Geçen gün bir genç bana sordu. Abi biz neden yaratıldık? Evet gençlerin bir çoğunun kafasında bu sorular eskiden beri var. Bu merak yeni bir merak değil.

Dedim ki, Kur´an da bunun cevabını Allah vermiş zaten kardeşim... Allah buyurur ki, "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat/56) Tüm amaç bu. Var mı başka bir amaca işaret eden delil? Yok. Diğer her türlü iş O´na ibadete giden yolda birer vesile, araç olmalı... Araç yerine diğer herşey yani masiva, yani Allah´tan başka ne varsa hepsi amaç olursa insan hakikatini kaybetmiş, yolunu şaşırmış bir şekilde dolanıp durur. Hafakanlar basar. Varoluş sancısı çeker.

Hegel, "Yaşayan herkes ölümü içinde taşır; ölüm esas teşkil eden bir an olarak yaşamın bir parçası olan, "doğumsal bir tohumdur." İnsan öldürülebilir, ancak bu formalite bir tesadüftür; gerçek şudur ki insanın ölüm sebebi kendisidir." Der. Yani doğmakla birlikte ölüme doğru yaklaşmaktadır İnsan. Doğumla ölüm içkindir. Dünyalı ölümlüdür. Dünyaya gelmeklikle birlikte ecelimizin adı konur. Hegel sanırım bunu söylemek ister. Bunun bilincine varan ama “nereye doğru bir gidiş bu?” sorusunun cevabını veremeyen insan  umutsuzluğa sürüklenir. Umutsuzlukta bir başka modern dönem filozofu olan Kierkegaard´ın saptaması ile ölümcül hastalıktır. Kierkegaard umutsuzluğu ölümcül hastalık olarak tanımlar.

Eğer mutluluk mevcut yaşadığımız dünyada olsaydı haklı olarak şu soruyu sormamıza gerek kalmazdı? Şu kadar zengin var, neden aralarında intihar edenler fakirlere göre daha fazla? Madem bir insan mutlu, neden umutsuzca yaşamına son verecek kararı alır?

Norveç dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri. Kişi başına düşen milli gelir fazlalığında 4.sırada. Tam $55.009. Ama istatistiklerde intiharda dünyada başı çeken ülke... İsveç´te böyle..

Neden? Çünkü insan nefsi Cennet´e göre, oraya ayarlı yaratılmıştır. Dünyanın en güzel köşesi, en zengin yaşam tarzı Cennet´in yanında tırnak kadar değere haiz değil... Ve insanın içinde hep bir sonsuzluk özlemi vardır. Dünyalığı eline geçiren herkesin bilinçaltında ölmek düşüncesi yatar her daim. Bu yüzden mutlu olamaz. Kazandığını kaybetme korkusu, ölme korkusu, hasta olma korkusu, yanma, çalınma korkusu...

Endişeler üzerine huzur ve mutluluk olmaz. Nefis bunlardan hoşlanmaz. O yüzden hep bir yokluk çeker. Varlık içinde yokluk. Refah içinde sıkıntı. Arzu ve şehvet içinde acı barındırır insanoğlu.

Mesela ben. Arkadaşlarımla birlikte olmayı, sohbeti, gezmeyi çok istiyorum. Yanlarına gidiyor bir cafeye geçiyor kakara kikiri derken birden tekrar sıkılmaya ve başka bir yere gidip başka insanlarla birlikte olmaya iştiyakım artıyor. Kalkıyorum eve gidiyorum. Ailemle vakit geçiriyorum. Tekrar canım sıkılıyor. Başka bir şey yapayım istiyorum. Telefonu kurcalıyorum.. çık.. Olmuyor.. Film izliyorum az sonra bitiyor.. Yine sıkılıyorum... Bu devir daim eden sürgit bir eyleyişe geçiyor. İnsan bu cendereden çıkmak istiyor. Yapılagelen ve huzur vermeyen şeyleri tekrar edip duruyor. Her seferinde tekrar tekrar tecrübe etmesine rağmen arayışını aynı minval üzere sürdürüyor. Vakit kaybediyor. Çünkü insanın bilinçaltında gelecek endişesi var. Gelecekte ne olacağım..? Ben de bir gün ölüp gideceğim endişesi. Çoluk çocuğunun öleceği, kaza yapacağı, hasta olacağı endişesi. Aile kurmak, geçim sıkıntısı, hastalıklarla mücadele. Kaza bela. Bir sürü dert tasa... Beynini yiyip bitiren. Gönlünü hep meşgul eden bir sürü düşünce, tasa, endişe…

Oysa bütün bunların birer imtihan olduğunu ve bizi devamlı denetleyen, koruyup kollayan, sabredip imtihanı kazandığımızda bize ebedi Cennet´i vaad eden bir yaratıcı olduğunun bilincinde olunca ancak rahatlıyoruz. Sorunları büyütmüyor, dertleri takmıyoruz...

Ve Allah yine Kur´an da buyuruyor ki, “Kalpler ancak Allah´ı anmakla tatmin olur...”

Ne para, ne kadın, ne erkek, ne mevki, ne makam, ne evlat... Bunlar geçici oyalanmacadan ibaret... Mutlu etmez.. Etmiyorda.. Huzur getirmez... Getirmiyorda.. Bunlarla birlikte insana bir sürü yük ve sıkıntı biner... “Dünyada mutluluk aramak ahmaklıktır" der büyükler. Çünkü dünyaya mutlu olmaya değil ibadet edip imtihan olmaya gönderildik.

Tuzlu poğaça yiyip tatlı tadı alamamaya benziyor bu birazda. Alamazsın çünkü yediğin tuzlu poğaça...                                            

Resûlüllah (SAV.): " Dünya ile aramızda bir münasebet yok. Zira ben dünyada yaz gününde yola çıkan yolcu gibiyim. Yolcu yolda bir ağaç gölgesinde biraz istirahat eder, sonra gölgeyi terk edip gider. Ben de yoluma devam edeceğim " buyurdu. (Hâkim) Biz Müslümanın dünyaya bakışı bu çizgi üzere olmalıdır.

Hz. İsa´ya atfedilen bir rivayette ise şöyle buyurur; "Dünyalık peşinde koşan kişi, deniz suyu içen insan gibidir, içtikçe susuzluğu artar, sonunda helâk olur."

Evet bizim tek sorunumuz tuzlu deniz suyuyla susuzluğumuzu gidermeye çalışmak. Allah derin görüş sahibi olanlardan eylesin hepimizi…