Bir vatan üzerinde yaşamak en büyük nimetlerden biridir. Üzerinde hatıraların yad edildiği, insan unsurunun tesiri ve devlet olmanın bilinciyle medeniyetlerin kurulduğu, geleceğin ümitle planlandığı kara parçası, gerektiğinde canın ve malın feda edilmesi karşılığında vatan olmayı hak edebilir.

Vatan olarak adlandırılan toprak parçası, kısaca mukaddesat olarak bilinen yüce duygular ve değerler uğruna savunulup sahiplenilmedikçe, Allah adına Allah´ın adının anılmasına mekan yapılmadıkça, uğrunda mücadele edenin Allah´tan alacağı bir paye olmadığı gibi o kara parçasının da vatan olarak kutsal bir değeri yoktur. Şairin; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa; Vatandır” mısraları bu hakikatin ifadesidir.

İhtiyaç olarak ortaya çıkması durumunda savaş hukukuna riayet ederek etkisiz hale getirmek için düşmanla savaşmak öncelikli görev olarak belirlenmiştir. Allah´ın insanlara bahşettiği nimetlerin en değerlisi olan hayat, bağımsız bir vatanda anlam kazanabilir. Zira vatansız ya da sömürülen bir vatanda bu aziz nimetin bilincine varmak da mümkün olamaz.
Bir devlet koruması altında millet olmanın koşulu da özgür bir vatana sahip olmaktır. Süt çocukları için beşik, çocuklar için eğlence yeri, gençler için geçim yeri, ihtiyarlar için yalnızlık köşeleri, evlat için ana, baba için aile; sevgi türünden neyi ifade ediyorsa insan için de vatanı o duyguyu ifade eder. Bu sebeple vatan için bir tam gün nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlı sayılmıştır.
           
Geçmişin, bugünün ve geleceğin meskeni olan vatan, İslam´ın kardeşlik ahlakını ve hukukunun egemen kılındığı, hürriyetin, kardeşliğin, ortak menfaatin, ecdada, din büyüklerine ve aileye hürmetin yaşam tarzı haline getirildiği, millet olma şuurunun oluşturulduğu yerdir. Bu bakımdan huzur ve güvenin temini ile dini vecibelerin gereği gibi yerine getirebilmesi bağımsız bir vatana sahip olmakla imkan bulabilir. Tarih boyunca esaret altında yaşamak zorunda olanların gerektiği gibi Allah´a kullukta bulunamadıkları önemli bir hakikattir. İslam´ın tarihinde Bedir, uhut, ahzab savaşları ile yakın tarihimizdeki istiklal harbi, farklı zamanlarda ortaya çıkan bağımsızlık mücadeleleri, vatanda Allah´a özgürce kullukta bulunma zaruretinin tarihsel izdüşümleridir.  

Ecdattan miras kalan değil, emanet alınan ve alındığından daha iyi bir konumla teslim edilmesi gereken bütün mukaddesat gibi vatan da muhafaza ve müdafaaya muhtaçtır. Bu ihtiyacın vatanın bütün fertleri tarafından fark edilmesi, tarih bilincinin inşa ve ibka edilmesiyle mümkündür. Savaş ortamında savaşmak ne kadar dindarlık ve vatanperverlik ise barış zamanlarında din ve mukaddesat için yeni nesli bilinçlendirmek de o derece vatanperverliktir, samimiyettir. Bilinmelidir ki, kişi için ebedi düşman kişinin kendi nefsidir, bencilliğidir. Onu ıslah etmek zorundadır.
Mehmet Akif;

‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.´ Mısralarıyla vatanın bu konumunu dikkatlere sunmuştur.
           
İslam, düşmanla karşılaşmayı temenni etmenin doğru olmadığını ancak bir karşılaşma olunca sabır ve gayretle onunla mücadele edilmesini, bunun için de insan unsurunun doğası gereği her an barış durumunun bozulma ihtimalinin dikkate alınarak düşmana karşı hazırlıklı olunmasını emreder.
Yüce duygular ve mukaddesatı koruma uğruna vatanını evindeki mahremiyet gibi korumaya çalışırken hayatını kaybedenlerin, gerçekte ölüler olmadığını, dış dünyada ölmüş olmalarına rağmen Allah katında insanın bilip anlayamayacağı bir şekilde diri oldukları ve Allah´ın lütfundan mükafatlandırmakta oldukları, sonradan şehit olacak olanlara da hiçbir korku ve hüznün olmayacağı kendilerine müjdelenmektedir.  
Vatan sevgisini imandan bilen ecdadımız, din ve mukaddesat uğruna şehit olmayı en büyük paye bilmiştir. Kur´an-ı Kerim´de: “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölü demeyin, onlar bilakis diridirler, fakat siz farkında değilsiniz”[1] (Bakara, 2/154) buyrulmaktadır.Bir toprak parçasından çok tüm manevi değerlerin yaşandığı vatan toprağının korunması uğruna canını feda edenlerin kazandığı bu makamın ulvi değeri; tekrar tekrar diriltilip Allah için öldürülmeyi arzu edecek kadar önemli görülmüştür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de şehitliğin ne denli arzu edilen bir mertebe olduğunu ifade bakımından şöyle buyurmuşlardır: “Cennete giren hiç kimse yeryüzündeki her şey kendisine verilse bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit olan kişi gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister.”[2] (Buhârî, Cihâd , 21)

Tarihimizde millet olma bilincimizi tazeleyen zaferler vardır. Bu zaferlerden biri de yüzikinci yılını idrak ettiğimiz Çanakkale Zaferidir.
 
Çanakkale bizim derin hafızamızdır. Çanakkale bizim varoluş mücadelemizdir.
 
Çanakkale; kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, Türkü, Arabı, Kürdü, Boşnak ve Arnavuduyla, din kardeşi olmanın şuuruna eren ve bir gül bahçesine girercesine canlarını seve seve veren yiğitlerin destanıdır.
İşte Çanakkale´yi düşmana geçilmez kılan milletimizdeki ki bu inanç ve şehitlik ruhudur. Biz buna Çanakkale ruhu diyoruz. Çanakkale ruhu en zor şartlar da dahi düşmana direnebilmek, düşmana geçit vermemek, ümmetin harimini çiğnetmemektir. Akif´in dediği gibi “çiğnetmedi çiğnetmeyecekte”
           
Mehmetçiğin kanıyla yazdığı Çanakkale Destanını mısralarıyla en güzel bir şekilde anlatan Mehmet Akif;
 
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi”
 
ifadeleriyle bir taraftan Çanakkale´de savaşan Mehmetçiği sahabileştirirken, diğer taraftan Bedir Savaşı ile Çanakkale Savaşı´nın benzerliğine de dikkatimizi çekmiştir.
Bedir´de müşrikler galip gelseydi Medine´de taş taş üstünde kalmayacak, namuslar kirletilecek, Müslüman varlığına son verilecekti.
 
Düşman Çanakkale´yi geçseydi, Medine´de olacak şeyler İstanbul ve son yurt parçamız Anadolu´da da aynen olacaktı.
 
Bundan dolayıdır ki, Bedir harbinden önce Allah Resulü otağında, “Allahım! Şu bir avuç Müslüman mücahit mağlup olacak olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz” niyazında bulunurken, Mehmet Akif de; “Galip et Ya Rab, çünkü bu son ordusudur İslam´ın” yakarışında bulunmuştur.
Şunu bilelim ki düşmanlarımız Çanakkale´yi geçememiştir, ancak niyetlerinden de vazgeçmemişlerdir. Bölücü ve yıkıcı terör örgütlerine olan destekleri ve soykırım iddiaları bunu göstermektedir.
 
O halde dün nasıl birlik ve beraberliğimizle düşmanlarımıza karşı koymuş, onların kirli emellerine ulaşmalarına fırsat vermemişsek, bugün de aynı birlik ve beraberlik ruhuyla kenetlenerek milletimiz üzerine oynanan oyunları boşa çıkarmalıyız.

Mehmet Akif ne güzel demiş:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça sineler, onu top sindiremez.”
 
Bu vesileyle; Bu cennet vatan için, ilay-ı kelimetullah için, Bedir´den Çanakkale´ye, Çanakkale´den günümüze göğü dua, toprağı secde kokan bu güzel coğrafyayı bize vatan yapan tüm şehitlerimize Cenâb-ı Hak´tan rahmet, gazilerimize da sağlık ve afiyet diliyorum. Mekânları Cennet olsun.
 Huzur, güven, sevgi, saygı ve refahın egemen olduğu bu cennet vatanda bir ve beraber kardeşçe yaşamak ve dualarda buluşmak dileğiyle…