Niyet, tüm ibadetlerde olmazsa olmaz bir şarttır. Namaz, abdest, gusül/boy abdesti, teyemmüm, oruç, zekât, hac ve diğer ibadetlerde niyet ya farzdır veya sünnettir. Önce niyet eder sonra o ibadeti ifa etmeye başlarız. Her hangi bir işe başlamadan; önce tasarlar, niyet eder ve akabinde harekete geçeriz. Dolayısıyla davranışlarımızın özünde niyet vardır. Ameller, niyetlerimize göre şekillenir. Niyet, beynin ve gönlün bir amaca kilitlenmesidir. Niyet edilen şeyin hayırlı olması, karşı tarafın, muhatabın, toplumun, insanlığın yararına olması, son derece önem taşır.

Herhangi bir ibadete başlamadan veya herhangi bir davranışı sergilemeden önce, neyi, neden, niçin yaptığımızı zihnimizde belirler, sonra harekete geçeriz.  Mesela, namaz ve oruç öncesi, hangi namazı kıldığımızı, hangi orucu tuttuğumuzu zihnimizde düşünür, (dilimizle de söylememiz daha iyi olur), sonra ibadetimize yöneliriz. İşte bu niyettir. Her eylemden ve  her ibadeti ifa etmezden önce insanın kalbinden geçen duygu ve düşüncedir niyet…  Niyet kelime olarak, meram, gaye, kurgu, karar verme, bir şeyi yapmanın asıl amacı gibi anlamlara gelir. Niyeti sağlam olan insanın yardımcısı Allah´tır ve insanın değeri niyeti ile paralellik gösterir.

Hayırlı düşünen hayırla karşılaşır. Pozitif davranan, pozitif karşılanır. İyiliğin karşılığı iyiliktir. “Niyet hayır, akıbet hayır” sözü bu nedenle toplumumuzda çok yaygındır… İşimizin hayırla sonuçlanması, niyetimizin sağlam ve samimi olmasına bağlıdır. Niyetimiz halis olduğunda, tasarladığımız ameli/işi yapamasak bile sevap elde ederiz.

Hadislere bir bakalım:

“Kulum iyi bir şeyi yapmaya niyetlendiği zaman ona bir sevap yazarım, onu yaptığı zaman ise ondan 700´e kadar katlayarak sevap yazarım. Kötü bir şey yapmaya niyetlenip de onu yapmadığı zaman günah yazmam, yaptığı takdirde ise bir günah yazarım.”  “Her kim bir iyiliğe niyet eder de sonra herhangi bir engel sebebiyle onu yapamazsa, ona tam bir sevap yazılır.”  (Ebu Davud, İhyâ, c.4, s.655)

Rabbimiz bizi ne kadar seviyor! O, niyetlerimize ne kadar değer veriyor! İçimizden geçen duygu ve düşünceler nedeniyle bile bizleri ödüllendiriyor!

O bize çok yakın… Bu gerçeği Kitabında açıklıyor:

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16)

O, kuluna şah damarından daha yakındır. Yüce Allah, her yerde bizimle beraberdir. Nereye gidersek gidelim, O bizi görür, işitir, duamızı duyar ve bize cevap verir. İnsan nerede ne söylerse söylesin, Allah konuşulanı duyar. Kalplerden geçen düşünce ve niyetleri de bilir.


 
 “… Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadîd, 57/4) “Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri O, olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O, olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir.” (Mücadele, 58/7)

Her yerde bizimle beraber olan Rabbimiz, niyetlerimizin ve amellerimizin karşılığını mutlaka verecektir. Bu dünyada vermezse ahrette verecektir. Ama samimi ve içten niyetler ve ameller kabul görecektir. 

Küçücük bazı şeyler dahi niyetle değer bulur; niyet sayesinde büyür ve yücelir.

“Allah sadece samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder.” (Nesâi, Cihad 24)

Dev gibi gözüken bazı büyük işler ve ameller ise, niyetin kötü olması hâlinde son derece değersizleşir ve sahibine hiçbir fayda sağlamaz. Unutmayalım ki; ibadet ve davranışlarına şov katan kişiler sevap beklerken büyük hayal kırıklığı ile karşılaşabilirler… Riya ve gösteriş, sahibine yarar değil zarar verir. Yani, Allah´ın rızası gözetilmeden yapılan ibadetler Allah nezdinde hüsnü kabul görmez…

Bakın, ibadet ve davranışlarına riya katanların hâli ve karşılaşacakları hazin son bir hadiste nasıl anlatılıyor: Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur; “Kıyamet gününde ilk hesaba çekilecek ve hakkında karar verilecek olan insanlar şunlardır:

1- Şehit olmuş kimsedir. O, huzura getirilir. Allah ona verilen nimetleri anlatır. O da nail olduğu bütün nimetleri ikrar eder.  Kendisine:

-“Peki, bütün bu nimetlere karşı sen ne yaptın, ne amel işledin?” diye sorar. Kul:
 
- “Senin yolunda cihat ettim, nihayet şehit edildim” der. Allah:

- “Sen yalan söylüyorsun! Bilakis sen, cüretlidir, kahramandır, desinler diye savaştın. Öyle de denilmiştir” buyurur. Sonra emir verilir ve bu kimse yüz üstü sürüklenir, neticede Cehenneme atılır.
 
2- Sonra muhakemesi görülecek diğer bir kimse de ilim öğrenip başkasına öğretmiş, Kur´ân okumuş insandır. O da Allah´ın huzuruna getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri anlatır. Bu da nimetleri tanıyıp itiraf eder. Allah ona da:

- “Bunca nimetlere karşı sen ne yaptın?” diye sorar. Kul:

- “İlim öğrendim, onu başkalarına da öğrettim ve Senin rızan için Kur´ân okudum” der. Allah ona:
 - “Sen yalan söylüyorsun! Bilakis sen, âlim desinler diye ilim öğrendin, o iyi okuyucudur desinler diye Kur´ân okudun. Gerçekten senin hakkında bunlar söylendi”, der. Sonra emir verilir ve o kul yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır.

3- Daha sonra muhakemesi görülecek diğer bir kimse, Allah´ın kendisine bol nimet verdiği ve her çeşit mal ihsan eylediği insandır. Bu da getirilir ve Allah ona verdiği nimetleri anlatır, o da tasdik eder. Allah ona da:

- “Bu kadar nimete karşılık sen ne yaptın?” diye sorar. Kul:

- “Muhtelif sebep ve yollarla senin rızan için ihtiyaç sahiplerine yardım ettim”, der. Allah ona da:
 - “Yalan söylüyorsun! Tam tersine sen, cömert desinler diye bunları yaptın, hakkında da öyle söylendi” der. Sonra emredilir, bu da yüz üstü Cehenneme atılır.”  (Müslim, İmare 152) Herkes niyetinin karşılığını alır. İnsanın değeri niyeti ile ortaya çıkar. İnsanın değeri niyeti kadardır. Niyetine göre insan ya yükselir ya da alçalır.

Aşağıdaki Hadis, insanın niyetine göre karşılık göreceğini açıklamaktadır:

Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu:

“- Dünyada 4 tip insan vardır:

1- Allah ona mal-mülk vermiş; bunun yanında, akl-ı selim ve ilim nasip etmiştir. Elindeki imkânı, iyi yollarda; hayır ve hasenatta kullanmaktadır. Bu kişi en iyi konumdadır.

2- Allah ona mal-mülk vermemiş ama akl-ı selim ve ilim nasip etmiştir. Ah benim de imkânım olsa da, ben de onun gibi hayır yapsam diye birinci şahsa imrenmektedir. Bu kişi de niyetinden dolayı birinci ile aynı konumdadır.

3- Allah ona mal-mülk vermiş; akl-ı selim ve ilim nasip etmemiştir. Elindeki imkânı kötü yolda kullanmaktadır. Bu kişi en kötü konumdadır.

4-Allah ona mal-mülk vermediği gibi akl-ı selim ve ilim de nasip etmemiştir. Ah, benim de imkânım olsa da, kötü yollarda harcasam diye üçüncü şahsa imrenmekte, onun yaptığı kötülüklere özenmektedir. Niyetinin kötülüğünden dolayı bu kişi de üçüncü kişi ile aynı konumdadır. Yani en kötü konumdadır.”  (Tirmizi, Zühd 17)

Abdullah b. Ömer´in zâhid oğlu Sâlim, Halife Ömer b. Abdülaziz´e yazdığı mektupta:

“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ´nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah´ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah´ın yardımı da o kadar azalır”, demiştir.

Demek ki, her şey niyete bağlı… Değerimiz niyetimiz kadardır…

İnsanı batıran da çıkaran da, alçaltan da yücelten de niyeti ve ona bağlı eylemleridir.

Hz. Peygamber´in (as) en meşhur sözlerinin başında, “İnnemel ea´mâlü binniyât”/ “Ameller ancak niyetlere göredir”  hadisi gelir:

“Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah´a ve Resûlü´ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah´a ve Resûlü´ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”  (Buhârî, Bed´ü´l-vahy 1)

Bu hadis, hangi olay nedeniyle söylenmiştir?

Sahabelerden biri, Ümmü Kays isimli kadınla evlenmek istemektedir. Ümmü Kays o kişiye, teklifinde ciddi ise Medine´ye hicreti şart koşar. O da diğer Müslümanlarla beraber, 622 yılında Mekke´den Medine´ye hicret eder. Hicret etmesinin maksadı dini gerekçelere dayalı değil, o kadınla evlenebilmek içindir. Bundan dolayı, bu durumu bilen sahabeler o kişiye, “Ümmi Kays´ın muhaciri” diye takılırlar ve hicret sevabı kazanıp kazanamadığını kendi aralarında tartışırlar. Bunun üzerine Efendimiz (sav) bu hadisle meseleye açıklık getirmiş olur. Niyeti dünyalık olan, dünyalığa, niyeti manevi ecir olan, tasarladığı yüceliğe erişir.        O sahabenin ulaşacağı şey,  “Ümmü Kays” isimli kadındır. Zira onun için hicret etmiştir. Dolayısıyla hicret sevabı yoktur ona; ama Allah için hicret edenlerin ulaşacağı pek yüce mükâfatlar, manevi makamlar vardır… Merhum Gönenli Mehmet Efendi de; “Cenâb-ı Hakk, kulunun niyetine göre ona ikram eder” demişlerdir.

“Kim ilim tahsil eder de, bununla Allah katındaki ecri isterse, inşallah buna kavuşur. Kim de ilimle dünyalık isterse, ilimden nasibi o olur.” (Dârimî, Mukaddime 27)

Âyetlerde de konuya işaret edilmiştir:

“… Öyle insanlar var ki, (sadece), “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada ver” diye dua ederler. Böyleleri, ahretin nimetlerinden nasip alamayacaklardır.  Ama içlerinde öyleleri de var ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahrette de ve bizi ateşin azabından koru!´ diye dua ederler: İşte bunlar, kazandıklarına karşılık (mutluluktan) nasip alacak olanlardır.”  (Bakara, 2/200-202)

Yani sadece dünyayı isteyenlerin ahirette nasipleri yoktur. Zira niyetlerinde dünya vardır. Hayatını yalnız dünyaya adayanlar, dünya varlığından hisse sahibi olurlar, fakat ahireti hiç dikkate almadıkları için, ahret saadetinden bir pay alamazlar. Fakat hem dünya hem de ahiret için çalışanlar, niyetlerinin böyle olması nedeniyle iki tarafın da iyilik ve nimetlerinden yararlanırlar. Yani hem dünyanın hem ahiretin… Dünya ve ahiretin iyiliğini birlikte istemek, Efendimizin (as) sünneti ve duasıdır...

Hac ve umreye gidenler bilir… Kâbe´nin çevresinde tavaf yapılırken, Hacer´ül Esved´e yaklaşıldığında, on binlerce, yüz binlerce müminin ağzından çıkan tek dua vardır: “Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten ve fil âhirati haseneh ve kınâ azâbennnâr…”

‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahrette de ve bizi ateşin azabından koru!”  (Bakara, 2/202)

Bu arada sevgili peygamberimizin (as): “Sizin en hayırlınız dünyası için ahiretini ve ahreti için de dünyasını terk etmeyeninizdir” hadisi de hatırlanmalıdır…

Tek kanatlı kuş uçmaz… Tek ağızlı makas kesmez…

Sadece dünya yetmez, tek başına madde yetmez…

Dünyayı dışlayarak sadece maneviyata yönelmek de uygun görülmemiştir, dinimizce…

İnsanlığın mutluluk sırrı, “Rabbenâ âtinâ…” gerçeğinde; dünya ve ahireti birlikte değerlendiren niyet, eylem, tutum ve dünya görüşlerinin yaygınlaşmasındadır.

Yüce Rabbimize karşı kulluk görevlerimizde ihlaslı olmamız gerektiği gibi, birlikte yaşadığımız insanlara karşı da dürüst ve samimi olmamız gerekmektedir. Beşerî münasebetlerimizde doğruluk, dürüstlük, güven ve samimiyet esas olmalıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), mü´minlerin birbirlerine karşı samimi davranmalarını ve riyakârlıktan sakınmalarını tavsiye etmiştir. (Müslim, İman, 95) Başka bir hadis-i şerifte ise “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz; Bilakis kalplerinize ve amellerine bakar” (Müslim, Birr, 34)

İki yüzlülük yani içi başka dışı başka olmak imanla bağdaşmayan kötü bir davranıştır. İnsanlara karşı olduğundan farklı görünen, gerçek yüzünü gizleyerek sahte davranışlar sergileyen ve başkalarını kandıran riyakâr insanları Allah sevmez. Onlar insanlar tarafından da sevilmeyen ve güvenilmeyen insanlardır.

Görüldüğü gibi riyakârlık, Müslümanın inanç ve ibadetlerine zarar verdiği gibi, beşerî münasebetlerine de büyük zarar vermektedir. Bu durum toplumsal huzur ve güveni derinden etkilemektedir. Öyleyse; gerek ibadetlerimizde gerekse insanlara karşı davranışlarımızda riyakârlıktan son derece sakınmalı, her işimizi sadece Allah´ın rızasını gözeterek yapmaya çalışmalıyız.