Koca çınar usta aktör Eşref Kolçak, “Türkiye sevdası milliyetçi bir insanım. Bütün mal varlığımı Mehmetçik Vakfı’na bırakacağım.”

- Oynadığınız rollerde işte Ben buyum dediğiniz bir rol oldu mu?

Ben hiçbir zaman tek tip rolde oynamadım. Hep değişik rollerde oynadım. Eşref Kolçak olmama sebep “Affet Beni Allah’ım” isimli film olmuştur.

- Sayın Cüneyt Arkın’ın İtalyan ve İranlılar ile sinemi alanında çalışmaları olmuştu. Bu ülkeler ile ortak yapım olan filmleri vardı. Sizin de yabancılar ile bu tür film çalışmalarınız olmuş muydu?

Olmadı. Rus filmciler gelmişti. Yönetmen benim de Ruslar ile ortaklaşa gerçekleştirilecek olan bu çalışmada, benim olmamı da istemiş. Fakat yapımcının işine gelmediği için gerçekleşemeden kaldı.

- Dram ağırlıklı filmlerdi çok başarılı olmuş bir aktör olarak, dram ağırlıklı rolü canlandırmak mı, yoksa komedi ağırlıklı rolü mü canlandırmak size göre daha zor?

Komedi, dramdan çok daha zordur. Önemli olan oynayabilmektir. Üstüne rolü yakıştırabilmektir. Rol oyuncunun üzerine oturmayan bir rol ise, o rolü oynamamalıdır. Arkadaşlara her zaman söylemişimdir; üstünüze oturmayan rolü oynamayın diye.

- Filmleriniz arasında yabancı ülkelerde çekilen filmleriniz oldu mu?

Evet, oldu. Kıbrıs’ta film çalışmamız olmuştu.

- Oyuncu olmanız için sizi yönlendirenler oldu mu?

Hayır, olmadı.

- Geçmişe bir özlem duyuyor musunuz? Mesela mesleğiniz açısından ilk çıkış yapmış olduğunuz yıllara?

Yok. Geçmişe özlem duymuyorum. Şikayetçi değilim. Yaşım 92’ye gelse de, hep iyimserim. Hayat devam ediyor. Ben her zaman geleceğe baktım. Geçmişe takılı kalmadım. Daha ne kadar yaşarız bilmiyorum. Takdir. Ben vefat ettiğimde, güzel ülkemizi seven bir Türkiye sevdalısı olarak, milliyetçi yönü olan ve örf, adetlerini benimseyen bir vatandaş olarak her şeyimi Mehmetçik Vakfı’na bırakacağım.

- Günümüz Türk Sineması’nı nasıl görüyorsunuz?

Dünyanın her yerinde insanlar kendi sinemalarını yaparlar. Günümüz Türk Sineması ise, Türk Sineması değil. Biz bu konuda diğer ülkelere bakarak şanslıyız. Her şeyden evvel, bizim binlerce sinema filmine konu olacak köklü, şanlı bir tarihimiz var. Seyircimiz bir filmi izlediğinde tarihinden ve kendinden bir parça bulmalı. Bunları bulamazsa, o filmi seyirci sevemez. Geleneklerini, aile yapısını, dostunu, düşmanını görmek ister. Günümüzde bir-iki yapım dışında güzel film yok. 40 yıl önce çektiğim bir filmi bile hala gelip anlatıyorlar. Benim bile unuttuğum, hatırlayamadığım ayrıntıları hatırlayabiliyorlar.

- Sizin döneminizin set ortamları nasıldı? Biraz bahseder misiniz?
Biz o dönemlerde işimizi hiçbir zaman aksatmazdık, sete geç gitmezdik. Bir tek şey aklımızdan çıkmazdı. Acaba paramızı alabilir miyiz? Ne yazık ki (!) o dönemde büyük yapımcı diye geçinen insanlar, şimdi bir-iki tanesi yaşıyor, diğerleri hayatta değil. Bu yapımcılar çok kişinin ahını aldılar. Bize para ödememek için ellerinden ne gelirse onu yapar çekinmezlerdi. 

- Siz oyunculara, para ödememek için neyi bahane ediyorlardı?

Hayatını sinemaya adamış oyuncularımızın çoğu açlık ve sefalet içine öldü. Büyük yapımcı denilen adamlar, ödeme yapıyoruz ama onlar tutmasını bilmiyorlar diye yalan söylüyorlardı. Fatih’teki evinden taşınırken bir çuval dolusu ödenmeyen senet kağıtlarını attım. Bana 10 bin lira verdiyse, yanına bir sıfır daha ekleyip devlete karşı sanki bize çok paralar ödemişler gibi kendilerini öyle gösteriyorlardı. Hakkımızı vermiyorlar, hakkımızı alamıyorduk. Ayrıca ödenmeyen paraların vergilerini de bizlere ödetmiş oluyorlardı.

- Setlere giderken de, sizlere karşı haksızlık oluyor muydu?

Olmaz olur mu? Kostümümüzü kendimiz yapıyorduk. Çoğu zaman setlere giderken bile kendi imkanlarımızla gidiyorduk. “Eşref Ağabey, yarın üç gömlek, iki ayakkabı hazırla” derlerdi. Fakat paran var mı, yok mu kimse sormaz. Her gün saat 08.30’da Yeni Emek Sineması’nın önüne gidip, servis beklerdik. 15 kişilik minibüse yönetmeninden oyuncusuna, figüranından, kameramanına kadar 25 kişi doluşup sete öyle giderdik. Bu durumlara hiç ağlanmazdık. Saat ve gün mefhumunu hiç düşünmezdik. Sürekli çalıştık. Tek isteğimiz hakkımızın verilmesiydi.

- O dönemlerde halk tarafından çok ilgi gören filmleriniz oldu mu?

Evet, çok var. Bunlardan aklıma ilk gelen filmi söyleyeyim. 1958’de “Bir Şoförün Gizli Defteri” adlı filmin başrolünü ben oynamıştım. Yönetmen Atıf Yılmaz’ın yönettiği filmde Kadir Savun ve Çolpan İlhan gibi oyuncularla kameri karşısına geçtim. Film çok beğenilerek ses getirdi ve büyük ilgi görmüştü. Türkiye’de o yıllarda neredeyse filmi izlemeyen kalmadı. O günlerde araba kullanırken kamyoncular yolumu sürekli keserlerdi. Ben buna alışmıştım. Şoförler kendi ehliyetlerine benden imza atmamı isterlerdi. Ben de onları hiç kırmaz, imza atardım. İnanır mısın? Hiç abartmadan söylüyorum, belki 10 binden fazla ehliyete imzamı atmıştım.

- Bugüne kadar birçok filmde rol aldınız, unutamadığınız hatıralarınız olmuştur. Aklınızdan çıkmayan birini anlatmanızı istersek, ne söylemek istersiniz?

Aklımda kalan hoş bir hatıramı anlatayım. “Beş Kardeştiler” diye bir film çekiyoruz. Ben bahriyeli rolündeydim. Çektiğimiz sahnede şilepten atlayacağım. Babam ve kardeşlerim sandalla gelip beni alacaklar. Mutluluk ile kavuşmanın sonucunda, mesut bir şekilde sandalla gözden kaybolacağız. Ben denize atladım, sonra şilep gitti. Kardeşlerimin bindiği sandal da beni almadan geçip gitti, Karadeniz’in ortasında kaldım. Daha sonra yardımcı arkadaşlar yokluğumu fark edip, beni almışlardı. Sırıl sıklam bir halde filmin yönetmeni Atıf Batıbek’in yanına gittim. Beni neden orada bıraktınız? Dedim. Çok hoş bir insandı ve hoş bir gülüşü vardı. Yine o tatlı gülüşüyle “Eşrefçiğim seni unuttum” dedi. Yeşilçam’da herkes birbirini seviyordu ve güzel günlerimiz olmuştu.

- Zaman zaman sinema filmlerinde tiyatro oyuncularının da oynadıklarını görüyoruz. Size göre tiyatro kökenliler mi, yoksa sinema kökenliler mi oyunculuk açısından daha başarılı?

1950’lere kadar sinema, şehir tiyatrolarının tekelindeydi. Tiyatroda istediğiniz gibi oynayabilirsiniz. Hatta bunu abartmaya mecbursunuz. Sinema bunu kabul etmez. Sinema doğaldır. Sinemada çok tabii olacaksın. Birbirine karıştırmayın. Tiyatro abartmak zorunda. Sinema ise bunu kabul etmiyor.

- Sizin filmlerinizde, dublajı kimler yapar, genelde kimler konuşurdu?

Abdurrahman Palay konuşurdu. Genelde daha çok Toran Karacaoğlu konuşurdu, filmlerimde. Allah rahmet eylesin. Oda yakında, geçtiğimiz günlerde rahmetli oldu.

- Kendi filmlerinizde hiç kendinizi konuştunuz mu?

Hayır. Kendi filmlerimde hiç kendimi konuşmadım. Bizim zamanımızda, oyuncular pek dublaj yapmazdı. Dublaj yapan oyuncular olsa bile parasını vermiyorlardı. Dışarıdan yapanlara dublaj parası veriyorlardı. Çok film çekildiği için, o zamanlarda, oyuncular açısından kendini konuşmak, zaman kaybı ve masraftı. Kendi paran ile dublaj için stüdyoya gitmen gerekiyordu. Bu da olacak iş değildi. Kendi cebinden hem para verecektin, hem de para almayacaktın. Bu da çoğu oyuncunun işine gelmeyen zaman ve masraf kaybından başka bir şey değildi.

- Size göre Türk Sineması en çok hangi ülkenin, sinemasından etkilenmiştir?

Hiç birinden, bizim zamanımızda, Türk sineması filmi yaptık. Şimdikileri Türk sineması olarak kabul etmiyorum.

- Eşref Ağabey, bize bu konuşma için zaman ayırabildiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ne demek, dostum, ben çok teşekkür ederim.