Kıskançlığın çok kötü bir hastalık olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Çoğumuz bu tür insanlara mutlaka rastlamıştır. 

Kendinde olup başkasında olmasını istemediği maddi varlık olsun, güzellik veya çeşitli kıymetli eşyalar olsun bunların başkalarında olmasını istemez. Eğer bu saydıklarımız başkalarında varsa onları kıskanır ve hasetten çatlar.

Kıskançlık öylesine kötü bir hastalıktır ki, kimisi bu yüzden mutlu yuvasından, eşinden ve hatta çevresindeki eş dosttan soyutlanırlar.

Bu gün size anlatacağım bir hikâye ile kıskançlık üzerine yazıma devam edeceğim.

Osmanlı imparatorluğu döneminde kıskançlığı ile ün yapmış dört kişi bir gün bir yerde buluşuyorlar. Bu buluşmada bir birlerine soruyorlar, biri diğerlerine:

“Ben Manisa Sancağında bir tüccarım onca malım mülküm var ama buna karşı kendimden başkasının zenginliğini kıskandım ve bu huyuma daha fazla dayanamayıp malımı, mülkümü bırakıp böyle yollara düştüm!” der. Ve diğerlerine sorar:

“Yoldaşlar siz böyle nereye böyle?” iki kişiden biri söze dâhil olur:

“Ben de Edirne Sancağında yaşayan çok mutlu olmama rağmen, başkalarının mutluluklarını kıskanmaya başladım. Öyle hal aldı ki bu kıskançlığım kendi ailemin bile mutluluğunu kıskanır oldum. Bende dayanamayıp böyle yollara düştüm.” Der. Üçüncü kişi biraz gülerek:

“Arkadaşlar sanki kader bizi aynı huydan bir araya getirmiş. Biriniz mal ve mülkü, maddiyatı kıskanır olmuşsunuz. Diğeriniz insanların mutluluğunu. Bense benden yakışıklı ve güzel olanların güzelliğini kıskanmaya başladım. Du huyum öylesine dayanılmaz hale geldi ki en yakınlarımın bile güzelliklerini kıskanır oldum. Bende sizin gibi dayanamayıp böyle yollara düştüm.” Der dördüncü kişi bir kahkaha atarak:

“Sizin kıskandığınız varı variyeti, mutluluğu, güzelliği bu da yetmez gibi ben kendimi bile kıskanıyorum. Bende bu yüzden alıp başımı böyle yollara düştüm.” Diyince ilk konuşan devreye girip:

“İyide bu karşılaşmamızın mutlaka bir nedeni olmalı? Böyle bir rastlantı ancak hikâyelerde olur!” diğer üçü birden cevap verir:

“Haksın arkadaş! Aynı amaçlar için bu yola çıktığımız ap açık ortada.” Dördüncü kıskanç adam:

“Ben şahsen bu yolculuğun sonunu merak ediyorum doğrusu!” der.

Dört kıskanç adam uzun yürüyüşten sonra küçük bir göl kenarına gelirler. İçlerinden zengin olan adam diğerlerine seslenir:

“Arkadaşlar! Şurada ağacın altında bir küp kulpu var. Şurayı bir kazıp bakalım mı?” der. Diğerleri de oraya gelip elleri ile toprağı kazmaya başlarlar. Kazı sonunda bir küp dolusu altını bulup çıkarırlar. İş paylaşmaya gelince araların da anlaşmazlık çıkar biri ben haber verdim penim payım daha çok olmalı derken diğerleri paylaşmayı adil yapma tarafındadır. Ancak altın pay edildiğinde iki sikke artınca yine bir tartışma başlar. Biri der benim, öbürü der benim. Kavga hayli büyür. Bu sırada oradan geçen biri bu kavgayı ayırmaya gelir ve ne olduğunu öğrenince:

“Bunun için kavga etmeye ne hacet. Size bir soru soracağım hanginiz sorduğum soruya doğru cevap verirse bu iki sikkeyi ona vereceğim. Ancak benim istediğim cevap doğru değilse bu bir küp altını ben alırım.” Der ve soruyu sorar:

“İçinizde hanginiz birine iyilik yaptınız?” birinci kıskanç adam:

“Ben bu yaşıma kadar kıskançlığımdan kimseye iyilik yapmadım.” Der ikincisi:

“Bırak kimseye iyilik yapmayı,  ben iyilik yapan kimseleri bile kıskanırım.” Der. Üçüncüsü:

“Oda bir şey mi? Bana iyilik yapanları bile kıskanırım!” der. Dördüncüsü:

“Ben hem bana iyilik yapanları, hem başkalarına iyilik yapanları ve hatta iyilik yapmayı bile kıskanırım.” Diyince soruyu yönelten kişi küp dolu altını alıp:

“Bende sizin kıskançlığınızı kıskandım. Onun için siz kaybettiniz. Ben kazandım.” Diyip küpü kapıp yoluna devam eder.

Tabi bu bir hikâye olmasına hikâyede, kıskançlığın kimseye bir kazanç sağlamayacağı da malum! En güzel kıskançlık başkasında olan güzel huyları kıskanıp onunla yarışmaktır. Yoksa öte türlü kıskançlığın sonu hasetliğe girer ki bu da hiç hoş olmayan bir durumdur.

Yüce Rabbim bizleri böyle kötü huylardan muhafaza etsin.

Mutlu ve esen kalın…