İmdat ya!

 

ALO POLİS!

İMDAAAT!

   İmdat ya!

   Başımız sıkışınca hemen yetiş polis…

   Başka zaman polis öcü…

   Büyükler küçüklere dediğini yaptırmak, disipline sokmak için:

   “Bak seni polis amcalara veririm, alır götürürler” diye korku salarlar…

   Yani polis:

   Umacı gibi çocukların gönlünde korku aracı olarak yaşar, çoğu kez de öyle kalır…

   Büyüyünce de polise yaklaşımı; korkuyla karı-şık, olası kusurlarından muaf tutulması için, yağ kokar, hem de vıcık, vıcık…

   Polisimiz bunu bilmez, anlamaz mı?

   Anlar ve bilir; almış olduğu psikolojik eğitimle, kendisine yaklaşanın nedenlerini, çok iyi değerlendirir…    

   Ama yüreğinde taşıdığı sevgi ve görev sorumluluğu, insan davranışlarına hoşgörü penceresinden bakmasını gerektirir…

   Evet: bu aynen böyledir.

   Öte yandan bizler nasılız, ne gözle bakarız polisimize?

   Onlara yaklaşımımız hep beklentiye, hep çıkara dayalı değil midir?

   Örneğin trafikte:

   Sürat mı yapıyoruz, alkollü araç mı kullanıyoruz, kırmızı ışıkta mı geçiyoruz, Vb gibi, yasaların suç saydığı konularda; hep idare edilmemizi        beklerken, onları da suçlarımıza ortak katmıyor muyuz?  

   Polislerimize hangi konularda yardımcı olmaya çalışıyoruz?

   Hiç!

   Hep onlardan bekliyoruz:

   Kanun dışı her türlü hareketimizde, “bizi görmesin idare ediversin, bize dokunmasın” diye yapmadığımız riya kalmıyor…

   Kazara, onların bize işi düştüğünde:

   Görgü tanıklığı, delil toplamada kolaylık sağlama gibi…

   Hemen sırtımızı dönüp tam siper oluyoruz, ya da üç maymunları oynuyoruz;”Görmedim, duymadım, bilmiyorum…”

   Çift standart yani; işimiz düştüğünde: “Ağamsın paşamsın ağabeyimsin…” yaltaklığı, O’nun görevine yönelik destek söz konusu olunca da, vın!    Ara ki bulasın…

   Polisimiz kimin için var, kimin için çalışıyor?

   Kamu düzenin sağlanmasında, bireylerin namus ve onurunun korunmasında, birinci derece-de sorumlu polisimiz değil mi?    

   Gece evlerimizde çoluk çocuğumuzla rahat uyuyabiliyorsak bunu polisliğe, polislerimize borçlu değil miyiz?

  Sokaklarda rahat dolaşıp gezebiliyor, işimizle, gücümüzle özgürce uğraşabiliyor, korkusuzca yaşayabiliyorsak bu güveni nereden alıyoruz?

  Elbette kolluk kuvvetlerimizden; kırsal alanda jandarmamız, şehirlerimizde de polisimizden…

  Unutmayalım ki:

  Polisimizde insan; her insanda, her meslek erbabında olabildiği kadar onlarında sorunları vardır…

  Toplum hasta ise, polisimizi bunlardan soyutlamamız mümkün değildir. Yılda bir hafta O’nu hatırlamak için yapılan törenler, atılan görkemli nutuklar belki gönülleri okşayabilir, ama bunlar, gerçeği örtemez…

   Nasıl örtsün ki: Ölüme en yakın mesleklerin başında polislik vardır: Her gün evinden çıkarken dönüşün belirsizliği, gerek kendi, gerekse aile bireylerinin psikolojileri üzerinde yaratabileceği tahribatı yaşamayan bilebilir mi?

  Polislerimizde insandır dedik; O’nun da bireysel olarak herkeste olabilecek duyguları, refleks-leri vardır. Beğeniriz, beğenmeyiz ayrı konu; bunlar kişilerin bakış açısına göre farklılıklar gösterebilir…

   Ama:

   Bir polisin bir vicdanı vardır; önce ona karşı sorumludur. (Birey sorumluluğu)

   İkinci olarak: Bağlı olduğu polislik mesleğinin yasasına karşı sorumluluğu vardır… (Yasal sorumluluk)

   Bir Üçüncüsü ise:

   Seçilmişlere, yani siyasi otoriteye karşı sorumluluğu vardır ki, polisliği biçare bırakan, elini bazen mahkum kılan sorumluluk da budur… (Siyasi sorumluluğa ortak olma…) 

   Toplumun nezdinde, polislerimize karşı olumsuzluğu yaratan da çoğu kez, bu zorunlu sorumluluktur…

   Öyle ya da böyle:

   Böylesi zor koşullarda, kendisine yüklenen onca sorumlulukların altından kalkma ve dolayısıyla insanlarımıza güvenli bir yaşam ortamı hazırlama görevini başarıyla sürdürme, her meslek erbabının harcı değildir… 

   Polislerimizi sevelim, onlara her ortamda yardımcı olalım; çünkü Onlar biziz…

   Selam olsun polislerimize, sağlık ve huzur dolu nice yıllar dileğiyle…