde, sinema afişlerine baktığınızda, bir gün bu afişlerde benim ismim de geçecek diye hayal kurduğunuz oluyor muydu hiç?

Evet, oluyordu. Zorlu mücadeleler, sonucunda, sinemanın bağrı olan, İstanbul’a gelmiştim. Hayallerimi gerçekleştirecektim. İstanbul kapılarını açarak beni de içine alırken, bir gün bu büyük şehrin sinemalarında, benim filmlerimin oynatılacağını ve sinema afişlerinde ismimin de yazılacağını derinden hissediyordum.

Sinema ciddi uğraş isteyen bir alan. Sinemaya resimli edebiyat diyenler de var. Senaryo yazarı ve yönetmen olarak ta çalışmalarınız var. Üniversite okumadığınız için kaygıya kapıldığınız oldu mu?

Evet oldu. Üniversite okuyamadığım için, alt yapımı doldurmak istiyordum. Rus klasikleri, Fransız klasikleri ve Amerikan edebiyatı ile ilgili kitapları çok okudum. Yönetmen Metin Erksan’ın kütüphanesinden çok faydalanıyordum. Paranın alamayacağı eserlere sahipti rahmetli, Metin Erksan. Sürekli okuyor öğreniyordum. Yönetmenliğe heveslendiğim için boş ve mahcup olmamak için epey çabaladım. Ayrıca, ağabeyim, küçükken tutku halinde “Sherlock Holmes ve Nat Pinkerton” çizgi romanlarını okuyordu. Okuduklarını bana verir, hemen yerine yenilerini alırdı. Bana verdiklerini bende merakla okurdum.

Rahmetli Ayhan Işık ile arkadaşlığınız ve ortak çalışmanız oldu mu?

Evet. Arkadaşlığımız oldu. İyi bir arkadaşımızdı. Allah rahmet eylesin. “Üsküdar İskelesi” filminden sonra “Otobüs Yolcuları” gibi bir çok ortak çalışmamız olmuştu rahmetli ile. Altmış ihtilalinden sonra ki dönem Ayhan Işık için parlama dönemiydi. Yılmaz Güney, Göksel Arsoy gibi oyuncular çok tanınan isimler olsa da, Ayhan Işık’ın ismine kimse gölge düşüremiyordu. Çünkü Ayhan Işık, artık Türk sinemasının Taçsız Kral’ı diye anılıyordu.

Ayhan Işık Amerika’ya film çekmek için gitti mi? O günleri çok iyi bilen birisi olarak işin doğrusunu sizden dinleyelim.

Evet. İhtilal zamanında Amerika’ya gitmişti. Amerika’ya Kayseri’den giden “Elia Kazan” isimli, Ermeni asıllı bir yönetmen vardı. Bu yönetmen Amerika’da meşhur bir yönetmendi. Ayhan Işık onun daveti üzerine Amerika’ya gitmişti.

Sizin sinemaya başladığınız yıllarda, en çok film çeken ülke hangisiydi?

O yıllarda Hindistan’da günde 250-300 film çekilmesine rağmen bizde bu rakam 50-60’larda kalıyordu, zamanla hızla çoğaldı ve 65 yıllarında 200’lere dayandı. Raj Kapoor’un, Hint Sinemasını geliştirmek için aldığı eğitim Hint Sinemasına büyük katkılarda bulunmuş ve dünyanın en çok film yapan sineması unvanını kazanmasını sağlamıştı.

O yıllarda, Dünya’da film çeken ülkeler arasında, en çok film çekenler arasında Türk Sineması nerelerdeydi, sıralama olarak?

O yıllarda, Türk Sineması da, 1951’den 1958’e kadar bir çok yapıma ev sahipliği yaparak, dünyada en çok film çekilen ülkeler arasında, Hindistan’ın hemen ardından gelerek, ikinci sırada yer almıştı.

Siz sinemaya başlarken figüran olarak da çalıştınız. O zamanlar figüranlar, filmlere nasıl alınıyordu?

O dönemlerde figüran ajansları yoktu. Yeşilçam’da hem figüran olarak hem kamera arkasında dirsek çürütmüş birkaç isim, belirli bir yazıhaneleri olmadığı halde, figüran avcılığı yaparlardı. Yeşilçam’a girmek isteyen kadın, erkek fark etmez, Faik Coşkun, Memduh Karakaş, Kasımpaşalı Niyazi Vanlı veya Nazmi Ülgen’i bulurdu. Başvuranların isimlerini ve adreslerini alır, ihtiyaç duyduklarında onları ararlardı. Bu işi bir ücret karşılığında yapıyorlardı. Daha sonra hepsinin yazıhaneleri olmuştu. Bu kişilerle tanışarak onların yardımcılığını yapmaya başlamıştım. Gelecek film için seçilen kişinin evine giderek sabah sette olması gerektiğini bildirirdim. Zamanla bunların içinden en sağlam olanın Pipo Nazmi diye de anılan Nazmi Ülgen olduğunu anlayarak, diğerlerinden uzaklaşarak onunla çalışmaya başlamıştım.