Ben üç darbe ve bir de darbe girişimi yaşamış biriyim. 

Demokrasiyi hiçe sayıp, ülkeyi karınlığa ve karamsarlığa götüren darbe lerin ilki olan 60 darbesi ve onun başrol oyuncuları kanları donduran üç siyaset adamına idam karı verilmesi bu gün ki gibi aklımda. O dönemlerde toplum içinde yapılan sohbetlerde ve yorumlarda bu idam kararının uygulanmayacağını, sadece bir gözdağı niteliğinde olacağı yönünde olduğu halk arasında günlerce konuşuluyordu. Demokrat Parti İl ve İlçe Başkanlarının yanı sıra Ocak Başkanlarını da tutuklayıp günlerce sorguya aldıklarını hiç unutmam. Ağabeyim de Kars 2. Bölge Ocak Başkanı idi. Ocak Lokali bizim otelin Caddeye bakan kısmında ki odalardan birini yapmışlardı. 
27 Mayıs gecesi sabaha karşı Silahlı Kuvvetler tarafından gerçekleştirilen darbe sonrası tutuklanan siyasilerin ardından D.P İl, İlçe ve Ocak Başkanları da bu tutuklamalardan nasibini almış, ağabeyim de darbenin ikinci günü bir astsubay ve iki inzibat ile tutuklanıp askeri araçla bilmediğimiz bir yere götürülmüş’tü. O kaos dolu günlerde sokakta iki kişi yan yana gelip ayaküstü muhabbet bile edemez hale gelmişti. Herkes bir birinden çekinir korkar olmuştu. Aradan kaç hafta geçti bilmiyorum, bir sabah babamı da siyasi şubeye çağırmışlardı. Biz iyice korkmuş, bu işin sonun nereye varacağını merak ve korku ile bekliyorduk. Aynı günün akşamüzeri babam yanında ağabeyim ile geldiler. Evde bir neşe, bir coşku adeta bayram yapıyorduk. Ağabeyim gözaltında kaldığı süre içinde yaşadıklarını anlattıkça bizim gözlerimiz dolu, dolu oluyordu. O sıkıntılı günleri unutmak mümkün mü?

12 Mart 1971 Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan ikinci darbe. 60 Darbesinden sonra geçen on bir yıl sonra gerçekleşen bu darbe, askerin sokağa inmeden yaptığı bir darbe idi. Ülkeyi yine sıkıntılı ve kaos dolu günler bekliyordu. Ancak bu darbede siyasi liderlerin hiç biri tutuklanmamış, adeta Başbakan Süleyman Demirel İstifaya zorlanılarak yapılmış silahsız sadece kaleme dayalı bir askeri muhtıra ile gerçekleşmişti. Bu dönemin kurbanları olan başta Deniz Gezmiş olmak üzere Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan İdam edilmişti. Sanki bu idamlar 1960 ihtilal’ı sonrası Yassı ada da İdam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan‘ı hatırlatır gibiydi. 

Tarihler bir birini kovalayıp giderken Türkiye’yi saran Sağ-Sol çatışmaları bir askeri darbenin habercisi gibiydi. Halk arasında bile dökülen kardeşkanına dur diyecek tek umudun asker olacağını adeta ister gibiydi. Ve beklenen olmuş 12 Eylül 1980 saba karşı aradan geçen 9 yıl sonra yine askerler tarafından bir darbe yapılmıştı. 12 Mart 71 darbesinden daha sert olan bu askeri darbe de 60 da yaşanan darbenin bir kopyası gibiydi. Asker yine sokağa indirilmiş, her yerde ve köşe başlarında tanklar ve zıhlı araçlar yer alıyordu. İlk bakışta bu darbenin 60 darbesini andırsa da tek fark halkın askeri coşkuyla karşıladığını pek söyleyemeyeceğim. 60 Darbesinde halk sokaklara dökülmüş adeta bir bayram havası yaşamıştı. Bu sevinç günler sürmüş daha sonra radyolardan yapılan ikaz konuşmalarından sonra ortalık durulmuştu. Oysa 80 darbesinde hiç kimsenin sokağa çıkmasına izin verilmemişti. Yine darbe ve yine demokrasiye vurulan kara bir leke! 
     Halkın iradesini hiçe sayan darbelerin adeta ardı arkası kesilmeyecek endişesi insanları tedirgin etmeye başlamıştı. Bu darbede de yine idamlar gerçekleştirildi. Hem de diğer darbelere taş çıkarır cinsten. 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in yaşı büyütülerek darağacına götürülmesi kalplerimizde kapanmayan derin bir yara. Sol görüşlü Necdet Adalı’nın ardından Ülkücü Mustafa Pehlivan oğlunun acı haberi dalgalandı haberlerde. Sanki darbeler birer vampir gibiydi. Durmadan kan emiyor, tarihe üst üste kara lekeler ve izler bırakıyordu. İdamlar için görüşünü belirten darbeci paşa, Evren: “Denge olsun diye idam ettik” sözü ne kadar vahim bir ifade idi. İnançlı ülkesini seven ve uğrunda bin kez ölmeyi yeğleyen Mustafa Pehlivan Oğlu’nun annesine yazdığı mektubu hala kulaklarımızda:
“Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçları affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakk’ın ve Onun Resulünü, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazım böyle imiş. Kader neyse onu çekeceğiz.!” Bu uzun mektubun bir paragrafında ise şöyle diyordu:
“Şunu hiçbir zaman unutmasınlar ki, Mustafalar ölür, Allah davası ölmez. Milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır.” İçler parçalayan haykırış bile taşlaşmış kalpleri yumuşatmadı ve Mustafa’yı da darağacına götürmekten geri kalmadılar. Ruhun şad olsun Demokrasi şehidi Mustafa, adına yakışır cesaretle ölümü kucakladın. Bu duruşun darbecilere verilen büyük bir dersidir. 
     Bu güzel yurdum darbecilerin elinde adeda bir askeri manevra sahası haline getirmiş gibi, halkında söylediği üzere: “Her on yılda bir darbe olur.” Mantığı sürüp giderken 15 Temmuz 2016 akşamı yine bu çirkin oyunların biri daha sahneye konulması ile karşı karşıya kaldık. Ancak bu defa kazın ayağının öyle olmadığını ve bu ülkenin kanını emmeye çalışan vampirlere geçit verilmeyeceğinin dersini çok iyi aldılar. Ne yazık ki, 48 saat içinde tam 248 şehit vermemiz bizleri derinden üzdü ve yasa boğdu. Bu kalkışmaya dur diyen demokrasi şehitlerimiz her zaman kalbimizde yaşayacak. Ayrıca bu kalkışmada gazilik mertebesine ulaşan 2196 vatandaşımızın da yaralanması ile def edilen darbecileri nefretle lanetliyoruz. 

15 Temmuz yaşatıldığı sürece bu ülkede bir daha darbelere geçit verilmeyecek. Halkın iradesine darbe vuranlar ise hep kin ve nefretle anılacak. 69 yıllık ömrüm boyunca canlı olarak yaşadığım bu dört acı darbenin izleri öyle bir sayfa yazı ile dile getirilecek kadar kısa değil. Bize düşen her zaman ve her an uyanık olup vatan hainlerine asla taviz vermemektir. Yüce Rabbim bir daha 1960, 1971, 1980 ve 15 Temmuz 2016’ları yaşatmasın! !15 Temmuz Demokrasi Bayramınız kutlu olsun!