Veysel Çamlıdere ağabey´den dinlemiştim yıllar önce. Isparta´da öğrencilik yıllarında iken dinlemiş sayın cumhurbaşkanımızın katıldıgı parti kongresinde anlatmış oldugu bu hadiseyi. Parti teşkilatlarının yeni yeni açıldıgı zamanlar. Teşkilat lokalleri belirli saatler arasında her gece açılıyor bir nöbetçi nezaretinde. Nöbetçilere de yoklama cekiyor başkan. Açıldı mı lokal, asayiş ne alemde diye kontrol ediyor. Şişli lokalinden ses yok. Telefonu açan kimse yok. Atlayıp gidiyor Tayyip bey. Saat 18´de açılması gereken lokal 18.30 da açılıyor. Nöbetçinin ismi; Abdülmecit Yücel. Saat kaç?kardeşim diyor. Nerdesin bu saate kadar? Abdülmecit Yücel arkası dönük yerleri süpürüyor, çıkmıyor sesi, çıkamıyor. Gözleri yaşlı. Kelimeler düğümlenmiş bogazında. Neyin var? diyor başkan. Ses vermiyor yine, anlatmıyor. Bir şey yok diyor başkanım “kederlendim öyle, yok bir şeyim.” Ertesi gün öğreniyor Tayyip bey, Abdülmecit´in gözünün yaşını bogazının düğümünün sebebini. Hanımı doğum esnasında vefat ediyor. Morga indiriyor. Yeni doğan evladını baldızına teslim edip görev yerine geliyor.

Milli görüş ile uzaktan yakından ilgisi olmayan benim için ne anlam ifade ediyor bu hadise. Yazı başlığı ile anlattıgım bu hikayenin ne ilgisi var? Nerden aklıma geldi? Neden geldi? Neden anlattım burada? Sokak bilboardun da 28 şubat ‘mağduru´nun katılacağı bir program ilanını görünce hatırladım bu hadiseyi. Taş köprüyü ayakta tutan küçük bir taş parçası kadar bu memlekete hayrı dokunmayan adamların hala utanmadan ortalarda mağdur edebiyatı yapmalarından iğrendiğim için. Meselenin, derdin, davanın cefasını çeken adamlarlardan, sefasını süren bu bezirganların mağdur edebiyatı ekmeğini yemekten doymadıkları için. Kendi çocuklarını allı pullu kolejlerde okutup gariban çocuklarını imamhatip okullarına vermeleri gerektiği mavalını parti lokallerinde attıkları nutuklar için. Bu topluma, bu millete söyleyebilecek tek bir lakırdıları olmadığı halde hezeyan dolu, toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran aptalca uluular ulu´su anılarını bir tatmin aracı gibi ulu orta yapmaktan utanmıyorlar. Bu jargon, bu dil, bu üslup, bu karikatür tipli modellerin devri bitti abiler. Duygusal sağaltımın bu ucuz, bu pespaye araçlarıyla duble yollarda yolculuk edilmez. Erdoğan, neden yanında yöresinde tutmuyor zannediyorsunuz bu modelleri? Çok iyi biliyor ne mal olduklarını. 28 şubat gazileri sıfatıyla anılmaları gerekiyormuş haşmetmeab hazretleri. Suyundan da koy başgan. Devlet yüce nişanını da verelim mi? Merhum Erbakan´ın ayaklarına takıldığınız, tökezlettiğiniz yetmedi, alkış bekliyorsunuz yapış yapış yaşadıklarınıza.

16 Nisan bu anlamda önemli bir milat olacak. Gerek bu fosillerin gerekse Erdoğan´ın sırtında yük olan Ak parti teşkilatlarındaki, dünyayı, Türkiye´yi bilmeyen bu ülke insanının diline, dünyasına yabancı olanların sesleri de kesilecek solukları da. Seslerinin neden bu kadar çıktığını zannediyorsunuz? Yeni zamanlarda konumlarını sağlama almak için. Biz de varız, sesimizi duyun diyorlar akılları sıra.
Geçti abicim Bor´un pazarı.
Hadi, Niğde şu tarafta.
Ayağınızı gazdan kesmeden devam ediyorsunuz.

Hadi bakiym.