Müslümanlara karşı zulüm artınca bilmeliyiz

ki, kıyamet yaklaşıyor.

Bırakın artmasını, nerdeyse zulüm görmeyen Müslüman devlet kalmadı.

Her yer ateş çemberi, her yer kan gölü.

Şu vaziyete bakar mısınız?

Ve bunca zulme tek çare Türkiye!

İnancın tek neferi bu ülke! Tek mihveri!

Bize Osmanlı´nın en önemli öğretisi de bu değil mi zaten?

Birliktelik duygusu, Ümmet bilinci…

Mazluma kucak açma, kollama…

 

Müslümanları koru ve sev. Onlara sahip çık.

Yaratılanı sev, yaratandan ötürü,

İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın,, prensibi…

İşte bunlardır, ortak değerlerimiz. Vargılarımız.

 

Türk, Kürt, Laz, Acem, Uygur, Çerkez, Türkmen, Terekeme, Azeri…

Hangi birini, diğerinden ayırabiliriz ki?

Hepsi aynı kıbleye secde edip, aynı peygam-berin arkasından gitmiyor mu?

Özünde her biri “Allah” demiyor mu?

 

“Kıyamet ne zaman kopacak?” sorusunun cevabı, “Dünyada ‘Allah´ diyen insan kalmayınca” olduğuna göre biz, ehli İslam âlemi olarak, birlikteliğimizi inşa etmediğimiz sürece, kendi sonumuzu kendimiz hazırlamış olmuyor muyuz?

 

Filistin, Irak, Suriye, Pakistan, Afganistan, Mısır, Kırım ve son olarak Uygurlar.

Sefalet, yıkıntı, soykırım, dibine kadar yaşanıyor.

İliklerimize kadar hissediyoruz oralardaki vuslatı. Ayrımcılığı… Çifte standardı…

Osman Batur´un torunu Uygurlar, bugün ciddi bir soykırıma maruz kalmaktadır.

Ve dünyadan ne yazık ki, ses çıkmamaktadır. Herkes, sırtını dönmüş durumda.

Elin Japon´u bile, gemisiyle Çin açıklarına vardığında, elinde Gök Bayrakla bu vahşeti protesto ederken biz, televizyondan izlediklerimizle yetiniyoruz maalesef.

“Cık cık cık, tüh tüh tüh, vah vah vah”dan öte gidemiyoruz.

Uygurlu çocukların yüzündeki kederli gülümsemeyi göremiyoruz.

Empati de kuramıyoruz.

Bu arada, az önce ismini zikrettiğim Osman Batur´a da, kısaca değinmek istiyorum.

Kim, bu kişi?

Osman İslamoğlu´dur gerçek adı. Uygurların ulu önderi. 1899´da doğmuştur.

1911´de Çin´in baskılarına karşı ilk direnişe geçen isimdir.  Altay dağlarında büyümüş ve iyi bir at binicisi olarak yetişmiştir.

Doğup büyüdüğü bu dağlarda tek başına silahlanarak bağımsızlık mücadelesi vermiş ve bugünkü Mavi fonun üzerine beyaz ay-yıldızlı Gök Bayrağın dalgalandığı Doğu Türkistan Özerk Cumhuriyeti´nin kurulmasına vesile olmuştur.

Cesareti sayesinde halkından “kahraman” anlamına gelen, “Batur” unvanını kazanmıştır.

Osman Batur, 1951´de Çinli askerler tarafından yakalanıp, idam edilmiştir. İdam sehpasında söylediği şu sözler, takdire şayandır; “Ben can verebilirim. Milletim, dünya durdukça mücadelesine devam edecektir”.

 

Kısaca tarihçesine değindik Uygurların.

Bir de kendi halkımız adına ufak bir serzenişte bulunacağım;

Dün, Mısır´da darbe olduğunda, Rabia işareti yapanlar, bugün Doğu Türkistan için suspus! Bugün, Doğu Türkistan için ağıt yakanlar, Filistin için suspustu maalesef! Her ikisinin, birbirinden ne farkı var? Heyhat!

Ne oluyor? Bize n´oluyor?

Bu mudur Ümmet bilinci? Bu mudur, birliktelik duygusu?

Irka göre mi ayıralım illa insanlarımızı?

Uygurluysa bizden, Arapsa onlardan…

Arapsa bizden, Kırımlıysa sizden… Böyle bir zihniyet olabilir mi?

Ha beyaz, ha zenci, ha çekik göz, ha soluk benizli… Sonuçta hepsi “Allah” dedikten son-ra ne fark eder ki? Hepsi ama hepsi bizim insanımız değil mi? Bu bölüşme niye?

Neyse…

Konuşacak çoook şey var, saygıdeğer okurlarım.  Ama lafı uzatmanın mânâsı yok. Kapanışı, kendi kalemimden bir dörtlükle yapayım isterseniz;

Ortalık can pazarı, yangın yeri…

Hangi birine su dökelim, hangisine gözyaşı?

Sen dir tutmazsan cümle İslam´ı,

Ya vatanı kaybedersin, ya da imanı…