Evde kal hayatta kal çağrısı, Türk toplumuna Covid-19 ile ilgili verilen toplu korunmaya yönelik bir mesajdır. İletişim tekniği acısından mesajın içeriğine bakacak olursak, bir endişe ve korku içerdiğini görebiliriz. Böyle bir mesajın verilmesi gerekli miydi? Evet gerekliydi. Bu çağrıya ülkemiz genelinde nedenli uyulup uyulmadığını, her akşam televizyonlardan izlemekteyiz. Bir kesimin bu çağrıyı algılaması ve gereğini yapmasına rağmen, belirli bir kesiminse, bu çağrıya kayıtsız kaldığı, hepimizce bilinen bir gerçektir. Peki neden? Çünkü iletişim (mesaj ) iki kişiyi ilişki içine sokan bir süreçtir. Bu süreç içerisinde kaynak ile alıcı arasında eylem değişikliği söz konusudur. Bu mesaj iki yönlü bir süreç olarak işleyebileceği gibi, tek yönlü bir sürece de dönüşebilir. Burada uyumluların sürecin çift yönlülüğünü, uyumsuzların ise tek yönlü sürece tabi olduğunu göstermektedir. Tek yönlü iletişim sürecinde mesajdan beklenilen etki elde edilememiştir. Çünkü mesaj içeriğinde tek yönlü süreci işletenlerin uyum kriter ve gereksinimlerini karşılayacak öz kaynak ve güvence yoktur. Hal böyle olunca da toplumsal mutabakat sağlaması gereken bu çağrı, toplumun bazı kesimlerince uyumsuz tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bir mesajın(çağrının) toplumun tüm kesimince algılanabilmesi bazı kriterlere bağlıdır. Kaynak: masajı düzenleyen ve ileten kişi, kurum veya makama denir. Alıcı: burada toplumun tüm kesimlerini ifade eder. Verilen mesajın etkisi ise geldikleri kaynağa göre yorumlanır. Kaynağın ilettiği masajın kabul görmesi kaynağın inanılır ve güvenilir görülmesi ile ilgilidir. Yapılan araştırmalar şunu göstermiştir ki, toplumda yüksek saygınlığı olan, iletişimi kendi kişisel ve grupsal çıkarı için kullanmayan, tarafsız, art niyetsiz, samimi ve hasbi davranan kaynaklar daha inandırıcıdır. Bu bilgiler ışığında toplum hizmeti üreten ve yürüten kişi, kurum ve kuruluşlar yaptıkları hizmetin niteliğine uygun olarak toplumda saygınlık ve güvenilirlik katsayılarını sürekli yüksek tutmak durumundadır. Toplumda bu genel kanıyı yaratan kişi ve kurumun vermiş olduğu masaj tüm toplum tarafından doğru olarak algılanır ve kabul görür.

Verilen mesajın doğru algılanmasının diğer bir kriteri de, toplumu oluşturan sınıf katmanlarının eğitim düzeyi ile ilgilidir. Toplumumuz da insanların bilgi ve kültür seviyeleri sürekli artmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde çok hızlı bir değişimi gözlemek mümkündür. Yüksek öğrenim görmüş ülke ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, farklı kültür ve yaşam tarzları arasında karşılaştırmalar yapabilen, soran ve sorgulayan bir kesimin yanında, hayatta var olma azim ve gayreti içinde sadece geçim kaygılarını kendilerine dert edinen, sosyal ve ekonomik hayattan kopuk, farklı bir dünyada yaşayan başka bir toplumsal kesimin varlığı da, bu ülkenin başka bir gerçeğidir. Genel bir ifade ile toplumun bilgi ve gelişmişlik düzeyinin gerisinde kalan, eski bilgi ve anlayışları ısrarla sürdüren, kamunun yürüttüğü hizmetlerden yeter derecede istifade edemeyen ülkemiz insanının, verilen kamusal mesajları doğru algılaması ve uyum sağlaması beklenemez. Dolayısı ile televizyon gibi geniş halk kesimlerine seslenen iletişim araçlarında, tüm topluma yönelik verilen üst düzey mesajların, akademik titıl sahibi kişilerce anlatımı da bu toplum kesimi üzerinde toplumsal mutabakata yönelik bir etki yaratmamıştır .

İletişimde masajlar genel olarak duygu veya düşünce üzerine verilir. Bu korku üzerine masajlar verilemez anlamına gelmez. Bu konuda yapılan araştırmalar göstermiştir ki, az korku iletişimin etkinliğini artırırken, çok korku ve korkutma tersine sonuçlar verebilmektedir. Korku bazlı mesajların toplumu istenilen davranışa yöneltebilme si için bu davranış hakkında anlaşılır ve uygulanabilir basit yöntem ve yol göstermelerin daha etkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Başarılı bir mesaj alıcı hakkında doğru ve yeterli bilgilerin elde edilmesi ve bunların dikkate alınmasına bağlıdır. Yoksa verilen mesajda acılıya ait olmayan tüm unsurlar algılanmaz ve kavranmaz.

Dursun Öztürkoğlu

Yüksek Mimar Mühendis