Yazının icadından bu güne kadar kaç bin yıl geçmiş bilmem ama bildiğim bir şey var; o da insanın duygularını, düşüncelerini ve fikirlerini ortaya dökmesi için mutlaka yazma ihtiyacına sahip olmasıdır. Kimisi hayatını yazar. Kimisi şiirler ve manzumeler yazar. Kimisi roman v.s. Yazar!

Ben yukarıda belirttiğim tüm yazı türlerini hemen hemen yazmış biriyim. Yazmak benim için bir tutku. Bir vazgeçilmezlik. Bir arzu... Yani insan bir kez mürekkep yalamasın, yazmadan duramıyor arkadaş. Hani bir laf vardır: “Benim tutkum Pazara kadar değil, mezara kadar” diye işte öyle bir şey bende ki yazma tutkusu. Evet değerli okurlarım, sizlere merhaba demeden yazıma başladım. Ama söylediğim gibi insan alışmaya görsün, kalemi görünce kendini tutamıyor işte. Alışkanlık bu ne yaparsın öyle kolaylıkla terk etmek mümkün olmuyor. Alışkanlık dedim ya aklıma bir fıkra geldi, sizlere anlatmadan geçemeyeceğim:

Eski bir siyasi yaşlanmış, siyaseti bırakıp bir köşeye çekilmiş. Gel zaman git zaman hiç kimsenin onu arayıp sormaması içinde derin acıların birikmesine sebep olmuş. Zaman zaman torunu onu ziyarete gelirmiş, o da ona nutuklar atıp deşarj olurmuş.

Ancak aradan hayli bir zaman geçmiş, torunu da gelmemeye başlayınca dayanamayıp dışarı çıkmış. Gezinip dururken bir koyun sürüsünü fark etmiş. Oraya yönelmiş ve çobanı durdurup, eline bir miktar para verdikten sonra:
“Oğlum şu koyunlara biraz hitap edebilir miyim?” demiş.
Çoban şaşkın, adamın deli olduğunu sanıp, boynunu bükerek:
“Tamam bey amca, ne söyleyeceksen söyle bakalım ama bunlar koyun değil hepsi koç…”

Bizim eski kurt siyasetçi başlamış propagandaya: “Sevgili koç kardeşlerim, sizlere en güzel otlaklarda otlatması için çoban kardeşime bol otlu meralar yapacağım. Değerli eşleriniz koyunlarınızın sütlerini daha da değerlendirmek için süt fabrikaları kuracağım. Artık kurtlardan korkmadan bu yaylalarda rahatça otlayıp gezip, tozup güzel hayat süreceksiniz.” diye nutuklar atarken, devreye çoban girer:
“Aman bey amaca şu zavallı koç sürüsünü umutlandırmayın. Dört gün sonra Kurban Bayramı...”

Evet bu fıkrada olduğu gibi bizim de yaşımız ilerlese de, biz gazeteciler yazma alışkanlığını asla terk etmeyiz. Aynı az önce anlattığım hikayedeki eski siyasetçi misali gibi.
Okul döneminde edebiyata karşı ilgim olduğundan liseye geçtiğimde Edebiyat bölümünü seçmiştim ve o yıllarda da şiire merakım olduğundan birçok şiirim ve kısa deneme yazılarım Kars Ekinci gazetesinde yayınlanmıştı. Ve bu son zamanlarda ise bir roman yazdım ve küçük bir bölümü de yayınlandı. İşte bizim de alışkanlığımız bu. Yazmak deyince akan sular duruyor.

Şimdi birçoğunuz merakla kendi kendinize soruyorsunuzdur. Acaba Yusuf bundan sonra ne yazacak diye? Kimse tedirgin olmasın kendisini şövalye sanıp olur olmaz yerde ve zamanda birilerine saldırı yapacak kadar kahraman biri değilim. Kimsenin kalbini kırmadan, bilgiçlik taslamadan, gözlemlerimi ve arzularımızı dile getirmeye çalışacağım. Zaman zaman bu sütunlardahafta da bir “SON NOKTA” Adı altında her Salı günü köşe yazılarımla sizlerle birlikte olacağım.

Bazen zaman tuleninden geçip güzel ve buruk anıları paylaşacağım. Bazen, yöremizdeki eksiklikleri ve yapılması gerekenleri dile getirmeye ve bunların giderilmisi için önerilerde bulunacağım. Tekrar üzerene basa basa belirteyim ki kimsenin kalbini kırmadan ve kimseyi incitmeden tatlı sözler ve güzel önerillerle derleşip beklentilerimizi dile getireceğim. Bu doğrultuda siz değerli okurlarımızın da dilek ve temennilerini yine bu sütunlarda dile getirmeye çalışacağım.
Haftaya Perşembe günü buluşmak üzere hoşça kalın.