Aynı yıl içerisine kaç tane felâket sığar? Elazığ depremi, Coronavirüs, Giresun, İzmir... Aklıma gelenler sadece. Arada ıskaladığım, bilinçaltımın diplerine itelediğim nice felâketler de mevcut. Belki de felâket olarak bakmamın nedeni; başımıza gelenlerin, elimizden kayıp gidenle ilintili olduğundan kaynaklanıyordur. Oysa türlü felâketler görmüş olan bu dünya, altı üstüne getirildiğinde, yepyeni başlangıçlar ile kaldığı yerden devam ettiği vakidir. Hani ters-düz olan hayatımıza; belki de hayatımızın tersi, düzünden daha hayırlıdır gibi iyimser ve de güçlü bir teselli ile devam ederiz ya...

Coronavirüs tüm dünyayı sarmaya başladığı ve herkesin deliler gibi aç kalma korkusuyla sağa sola koşturduğu dönemde; felâket çığlıkları atılıp, keskin ve de net biçimde ifade edilen mahvoluş senaryoları yazıldığında; küresel sistemin rezil gidişatının değişmeye ve sonunun geldiğine dair olan inancım, açlığımı giderecek olmanın rahatlığından, daha büyük bir teselliydi benim için. Ya herkes doymalı, ya da herkes doymadan rahat uyku uyuyamamanın verdiği rahatsızlık, karnımı doyurmanın verdiği rahatlıktan çok daha doyurucu ve önemli olmalıydı.

Yaklaşık 500 yıllık bir zaman diliminden bu yana var olan koskoca sömürü düzeninin, gözle görülmeyen küçücük bir virüsle değişime ve yıkılmaya dair olan istek; virüsün verdiği zararlardan çok daha önem arz etmeli, heyecanlandırmalıydı anti-kapitalist bünyeleri. Alın size işte; hayatın tersinin, düzünden daha hayırlı olduğuna dair bir örnek.

Salgın başladığından bu yana geldiğimiz noktada, bambaşka bir dünya düzeni fikri ile çalkalanıyor zihinler. Acaba olabilir mi? Alıştığımız bu düzen (ya da alıştırıldığımız), paranın hâkimiyet alanları, siyasal düzen, sosyolojik yapılanmalar, öncelikler, güç dengeleri... Tüm bunların bir anda değişime uğraması mümkün değil lâkin bir yerden başlamadan, bütüne hâkim olmanız da mümkün değildir. Allah fırsatlar yaratır; bu, gerek bir felâket olarak algılanır biz aciz bünyelerde, gerekse de değişimin başlangıç noktası olarak ele alınır. Bunun için de, mümince bir bakış ve kavrayış gerek. Hz. Nuh'ta değişimin başlangıç noktası, tufanla yerini bulmuştu. Tufan olmadan, değişim olmuyor. Ters edilmeden, düze dönülmüyor.

İZMİR'İN ENKAZINDA ÇİÇEKLER AÇTI

Deprem kuşağında olan bir ülkeyiz. Yılın başından bu yana nice sarsıntılar mevcut. Öyle ki oturduğumuz koltukta, bazen sallandığımızı sanma psikolojisi ile yaşamaya alıştık. Devletin ve milletin muazzam desteği ile hızla sarılan yaralar, acılarımızı hafifletiyor.

İzmir'den gelen acı haber, salgının üzerine hiç iyi olmadı. Lâkin ne dedik; tersimiz düzümüzden hayırlı belki de... Tekbirlerin inlettiği enkaz yığınlarının arasında, tüm İzmir duaya doydu.

Yine öyle manzaralarla karşılaştık ki; içimiz yandı, sonra rahmet yağmurları yağdı. Rahmetin adı Elif oldu, Ayda oldu...

Leş kafalar da yine boş durmadı.

Bir tarafta; güya depremin İzmir'de olmuş olmasına sevinen ve sosyal medyada türlü yorum, görsel ve video ile bunu dile getiren başörtülü ya da sakallı provokatörler; diğer tarafta dine olan kin ve nefretini kusmak için, bu sakallı ve başörtülü provokatörlerin tezgâhını dört gözle bekleyen insan müsveddeleri...

Allah, akıl fikir versin her iki tarafa da. Şükür ki tek tek adreslerinden alınıp, gereken işlemler yapıldı. Sahte hesaplarla tezgâhladıkları bu çirkinlikler, yardım seline engel olamadı. Dualarla, tekbirlerle enkaz altından çıkarıldı insanlar.

Çok geçmiş olsun İzmir...

Allah Ümmet-i Muhammed'i korusun efendim.

Saygılar...