Sevgili okurlarım bugün sizlere kısa bir hikâye ile merhaba demek istedim. Yavaş, yavaş unutulmaya başlandı her nedense selamlaşmak. Selamın Aleyküm yerine şimdiki gençlik abuk sabuk sözler ile biri birleri ile sözde selamlaşmakta. Oysa selam Allah’ın adı ile başlar. Her nedense bazıları gayri Müslimler gibi “Hello” diyerek kendisini modern biriymiş gibi göstermekte. Yâda onlar Allah’ın adı ile başlayan selamı vermekten veya almaktan kendilerini muaf tutmaktalar. Veya bir başka açıdan bakmak gerekirse, bu kişilerin selamlaşmanın anlamından haberleri yok da demek gerekir. Üstüne üstlük bırakın gençliğimizi aklı başında âlim diyebileceğimiz okumuş önemli mevkilere gelmiş Akademisyenler bile sadece birbirleri ile “selam!” Demekle yetinmeleri insanı üzüyor doğrusu. Sözü özü doğru olan Allah’ın selamı ile açar okur kelamı. Kurda kuşa, dağa taşa, kabirde yatan mevtaya selam verir. Allah’ın imanlı kulları! Selamın Aleyküm diye girer bir mekâna.

Evet, bakalım bugünkü hikâyemiz neymiş?
Vakti zamanın birinde Tebriz İlinde çok büyük bir âlim varmış. Bu âlim dünyada ki her şeyi bilir ve her şeyden de haberdarmış. Gel zaman git zaman âlim o kadar kibirlenmiş ki bir gün kendi kendine: “Bana bu kadar bilgi yetmez gayri biraz daha gezip şu âlemde başka ne bilgiler varsa onları da dağarcığıma alayım.” Deyu yola koyulur.       Az gider uz gider, yolu bir köyün kıyısına gelir. Bakar çayırda bir çoban sürüsünü yaymış kendi de elinde ki kaval ile toprakta bir oyanı, bir bu yanı kavalı toprak üzerinde gezdirmekte.  Âlim genç çobana yaklaşıp:
“Bre genç adam sen neylersin böyle?”
Çoban başını kaldırıp yabancıya:
“Görmez misin aksakallı pirim, dünya’yı ölçmekteyim. Sonra neden selam vermezsin?”
Âlim’in yüzü hafif kızarır. Şaşkın bir halde, biraz merakla ve biraz da alaycı bir tavırla tekrar sorar:      “Peki, kaç arşındır şu dünya?”      Çoban cahil okuması yazması dahi yoktur:
“Arşında ne ola pirim?”
Âlim çobanın cahil olduğuna iyice kanaat getirmiştir:
“Sen hiç mektep medrese görmedin mi bre cahil?”
Çoban ezik bir tutum ile:
“Hayır, pirim söylediğiniz gibi ben cahilim.”
Âlim biraz kızgın:      “Cahilim dersin bir de dünyayı kavalın ile ölçersin. Peki, şu dünya kaç kavaldır bilir misin?”
Çoban şak diye cevabı yapıştırır:
“Kavalım ile ölçtüm tamı tamına bir kaval boyudur pirim.”
Âlim bir kahkaha atıp:
“Bu koca dünya demek topu, topu bir kaval boyudur öyle mi?”
Çoban hemen cevap verir:      “Anlaşıldı ki bana inanmamaktasınız pirim. O vakit şu dünyanın en bilgili âlimine sorun bu ahvali.”
Çoban koyunlarını önüne katıp oradan uzaklaşır. Âlim çobanın bu sözü karşısında kala kalmıştır. Dünyanın en büyük âlimi benim ama bu çobanın söylediği nedir? Bu ne demektedir? Diye içi içini yemektedir. Âlim köye varır, köy konağında onu ağırlarlar. Gece yatmaya gelir iş. Âlim yatar ama rüyasına genç çoban gelir ve âlime: “Sordun mu benim dünyayı ölçme işini, şu dünyanın en büyük âlimine?” Âlim sıçrayıp kalkar, mendili ile yüzünün terini siler, Velahavlevela çekip tekrar yatar. Ama ne mümkün sürekli bu kâbus ile uyanıp durur. Artık sabah ezanları okunmaktadır. Âlim kalkıp abdestini alır namazını kılar ve ardından ellerini açıp:”Allahım bu ne iştir böyle şu çobanın söylediği söz aklımdan bir türlü çıkmamakta. Bana bir yol göster deyip yatağına uzanır. Bu sırada uykusunda bir ses:      “Ey Âdemoğlu! Önce her nereye varırsan var Allahın selamını ulaştır herkese, her yere! Kurda kuşa, ağaçlara yerde ki canlılara, deryadaki balıklara selam eyle! Bu kadar kibirlenip âlim olduğunu söylersin amma, cahil bir çobanın dünyayı ölçüp bir kaval boyu olduğuna neden inanmazsın? Bu uçsuz bucaksız âlemde nice dünyalar vardır. Ve onlar Allah’ın gözünde bir kaval ölçüsünden bile azdır.” Âlim ter kan içinde sıçrayıp uyanır ve tevbeye gelir.

Neden bu kıssa? Yazımın başlığı ile vaki?“SELAM” İslam da en önemli olan içtihatlarından biridir Selam vermek Sünnet ise, Selam almak Farzdır der dinimiz. Bu kadar önemlidir selamlaşmak. Bir topluma kelam için girersen eğer, selam vermeden kelama başlama der büyükler.
Bütün bunları bir kıyıya koyalım. Kendini Âlim ulema sanan bazı kibirli kişiler, kendisine uzanan eli tutmayıp, bir de cemaat içinde o kişiyi rencide ederler. Oysa ne kadar güzel bir iştir selam vermek, selam almak. Hele tokalaşıp tebrikleşmek, birbirlerinden olumlu elektrik alıp iyi dileklerde bulunmak güzel bir adet değil midir?