Batı sosyolojisinin toplum ve insan dizaynı ile ihtiyaçlar hiyerarşisini belirler, bunu benimser, eğitim ve ahlâk ilkelerinizi bu piramit üzerinde yükseltirseniz;

Ne saygı, ne sevgi, ne mahremiyet, ne ahlâk, ne de hakikati kabul edebilirlik gibi insan olmanın en gerekli vasıflarını asla gündeme getirmezsiniz.

Bunlar, karnın doyması ile gerçekleşecek erdemler değildir. Bizim sosyolojimiz, batının kodları ile örtüşmez.

Maslow Amca, karnı doymayan insanın, ahlâkî boyutta kendini gerçekleştiremeyeceğini söyler. Oysa Efendimiz ve sahabe-î kirama yıllarca uygulanan gıda ve özgürlük boykotu süreci; kendilerini, insanoğlunun gelebileceği, görüp göreceği en görkemli ahlâk seviyesine ulaştırmış; aç olmak ya da aç kalmak algımızın, batı kafasıyla asla örtüşmediğini, onlara asla benzemediğimizi en net gösteren örnek olmuştur. Onlar bize birer örnekti ve İslâm'ın nasıl yaşanması ile ilgili; açlığın, fakirliğin hangi boyutu olursa olsun, erdemli ve ahlâklı insan olmanın yolunun ekonomik değişkenlere bağlı olmadığını yaşamları ile ispat ederek bu dünyadan göçtüler.

Bakıyorum da şimdi;

Korkularımız ithal, heyecanımız ithal, huzursuzluğumuz ithal, kazanç yollarımız ithal, mutluluk kapımız ithal, hayatımız ithal...

Korkularımız, heyecanımız kısaca hiç bir şeyimiz bize ait değil.

İthal ettiğimiz bu ruh hâli ve bu ithal hayat biçimi, Müslüman şuuruna ermemize en büyük engeldir.

Vallahi Allah için hiç zor değil;

Deliler gibi bağlanıp, allayıp pulladığımız şu dünyayı yerle bir etmek, hepimizi helâk edip, tertemiz bir kavim yaratmak...

Biz, büyüklüğünü kavrayamıyor muyuz?

Gavurun kurduğu sistem ile yüzyıllardır alışveriş yapıyor, düzenimizi buna göre belirliyoruz. Banka, okul, çarşı, bakkal, sokak, ev; aklımıza neresi gelirse, gavurun kokusu sinmiş, eli değmiş. Tüm algımız yüzyıllardır yavaş yavaş değişime uğramış.

Peki şimdi paraya bakışımız nasıl Müslümanca olsun? İyilik anlayışımız bile İslâm'la örtüşmüyor. Her şey ticarete dökülmüş durumda. Bu dünyada kazanç sağlamayacak hiç bir taşın altına elimizi sokmuyoruz. Batının pragmatist hayat anlayışı ile bakıyoruz dünyaya. Batı; 2+2=4 diyor ama Allah 1'e 10 vereceğim diyor. Allah'ın ayeti ile değil, batının matematiği ile iyilik yapıyoruz. Kaz gelecekse eğer bir yerden, o zaman tavuğu esirgemiyoruz. Yoksa mümkün değil tavuğumuzu vermemiz.

Her yer, her şey, elimizi uzattığımız ne varsa yabancı.

İnsanı eğitirken, yüzyıllar öncesinde kalan hangi metot şu an mevcut? Yüzyıllar öncesi mi? Evet, yüzyıllar öncesinin metodu işe yaramaz dediğimiz için şu an bu durumdayız. 1400 yıldır aynı dirilikte ve tüm zamanların tek çözüm kitabı ile aramıza yüzyıllarca uzaklıkta bir mesafe koyduk. Koşuyoruz ama yetişemiyoruz. Ayağımıza faiz takılıyor, menfaatler takılıyor, haram, kul hakkı, zaaflara olan kölelik takılıyor. Aramıza uçurumu biz koymuşken, aç olan midelerimiz değil, nefislerimiz iken; bizi hangi sofra doyurur?

Batı kafasından sıyrılmadığımız müddetçe, kendimizi hep aç hissedeceğiz. Hayata ve insana o kafayla bakmaya devam ettikçe hep ters tepecek işler. "Sen Müslüman'sın, anlıyor musun?" diyor sana yaratıcı, başına gelen bu ters gidişat ile...

2+2=4; onlarda bu formülün tutacağını, Allah kitapta ifade ediyor. Onlara mühlet verdiğini, görüp görebilecekleri bolluğun sadece bu dünya ile sınırlı olduğunu ayet ayet bildiriyor. Onların dünyaya ve ahirete baktığı pencereden senin bakman yasakken, ısrarla kafanı o dar pencereye sıkıştırdığın için, başın hep ağrıyor ve ağrıyacak da. Tavuğunu verirken kaz beklemeyeceksin çün ki zaten sen, 1'e karşılık 10 alacaksın. Onların matematiği seni hep iflas ettirecek ama ayetin matematiğinde sıfır yoktur, asla tükenmezsin.

Çarşımız da, okulumuz da, sokağımız da, evimiz de karışık. Gavurun hayat kodlarını üzerimizden sökmediğimiz müddetçe de, hiç bir zaman çözülemeyeceğiz efendim.

Bu ithal ruh, bizi iptal etti. Saygılar olsun hepinize.