Anlatmakla bitmez! Kâğıtlara sığmaz! Şiirler yazıldı onun için! Destanlaştı dillerde hep o geçilmez denilen yer! Şairler şiirlerinde dile getirirken bu yer için gözyaşları sel olup aktı! Yüreklerimizi dağladı o acı ağıtlar! Ne diyordu şair Necmettin Halil Onan: 

    “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın 
     Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
     Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
     Bir vatan kalbinin attığı yerdir!”
      
     Büyük şair Mehmet Akif Ersoy sekiz kıtadan oluşan şiirinde ne diyordu?

     “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor.
     Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
     Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
     Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.”
      
     O acı dolu yıllarda yaşayanlar çektikleri çileleri, düşmanın acımasız saldırganlıklarını gözleri yaşlı anlatarak bizlere bu toprakların hangi şartlar altında düşmandan geri aldıklarını anlatırlardı. Nice nineler genç yaşta dul kalıp erlerinin bu amansız savaştan dönmesini bekler. Bir gün gelecek diye kapıları gözetler. Ancak ne dönen vardır? Nede gelen!
     Geçenlerde elime eski bir mecmua geçmişti. Sayfalarını karıştırıp incelerken gözüme bir hikâye ilişti. Yazının başlığı şöyle idi: “Bilinmeyen yönleri ile Çanakkale zaferi!” İkinci başlık ise: “Annem hep seni bekledi!”
     Balıkesir de çarşı içinde küçük bir dükkânda eski ayakkabıları tamir eden yaşlılıktan beli bükülmüş Cevdet amcamız vardı. Eski yıllardan söz açıldı mı tatlı dili ile bir TV. Dizisi gibi bize o yılların zorluklarını anlatırdı. Yine bir akşamüstü Cevdet amca bizle sohbete başlamıştı. Konu Çanakkale savaşlarına gelince ağlamaya başladı ve sözlerine şöyle devam etti:
     “Çocuklar, rahmetli babam hafız Ali, Çanakkale’de vatan savunmasında kaldığında ben anamın karnında yedi aylıkmışım. Ben onu hiç tanımadım. Onun bir fotoğrafı bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları, işgal yılları, kıtlık, yokluk ve yoksulluk üzerimize bir kâbus gibi çökmüştü! Çocukluğumuz hep ekmek peşinde koşma sıkıntısı ile geçti.”
     Cevdet amca bir iç çekip sözüne kaldığı yerden devam etti:
    “Ben kendimi bildiğimden beri anam her sokağa çıktığında ve her nereye gitse yanıma gelir ve bana:”
     “Oğul ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha!” der bir başka gün yine:
     “Oğul ben teyzenlere gidiyorum.  Baban gelirse beni hemen çağır ha!” Ben komşuya gidiyorum der yine aynı şekilde: “Baban gelirse beni hemen çağır ha!” derdi. Zavallı anam sürekli babamı bekler dururdu. Aradan onlarca zaman geçti ben büyüdüm dükkân açtım. Anam yine aynı şekilde her nereye gitse dükkâna gelip, önce gideceği yeri söyler, sonra da:
     “Oğul, baban gelirse beni hemen çağır ha!” diye eklerdi. Zaman geçti anam iyice elden ayaktan düştü ve ağırlaştı. Ölüm döşeğinde bizimle helâlaşmaya başladı:
     “Bana çok iyi baktınız. Hakkınızı helal edin!” dedi. Ve bana dönüp yavaşça şöyle dedi:
     “Oğul baban gelirse ona annem hep seni bekledi de!” dedi.  Ve bir anda irkilip hafifçe doğrulup kapıya gözlerini dikip gülümseyerek:
     “Hoş geldin bey! Hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.
     O küçücük ayakkabı tamircisi dükkânında bizler adeta taş kesilmiştik. Böyle bir hikâyeye ağlamamak mümkünmüydü? Nice analar evlatsız, nice gelinler ersiz kaldı. Ve niceleri erlerini beklerken gözleri kapıda onları aradı. 
     Çanakkale ile ilgili onca acılı hikâyeler anlatıla gelmiştir. Ancak bizlerin bu hikâyelerden iyi ders çıkarıp bu aziz vatanın kıymetini çok iyi bilmemiz gerekir. Asırlar boyu bu topraklar için genç yaşlarda şahadet şerbeti içen vatan evlatlarının hakları ödenmez! Emanet ettiğiniz bu topraklarda yaşayan bizler sizlere minnettarız! Mekânınız Cennet, ruhlarınız şad olsun!