Modern çağın okullarının, bireyi eğittiğine dair olan inanç, gün geçtikçe inandırıcılığını yitiriyor. Ebeveynlerin, eğitimden ziyade, meslek edindirme kursları olarak gördüğü bu sistem, insan ruhunu eriten mekânlar artık.

Çocuğunuzda potansiyel göremiyorsanız, sırf diploma alsın diye üniversiteye göndermeye uğraşmayın mesela.

Önlisans ya da lisans, kaç yıllık olursa olsun, eğer ki değmeyecek bir bölüm ise; giden zamana ve masrafa, kızınızın ya da oğlunuzun başka ortamlarda yaşayacağı acı tecrübelere inanın değmez.

Çoğu insan, çocuğunun bu husustaki potansiyelinin zayıflığını ya kabul etmiyor ya da görmek istemiyor fakat şuurlu bir ebeveyn gibi davranırsanız eğer, boşa geçireceği üniversite hayatı süresince; bir meslek edinebilir, birkaç dil öğrenebilir, çalışıp para biriktirebilir, onlarca kitap okuyup bilgi açığını kapatabilir, bunların hiç biri olmasa dâhi üniversitelerin boş işler bölümünden mezun olup da, hayal kırıklığının yaşatacağı tecrübeyi yaşamamış olur.

Etrafımız, bu acı tecrübeyi edinip de, geçen yıllarına ağlayanlarla dolu. Üstelik bu konuda ebeveynleri ile limonî olanlar bile var. Hem çocuğunu düşük kapasitesine rağmen üniversite okuması için zorluyorlar, hem de o çocuk üniversiteyi bitirip iş bulamayınca da; "biz seni okutup görevimizi yaptık, düş artık yakamızdan" diyerek, onu yalnızlığa ve bunalıma itiyorlar. Çocuğu toplumdan evvelâ, anne-babası tecrit ediyor. O çocuk iş bulamıyor değil, ebeveynin yanlış hayat politikasının kurbanı oluyor. Üniversite okumasını istedikleri zaman Einstein, okul bitip iş bulamayınca da beceriksiz oluveriyor bir anda anne-babanın gözünde. Devlet değil sadece, biraz da ebeveynlerin hatası bu durum.

Akademik başarıyı hedeflerken, esas gayeyi unutmamalıyız. Benim bilgim de, kalemim de, kelâmım da Allah için olmalı demediğimiz ve çocuklarımıza bunu aşılamadığımız müddetçe; eli kalem tutan ama kalbi bir iyiliğe, muhtaca dokunmamış insanlarla dolacak bu toplum.

Lütfen çocuklarınıza üniversite baskısı yapmayın. Herkes üniversite okumak zorunda değil. Üniversite okumak çok matah da bir şey değil ayrıca.

Bunun bir de psikolojik boyutu var ki, daha vahim. Eğitimin, anne karnında başladığını düşünürsek;

Çocuğu beraberlik algısıyla değil de, benlik fikriyle yetiştirdiğinizde, yüklenen aşırı özgüven yüzünden, kendini tek ve biricik sanıp, öteki ya da diğerinin de olabileceği fikrini yok sayarak, narsist kişilik bozukluğuna yol açabileceğinizi biliyor musunuz?

Dünyanın, kendi rahatının ekseni etrafında döndüğünü düşünüp, rahatını bozacak her türlü engeli ortadan kaldırma adına sizi 'huzur' evlerine tıkacağını...

'Önce ben' demek suretiyle, bencil bir ruh hâlinin, anlamsız bir hayatın tuvalet köşelerinde overdoseden son bulacağını...

Günümüzün psikolojik öğretileri maalesef ki birey temelli sloganlarla dolu. Kişiyi önce yalnızlaştırıp, sonra da psikiyatra ihtiyaç duyacak kıvama getiriyorlar. Elbette psikoloji bilimini yok sayamayız fakat içeriği hâlâ çoğu kişi tarafından deli tedavisi olarak görülen bir bilim dalının da; söylemleriyle insanların hayatlarını nasıl yönlendirdiğini, mutsuz insanlar, tatminsiz duygular, bitmek bilmeyen depresyon ve arkasından bir kısır döngü içerisinde hooop, tekrar psikiyatr randevuları şeklinde tükenen insanlarda, bunu daha net görüyoruz.

Bunlar hep 'bir' 'şey' olma adına hiç olduğunu kabullenmeme, sıyrılma, sivrilme, ' bir şeye' benzemeyi isteme, hayatını bu uğurda feda ederek, bu ruhî saldırganlıkla dünyaya getirdiği çocuğun da başına bela olabileceğini unutmamak gerekir.

Nesil bozulmuyor aslında, bozuk gidişatımızın uzantısı, çıkıntısı olarak bize batıyor. Yaptığımız ise sadece hayırsız evlat yaftasıyla avaz avaz bağırmak. Kendimizde olmayan hayrı çocuklarımızdan beklemek.

Allah sonumuzu hayır etsin efendim.

Saygılar...