Geçenlerde İstanbul Silivri de gelen depremi hepimiz İnegöl’de hissettik. Dünya var oldukça bu türde felaketleri yaşayacağımız malum. Malum olmayan en önemli bir konu ise asıl felaketi bizler meydana getiriyor olmamız!

     Şimdi birçoğunuz bu sözümün nereye varacağını merak etmişsinizdir. Hemen mevzuya gireyim. Depremler, kasırgalar, şiddetli yağmurlar ve seller kısacası doğal afetler bunların hepsi yaşadığımız dünyanın acı gerçekleri. Sürekli meydana gelen bu olaylar karşısında bizler nasıl tedbirler alıyoruz? Acı olayları yaşamama adına neler yapıyoruz? Sadece başımıza bu olaylar geldiğinde mi harekete geçip bir takım tedbirler alıyoruz? Hani bir söz vardır: “Attan düşenin halinden, attan düşen anlar!” diye oysa attan düşmemek için ata vurduğumuz eğeri, üzengilerini koşum takımlarını v.s kontrol edip ata öyle binmiş olsak attan düşme riskini de ortadan kaldırmış oluruz.

    Ancak ben bakıyorum da 1999 depreminden bu yana her hangi bir önemli atmış değiliz. Çapraşık ve tehlikeli yapılaşmanın getirdiği hangi sıkıntıyı bertaraf etmişiz. Her şeyi devletten bekleme mantığı ile hareket ederek Allah’a emanet yaşayıp gitmiyor muyuz? Hangimiz düzenli olarak Deprem sigortasını ödüyoruz? Ve hangimiz evlerimizde bilinçli olarak deprem çantası bulunduruyor, çocuklarımıza deprem anında ne yapmamız gerektiğini söylüyoruz?

     Kaçak yapılaşmalarla nasıl bir mücadele içindeyiz? Dere kenarlarına veya heyelan bölgelerine neden konut dikmekteyiz? Bütün bu afetler için nasıl bir çalışma içindeyiz? Bu sadece bahsettiğim bir doğal afet ile karşı karşıya geldiğimizde yapacaklarımızın bir dökümü. Ancak birde işin manevi yönü var? Bunun ne olduğunu ise gelin hep beraber görelim:

     Doğal afetler bir anlamada insanlara dürüst olma, ahlaklı ve faziletli olmayı da hatırlatır. İnsanların mutlu bahtiyar yaşamında tatlılar kadar acılarında olduğunu bu tür afetler bizim kendimize çeki düzen vermemize vesile olur. Ancak bunu iyi analiz edip hayatın her türlü şartlarına karşı hazırlıklı olmayı ve unutulmaması gereken konulardan en önemlisi de gerçekten insan olmayı bize hatırlatır. Nasıl mı? Alışverişlerimizde dürüst olmayı, hak yememeyi, kardeşliği, saygı ve sevgiyi, akrabalarına yardım etmeyi, komşu hakkı gözetmeyi ve sayabildiğiniz kadar muntazam bir insan olmayı hatırlatır.

Günümüzde bakıyorum hemen herkes paranın esiri olmuş. Pazara çıkıp zerzevat almak istiyorsunuz pazarcı esnafı malın en iyisini ön sıraya dizmiş arkada ezik çürükleri torbaya doldurup veriyor. Sakın siz itiraz etmeye kalkmayın yoksa dayak bile yersiniz. Bazılara malı teraziye koyup kaldırması ile bir oluyor. Eksik mi gitmiş ne gitmiş aldırış eden yok. Bir dünya malı tamahkârlığı almış yürümüş. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi birde fırsatçılığımız söz konusu. Nasıl mı? Sorusuna gelince. Kışlık salça yapmak bizde adeta bir gelenek! Kavanoza kapak aradım esnaf: “Kavanozu ile beraber satıyoruz. Ayrıca alacaksan 75 kuruştan veririm.” Cevabını aldım. Normalde 25 kuruşluk kapağı bu fiyattan satan esnafın fırsatçılığına şaşmamak elde değil. Herkes bir yol tutturmuş gidiyor. Ne ahreti düşünen var, nede toprağın altını düşünen günahı sevabı bir birine karıştırmış gidiyoruz.

     İşte bu olumsuzlukların neticesinde meydana gelen doğal afetlerden ders çıkarmamız gerekiyor. Bu afetler bu dünyanın geçici bir âlem olduğunu hatırlatır. Ancak bu afetleri yaşamamıza rağmen halen dünya malına tamah edip haram peşinde koşmamızın manasını çözmemiz mümkün değil. Çok güzel bir özlü söz vardır: “Güvenme güzelliğine bir sivilce dahi yeter. Güvenme zenginliğine bir kıvılcım dahi yetir!” Bir diğeri ise: “Dünya fani, nerede sendeki malın mülkün ilk sahibi? Malda yalan, mülk de yalan. Al bunları biraz sen de oyalan!” Bu özlü sözleri hayatımıza uygulamış olsak orta da hiçbir sorun kalmayacağına adım gibi eminim. Ve en önemlisi Yüce Rabbimiz bize: “Tedbir senden, takdir benden ey kulum!” diyor. Allah’hu Teâlâ bizlere afetler yaşatmasın dileği ile Allah’a emanet olun…