Geçtiğimiz hafta İHH’nın öncülüğünde Bangladeş’in Cook’s Bazaar mevkiinde ki mülteci kamplarına gittik. Yani Myanmar sınırında ki Arakanlı Müslümanların kamplarına…  Kısacası 6 bin km uzaklıkta Mahmudiye Mahallesi büyüklüğünde ki bir alanda, 1,5 milyon insanın neredeyse üst üste konulduğu içler acısı ölüm merkezindeydik kısacası…

2 milyona yakın insandan bir kısmının acımasızca öldürüldüğü, bir kısmının kaçarken nehirlerde boğulduğu, diğerlerinin ise açlıktan hayatını kaybettiği bir yerden bahsediyorum.
Biz burada gezi parkında 10 ağaç kesiliyor bahanesiyle ülkeyi ateşe veren insanlarken, oradaki  Müslümanlar, bir dilim ekmeği bulunca sevinçten havalara uçanlar modunda…
Arakan’ı anlamak için O’nların nelerle imtihan edildiğini görmek gerekiyormuş meğerse... Yüz binlerce çocuğun büyük bir bölümü yetim. Ayaklarında ayakkabısı, üstlerinde elbisesi yok. Yerleşim alanlarının çok uzağında kendilerine ayrılmış bir bataklığa mahkum edilmişler. Kanalizasyon yok, elektrik yok, su yok. Hadi bunları geçtim, sağlıklı yatacakları yerleri bile yok.
Kendinizi 10-15 m2’lik bir kulübede hayal edin. Her yer çamur, her yerde kanalizasyon kokuları var. Ve içecek suyunuz bile yok. O kulübede 10 kişi yaşayabileceğinizi düşünün. Artık üst üstemi yatarsanız, yoksa sırayla mı o’nu bilemem. Ve bu yerde yaşamaktan başka herhangi bir şansınız yok. Sizi anlayan yok, dinleyen yok. Daha da önemlisi size ikram edilmiş 3-5 parça yiyeceği bir ayda tüketme zorunluluğunuz var. Ekmeği bile koklayarak yaşamak mecburiyetinde hissedin kendinizi...

Ve çocuklarınızın balon nedir bilmediğini, çikolatayı bile hiç tatmadığını, cipsin varlığından, dondurmanın verdiği keyiften haberlerinin olmadıklarını hayal edin. 
Bırakın oyun tabletlerini, bilgisayar nedir bilmeyen, telefonu görünce bunlar uzaylı mı acaba dediklerini bir kafanızdan geçirin ya da oyuncağı görünce kendisine piyango çıkmış gibi mutluluktan havalara uçan çocuklar hayal edin.

Sonunda birde kadınlarınızı düşünün. Her kulübede en az 3 çocuk var. Bu sayı bazı barakalarda 5-6’ya kadar çıkıyor. Hemen hemen her kulübede kendi çocukları dışında akrabalarından kalan yetim evlatlarda var. Çamurlu bir yaşam. Yemek yapacakları kapkacağı bırakın, yemek yapacak gıda ürünleri bile yok. Buzdolabı yok, çamaşır makinesi yok, ütü yok. Kucaklarındaki bebeklerine verecekleri sütleri bile yok. Birkaç parça elbiselerini bile yağmur sularıyla yıkıyorlar. Tuvalet en büyük sorun. Yıkanacakları alanları bile yok. Elbette sadece bunlar değil, Bangladeş hükümeti aldığı bir kararla odun yakmayı bile yasaklamış. Gerekçe ormanların azalması. Bir ağaç dalının bile kesilmesinin yasak olduğu bu mülteci kampında kaderinize mahkum edildiğinizi bir düşünün.
Burada kolu ve başı ağrıdığında soluğu hastanelerde alan, çocuğu öksürüyor diye üzerine titreyen anneler-babalar; bide orada ki Müslümanların halini siz düşünün. Kamplardakiler mahrumiyetten uzak yaşarken, bir de çocuklarınızın her an organ mafyaları tarafından kaçırılabileceğini ne olur bir hayal edin.

Bunun gibi yüzlerce örnek verebilirim aslında. Biz Yunanistan’da yangın çıktığında oradaki ölen insanlara bile merhamet eden topluluklarız. Bu bizlerin genlerinde olan bir özellik. Bizler merhameti en çok içimizde hisseden bir milletiz. Arakan’da, Somali’de, Kudüs’te veya dünyanın herhangi bir yerinde, zulüm veya açlık nerede varsa orada biz oluruz. Olmakta zorundayız. İşte buna en güzel örnek Türk devleti ve Türkiye’de ki STK’lar. Şükürler olsun ki nerede bir sorun varsa, artık soluğu orada alan bir devletimiz var. Ve en önemlisi İHH gibi bir değerimiz var. Birçoğumuz FETÖ terör örgütü nedeniyle bazı dernek ve STK’lara karşı güven sorunu yaşıyor. Ancak İHH ne bir dernek, ne de bir cemaat örgütlenmesi. Sağcısı-solcusu elbirliği vermiş ve dünyanın her yerinde yaptığı çalışmalarla uluslararası tanınırlığı olan, devasa bir yardım örgütü haline gelmiş. Savaşlarda bile ülkeler arasında arabuluculuk görevleri üstlenebilecek bir kimliğe bürünmüş. Saygınlığı ve etkinliği var. Her şeyden daha önemlisi bir çıkar gütmüyor. Şeffaf yapılarıyla tek dertleri var; yaşam mücadelesi veren insanlara umut olmak, yüzlerini bir nebzede olsa güldürmek.  
İHH’nın İnegöl Başkanlığını yürüten değerli arkadaşım İlhan Tatlı, “Ben cennete girmek istiyorum. O yüzden tüm mesaimi ve enerjimi bu hayır işlerine adadım” diyor. Ve gerçekten orada yapılanları görünce ağzım açık kaldı. Bambulardan yapılan barakalar, güneş panelleriyle sağlanan elektrikler, çamurdan korunmak için dökülen betonlar, kapkacak ve gıda yardımları ile barakaların içine konulan hasırlar. Kısacası İHH çok güzel hizmetlere imza atıyor. Orada Türk bayrağını gururla dalgalandırıyorlar. Açılan okullarda yüzlerce çocuk temel dini bilgiler ve yabancı dil kursları alıyorlar. Türk Kızılay’ı, TİKA ve Sağlık Bakanlığı da yine burada kendini hissettiriyor. Ancak burada ihtiyaçlar gün geçtikçe katlanarak artmaya devam ediyor.

Biz fatura ödeme kuyruklarında 10 dakika bekleyince kriz çıkaran bir topluluğuz. Ancak oradaki Müslümanlar, yarım litre yağ ve birkaç parça gıda ürünü almak için yüzlerce metrelik kuyruklarda saatlerce ve sabırla bekliyorlar. Ve hiçbiri isyan etmiyor. Çünkü başka çareleri yok. Peki çaresizliğin dermanı biz olmayacaksak kim olacak?
başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere batılı ülkelere mi teslim edeceğiz, bu insanları?  Batılı zenginlerin uşaklığını yapan organ mafyalarına mı kurban edeceğiz bu mazlumları? Oradaki misyonerlik yapan sözde uluslararası örgütlerin eline mi maşa yapacağız bu toplulukları? Elbette ki hayır...
Şimdi her defasından daha fazla elimizi Arakan’a ya da diğer ölüme mahkum edilmiş insanlara uzatma vaktidir. Bugün Arakan’a kurban olma vaktidir. Gelin hep birlikte tadına hasret kaldıkları etlerle sevindirelim o’nları. Kurban bayramı öncesi bir çocuğun yüzünde ki tebessüm olalım. Bebeğini emzirmek isteyen annelerin sütü olalım.
Sizlerden ricam hiç değilse bu kez bu bölgeye kurban bağışlayalım. Maddi ve manevi anlamda Arakanlıların yanında olmak isteyenlerin 0224 715 99 44 veya 0506 156 53 44 no’lu telefonlardan İnegöl İHH’ya ulaşmalarını insanlık adına, yardımseverlik adına, Müslümanlık adına önemle istirham ediyorum. Saygılarımla…