Orda bir köy var uzakta, işte orası köy değil artık. Şehirleşme, öyle korkunç bir hızla ilerliyor ki; nefes alacak bir alan, huzur bulacak bir manzara bırakmıyor. Ağzını açıp, ceplerini bileyen kocaman rant canavarları, insana ait ve insanın doğasına en yaraşır olan ne varsa, hepsini tüketiyor.

Ne zaman ki; bir köyün mahalle statüsüne geçtiğini duysam, içimde bir hüzün oluşuyor.

Yetkililer gelip, dağdan bedava indirdiğin suya saat takıyor; köyünün manzarasına ve dokusuna hiç uymayan ucube binaları, hizmet adı altında dikiyor; restorasyon denilerek, köyünün en kadim, en manevî atmosferini yaşatan köşelerini tuhaf bir forma sokuyor; şehre entegre etmeye çalıştıkları güzelim köyünden artık hiç bir iz kalmıyor; sen de mis gibi toprak yoluna asfalt döşeyecekler diye seviniyor da seviniyorsun.

Orası artık senin köyün değil. Orası; şehir özentili, eli kınalı, şalvarı çiçekli ama dudağı rujlu bir kadın kadar komik.

Köyler, insan ruhuna ilâç yerlerdir. Bugün gelinen noktada ise özünü korumuş, el değmemiş, kendine has tarzıyla insanı bambaşka mecralara sürükleyecek bir köy bulmak neredeyse imkânsız hâle geldi. Vakit buldukça, bilmediğim köylere gitmeyi âdet edinmiş biriyim. Üzerinden tarihin ve orijinal dokunun aktığı nadir köyler biliyorum. Bazen bazı köylerde gözüme öyle ayrıntılar takılıyor ki; dam üstüne saksağan koysanız o kadar tuhaf görünmeyecek. Hangi akla hizmet ya da hangi köy ahalisinin izni ile ortama sıkıştırıldı bilinmez lâkin, bu durumun en belirgin ifadesi; köylünün elindeki nimetin kıymetini bilmiyor olmasından ileri geliyor.

Ruhumuzu kaptırdık şehir denen çukura. Bir türlü bu sarmalın içinden çıkamazken, sohbet ettiğim bazı köylüler; ellerinde avuçlarında ne varsa satıp, şehirde 3 oda 1 salona kendisini hapsetmeyi diliyor. Metrolar, otobüs durakları, hepsi birbirine benzeyen, baktıkça insanın ruhunu daraltan, yaşadıkça ömrünü kısaltan apartmanlar cazip geliyor onlara. Ahh ah...Gelmeyin efendim, tünelin ucu çok berbat bir yere çıkıyor inanın. Şehirde yaşayacağınız 1 yıl, köyünüzün 10 yılına bedelken, erkenden ruhî bunamaya uğradığınızda, çok üzüleceksiniz.

Rahmetli babam toprağın satılmasına hep karşıydı. "İnsanın; avuç içi kadar da olsa, ekip biçeceği bir toprağı olsun" derdi. Sadece bu da değil, toprağa yüklediği anlam o kadar kutsaldı ki; kendinizi toprağa sarıp sarmalayasınız, kardeşim diyerek sarılasınız gelirdi. Toprağı sevmek, hayat ve ölüm kardeşliğini anlatan derin bir felsefeyi de barındırıyor.

Şehirlerin yavaş yavaş köyleri işgal etmeye başlaması, eklektik bir tarzda kendini gösterme çabası o kadar çirkin görünüyor ki. Restore dediğimiz işi, maalesef bazı mimarlar eline yüzüne bulaştırmış durumda. Restorasyon, sanat kadar ince işçilik ve özen ihtiva etmesi, orijinal yapıya dokunulduğu hissettirilmeden, öyle nazik biçimde, sarraf hassasiyetinde yapılması gerekirken; bazılarının bu işi, yapıyı olduğundan bambaşka bir forma bürümeye çalışması; "burada bir zamanlar şöyle bir bina vardı, nereye kayboldu acep?" sorusunu, kafanızda döndürüp duruyor. Rant dürtüsüyle köylere kadar inen 'hizmet aşkı', şehrin incisi, madeni, elması olan köyleri; şehre özenmiş ama bağlarını da olduğu yerden koparamamış, çalıntı bir meta gibi gösteriyor.

Böyle kötü manzaralarla karşılaşmak, bu ülkenin vatandaşı olarak beni derinden üzüyor. Hepimiz, boğazımıza kadar battığımız şehir hayatında, yaşın da beraberinde getirdiği huzur arayışıyla, kalbimizi köylere çevirmiş durumdayız. Son zamanlarda sık sık duyduğum bir yakınmadır; sırtının alabileceği kadar eşya ile köyüne dönmek isteyen o kadar çok insan var ki...

Şehirler, insan fıtratına uygun alanlar değildir efendim. Demir ve beton yığınıyla dolu bir alanda, onlarla beraber paslanmadan ve onlarla beraber çürümeden sizi asla kabul etmiyor. Size, istediğiniz alanı oluşturmanıza izin vermediği gibi, sizi biçimlendiren ve kısıtlayan bir ortama mecbur ediyor. Çok hızlı akan bu kent yaşamında, öyle durağan ve uyuşturulmuş hayatlar yaşıyoruz ki.

Horoz sesine, farkında olmadan çocuklar gibi sevindiğimi hatırlıyorum. Köye, horoz sesi duymak için gider mi insan? Düşünün artık, o kadar delirmiş vaziyetteyiz. Köyündeki tarlayı, evi satma kardeşim. Buralarda hayalini kurduğun, dizilerden sana empoze edilen o hayatlar yok ve yaşanmıyor da. Hepimiz  birbirimizden kaçıyoruz. Hepimiz, köye kapak atmaya uğraşıyoruz. Tavuğunu sev, tarlanı ek, ekmeğini pişir. Sakın ola köyden mahalleye dönme arzusu taşıma, bunu talep etme. Elini bir kaptırdın mı, ciğerini sökmeden bırakmazlar seni. Bir asfalt, bir su saati, tüm huzurunu alır elinden.

Köysüz kalmayın efendim. Orada bir köy olsun ve gidip yaşayın. Hepinize huzur diliyorum. Saygılar...