Yüce Allah (c.c), din duygusu ile yüklü olarak yarattığı insanları, kadın ve erkek ayırımı yapamadan “ibadet” ile sorumlu tutmuştur.  Yüce Allah (c.c)  bu konuda:”Namazı tam kılın, zekatı verin, rüku edenlerle beraber rüku edin.”(Bakara,43) buyurmaktadır.  Yüce Rabbimiz başka bir   ayet-i kerimede ise : Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” (Tevbe,9/71) buyuruyor. Peygamberimizin yaşadığı dönemde hanım sahabiler; vakit namazlarının yanı sıra müslümanların haftalık buluşması anlamına gelen cuma namazlarında da cemaatin arasındaydılar. Hatta iş güç sebebiyle diledikleri kadar camide bulunamadıklarından şikayet eden hanımlar “Ya Resulallah! senin sohbetinden hep erkekler faydalanıyor. Bize de özel bir gün belirlesen, o gün sana gelsek de Allah’ın size öğrettiğinden bize de öğretsen” ricada bulununca kararlaştırdıkları zaman ve mekanlarda onlara özel dersler vermiştir. (Buhari,İ’tisam,9)

Peygamberimiz (s.a.v), kimi zaman karanlıkta evden çıkmayı gerektirse de camiye gitmek isteyen hanımları engellememeleri için erkeklere: ”Hanımlarınız geceleyin mescide gitmek için sizden izin istediğinde onlara izin verin.”(Buhari, Ezan, 162) buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) başka bir hadis-i şerifte de : “Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerinden alıkoymayın”( Buhari, Cuma, 13) uyarısında bulunuyor. Böyle bir nebevi uyarı hemen uygulama alanına yansımıştır. Hz. Aişe (r.anhe)’nin ifadesiyle,”İnanan kadınlar örtülerine bürünerek Resulallah ile beraber sabah namazına katılıyor, namazı eda ettikten sonra da evlerine dönüyorlardı da henüz ortalık alaca karanlık olduğundan dolayı kimse onları tanıyamıyordu.”(Buhari, Mevakıt, 27)  Saadet asrında hanım sahabiler, Cuma namazlarına katılarak bu mübarek vaktin feyiz ve bereketinden yararlanmış, Allah Resûlü’nün dilinden hutbe dinlemişlerdir. Resül-i Ekrem’in hutbelerini düzenli takip eden Ümmü Hişam bnt. Harise’nin sözleri dikkat çekicidir..”Ben Kaf süresini Resülullah’ın dilinden dinleyerek öğrendim. Bu sureyi her Cuma hutbe irad ederken minberde okurdu.” (Müslim,Cuma,52) demiştir. Aynı şekilde bayram namazlarını Medine’nin namazgâhında coşkuyla eda etmişler, tekbirlere ortak olmuşlar, dualara hep birlikte amin demişlerdir. İslam’ın ilk hanım talebeleri, kendilerine Mescid-i Nebevî’nin ilim halkalarında yer bulmuş, mescidin bereketli ve feyizli ortamından mahrum kalmamışlardır. Her ne sebepten olursa olsun kadınların cami ve cemaatten uzak kalmaları islam’ın özüne ve ruhuna aykırıdır. Halbuki Allah’ın mescidlerinde kıbleye dönüp alnını secdeye koymak, huşu ve tefekkürle yapılan vaaz ve hutbeyi dinlemek onların en doğal hakkıdır. Bu nedenle Peygamberimiz, cemaatinden kadınları uzaklaştırmamış, arkasında namaz kılma şerefinden, sohbetini dinleme zevkinden onları mahrum etmemiştir. Peygamberlerini görerek örnek alabilmeyi, konuşmalarını dinleyerek dini öğrenebilmeyi, ona sorular sorarak dini anlamayı,ve arkasında saf tutup namaz kılmanın lezzetine ermeyi dileyen kadınlar Mescid-i Nebevi’nin daimi cemaati arasında yerlerini almışlardır. Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ; ( Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” (Darimi, Mukaddime, 32) buyurmaktaydı. Onun tebliği, cinsiyet farkı gözetmeksizin toplumun bütün bireylerini muhatap alıyor, dolayısıyla tebliğin vazgeçilmez mekanı olan olan mescid herkesi kucaklıyordu. Çünkü Allah Resülü (s.a.v); kadına emek vermenin sadece bir müslümanı yetiştirmek değil, aynı zamanda bir nesli yetiştirmek ve eğitmek anlamına geldiğini biliyordu. Annesinin kucağında camiyle tanışan taze bir canın, yetişkinliğe doğru attığı her adımda bu tanışmanın izlerini taşıyacağını biliyordu. Camilerimiz, yanlış algı ve uygulamalar nedeniyle çocukların ağlama seslerinden ve cıvıltılarından mahrum kaldı.

 

İşte bu yüzden sevgili peygamberimiz ”Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki, o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum.Annesinin onun ağlamasından sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum”(Buhari,Ezan,65) diyordu. Peygamberimizin anlayışına göre; Anne orada olmalıydı! Zihnini ve gönlünü mescidde terbiye etmeliydi. İyiyi, doğruyu, hakikati öğrenmeli, ve evladına da öğretmeliydi. Oysa camide verilen kıymetli vaazlardan, hutbelerden, cami ders halkalarından kadınların uzak kalmaları; dini öğrenme, anlama ve yaşama açısından büyük bir eksiklik olmaktadır.  Kadınlarımız maalesef aynı kubbe altında ibadet etme imkanına kavuşabilmek  için teravih namazını beklemek zorunda kalmışlardır.. Halbuki anne-baba-çocuk aynı ezana icabet edecek; aynı tekbirin coçkusunu, aynı kıratın huzurunu ve aynı nasihatin etkisini ruhunda hissedecek; ailece birliğe, dirliğe ve huzura erecekti. Maalesef asırlarca kadınları ve yanların-da getirdikleri yavrularını mescidden uzaklaştıran  anlayış ve uygulamalar,  bu bütünlük şuurunu çok zedemiştir…

 Yeryüzünün ilk mabedi olan Kâbe’nin temellerini İbrahim (a.s), oğlu İsmail’le birlikte atmış, mü’minlerin kıblegâhı olan bu mekân onların ellerinde semaya yükselmiştir. İbrahim Peygamber’in sevgili eşi, İsmail Peygamber’in annesi Hz. Hacer’in Beytullah’ın harcında emeği vardır. Hacer validemizin Safa ve Merve’de ayaklarının izi, Hicr’de hatırası vardır. Zemzem suyu, onun sa’yinin hürmetine ikram edilmiştir. Hac ve umre ibadetini yerine getirirken hepimiz Safa ve Merve tepelerinde onun izinde yürürüz.İsa (a.s)’ın annesi Hz. Meryem de gönlünü Rahman’ın evlerine bağlamıştır. Kadınların mabetlere alınmasının yasak kabul edildiği bir dönemde Meryem’i mabede en güzel şekilde kabul eden ve mihrapta eğiten Rabbimizdir. Mabede adanmış bir kadın olan Hz. Meryem, bu mukaddes mekânda rükû edenlerle birlikte rükû etmiş, arınmış ve iffetin timsali olmuştur. Ömrünü Beytülmakdis’te Rabbinin himayesinde, O’na ibadet ve taatle geçirmeye adamış ve bu sebeple bulunduğu mabette nice ilahi lütuflara mazhar olmuştur. Hz. Hacer ve Hz. Meryem validemiz gibi kalbi mescitlere bağlı olan hanımlar, Allah’ın mabetlerinde O’nun lütuf ve kereminden faydalanmaya devam etmişler, Mescid-i Nebî’de Sevgili Peygamberimizin ardında saf tutma mutluluğuna erişmişlerdir. Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) ile birlikte kıyama durmuşlar, rükûya eğilmişler, secdeye varmışlardır. Bayanların camilere gitmeleri; hem dini bilgi edinmelerini hem de psikolojik açıdan rahatlamalarını, müslüman hanımlarla kaynaşmalarını ve cemaat şuuru kazanmalarına sağlar.

Bu nedenle camilerin fiziki mekanları mutlaka bayanlara hizmet verecek şekilde yapılandırılmalıdır. Özellikle bayanların güzel bir şekilde abdest alıp namaz kılabilecekleri, rahat bir şekilde girip çıkabilecekleri fiziki ortamlar oluşturulmalıdır. Toplumun yarısını oluşturan kadınlarımızın cami ve din hizmetlerinden yararlanması için tüm fiziki engelleri ve ön yargıları kaldırmalıyız. Onların gönül rahatlığı ile camiye gidip gelebilmelerini sağlamalıyız.

 

                                                                                                       Şevket BOYRAT

                                                                                            Çeltikçi Köyü Camii İmam Hatibi