Henüz ergenken, malûm ergenlik psikolojisinin getirdiği kimlik bunalımına çare olarak, çoğumuz büyüklerimizden hep şunu duymuşuzdur; “Namaz kıl, şükret, abdestsiz gezme…” Öyle masrafsız, içten tavsiyelerdi ki bunlar… O yaşlarda görünenle yetinen bizler; bir miktar suyun, iki eğilip kalkmanın bize olacak şifasına asla ihtimâl vermez, kendimizi anlamsız bir boşluğun içerisinde arar dururduk. Bu hâl her ne kadar psikolojik ve fiziksel değişimlerin etkisinden kaynaklı olsa da, bu kadar basite indirgenecek bir durum da değildir aslında. Bir çağ atlama, bir üst seviye bilince erme olarak ergenlik; ergen çocuk sahibi ailelerin yaşam biçimi, inanç şekli, evdeki eşyaların pozisyonuna kadar bireye yön verecek ve kişiliğine etki edecek bir yere sahiptir. Bu dönemin etkisinden yavaş yavaş çıkan birey, ailesinin o dönemler kendisine verdiği tavsiyelerle, ailesinin yaşam biçiminden edindikleri ile bilinçdışına kodladığı ne kadar unsur varsa, ergenlik döneminden sonra hayatına ve şekillenmesine yardımcı olacaktır.

Eskilerin, sıkıntılardan kurtulmak, dertlerine çare bulmak için gittiği adresler, şimdiki ergen birey sahibi ebeveynlerle kıyaslandığında, aradaki derin uçurum, kaybolan bir neslin sebebidir aslında. Etrafınıza şöyle bir göz gezdirmeye ne dersiniz? Çocuklarımızın ergenlik döneminin sıkıntılarını atlatabilmesi için kendisine verdiğimiz tavsiyeler, bulduğumuz çareler, “Ben yapamadım çocuğum yapsın” kabilinden söylemler, toplumun yapısının ergen hâlden olgunluk seviyesine çıkamayışının nedenidir. Etkisinden bir türlü çıkamadığımız ergen psikolojimiz maddeye olan düşkünlüğümüzü arttırdığı gibi, mananın manasına erişemeden göçüp gitme tehdidiyle de bizi karşı karşıya bırakıyor. Hiç itiraz kabul etmez bir gerçeklik içerisindeyiz ve nesli kaybetme tehlikesi, dünyalık heveslerimizin artmasıyla bizi koşar adım kendisine yaklaştırıyor.

Derdi mi var? Hooop, son model bir telefonun gideremeyeceği hiç bir sıkıntı yok. İçi mi daralıyor? Sosyalleşmesi için hiç bir alan ayırt etmeksizin her alanı kendisine açarız. “Hem nesi var canım? Ekmek elden su gölden, daha ne olsun?” kafasıyla, bu kadar sığ bir alanda insan yetiştirebileceğimizi sanıyorsak, aldanıyoruz. Hasta olduğumuzun farkına varmadan hastalık teşhisinde bulunmak ya da bir hastalığa çare olabileceğimizi sanmak, bizdeki virüsü karşımızdakine bulaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sıkıntıyı madde ile gidermeye çalıştığımız ve çocuklarımızın geleceğini, hayatını kurtaracağını sandığımız maddesel çabalar içerisinde yıllarca diploma derdi ile zihinlerini çürüttüğümüz bir koşturmacayla ömrümüz geçiyor. Ele alırsak geçen zamanı; bir çocuk, bir diploma, para kazanacağı bir koltuk. Adeta bunun için var olmuşuz gibi kendimize ve çocuğumuza yaptığımız eziyet, iç dünyamızda kocaman bir sıfır ile ruhumuzu daraltıyor. Hatta öyle bir an geliyor ki, daralmak bir değer bir anlam ifade edebilecekken, o hâl bile bize lüks oluveriyor. Ucuz yaşamlarımıza fahiş fiyatlar umarak ‘değerli’ kavramının fuhşunu yapıyoruz.

Kendimizi kaptırdığımız dünya hevesleri içerisinde çocuklarımızı kurtarmaya çalışma çabası, dışarıdan bakıldığında öyle komik görünüyor ki… Kendimizi seyretsek gülmekten ölebiliriz. Toprağı dünya menfaatleri olan bir saksının içerisinde fidan yetiştirmeye uğraşmak, tohumu patlasa da meyvesini acı, buruk bir şekilde sunacaktır bize. Zeminimiz sağlam değil ise, çocuklarımızın eğriliğinden şikâyet etmeye hiç bir hakkımız yoktur. Ergen ergenliğini yapacaktır, yapmalıdır da. Fakat bizlerin önerdiği çözümler, sunduğu hayat hastalıklı ve manadan uzak ise, toplumda iyileşmeyi beklemek, iyileşmediğinde de tüm suçu gençlere yıkmak, utanmaz ve adice bir tutumdur. Ergenlik sadece ailenin sorumluluğunda olan bir dönem olmayıp, toplumun el birliği ile etki sağlayarak düzeni ve huzuru inşa etmesi gereken bir gerçekliktir. Evden çıkan ergen köşeyi döndüğünde nefsini gıdıklayan maddî-manevî bir manzaraya ruhu takıldığında, iç dünyasında yaşayacağı sorun, bu işin sadece aile ile bitmediğini gösterir. Ondan dolayıdır ki; toplum düzelmediği sürece bireyin düzelmesini beklemek beyhude bir bekleyiştir.

Büyüklerimizin sıkıntılarımıza çare olarak gösterdiği adresler iç dinamiğimizi tam da olması gereken şekilde harekete geçireceği gibi, zihin dünyamızda da kapılar açıp aydınlanma sağlayacak çözümler üretmemize imkân verecektir. İki eğilip kalkmanın, bir miktar suyun toplumdaki eksikliği öylesine aşikâr ki; bizler eğilip kalkmayı makamlar ve mevkiler karşısında yapılan eyleme indirgeyip, bir miktar suyu da o menfaat dolu makamların harcını karmak için kullandığımızdan bu yana, inşa etmeye çalıştığımız gençlerimiz ve gelecekleri, başımıza yıkılmaya devam edecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.