Her yıl Muharrem ayının 10’cu günü yani Aşûre günü geldiğinde kalbinde iman taşıyan her kardeşimizi bir acı bir hüzün ve keder kaplar. Zira bu gün İslam tarihinde Hz. Peygamberin torunu, Aliyyü’l Murtaza’nın, Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın çiğerparesi, Hz. Hüseyin Efendimizin ve pek çoğu Ehl-i Beyt’ten olan 72 kişinin, Hicri 61. Yılın 10 Muharreminde (10 Ekim 680)  Kerbelâ çölünde sehadete ulaştıkarı gündür.” 

-Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin iki çiçeğin yarısı idiler. O çiçek Hz. Peygamberin çiçeğidir. Nitekim Hz.Ali Efendimiz evlatları için şöyle demiştir.

-“Oğlum Hasan, göğsünden başına kadar olan kısmında, diğer oğlum Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında Hz. Peygamber’e çok benzerdi”

-Hz. Hüseyin yine ağabeyi ile birlikte dedesinin özel dualarına mazhar olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber, her iki torunu için “Allah’ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de bunları sev” demiştir.

-“Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki çiçeğimdir” buyurmuştur.

-Yine Hz. Peygamberimiz hutbe okurken içeriye giren torunlarını hutbeden inerek kucağına almış, sevmiş ve hutbeye kaldığı yerden devam etmiştir.

Haziran 656 yılında babası Hz. Ali’nin hilafete geçmesiyle birlikte kendisini siyasi olayların içinde bulan Hz. Hüseyin, babasını takip ederek Kufe’ye geçti, onun bütün seferlerine iştirak etti. Bu bağlamda Cemel, Sıffîn ve Nehrevân savaşlarına katıldı.

Babasının şehit edilmesinden (28 Ocak 661) sonra ağabeyi Hasan’ın yanında yer aldı. Onun altı ay sonra Muaviye ile belli şartlar altında anlaşma yapıp hilafetten çekilmesini ise bazı kaynaklara göre onaylamadı, ancak ağabeyine itaatini sürdürdü. Medine’ye intikal etti. Orada ilim ve ibadetle meşgul oldu.

Ne var ki Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezid’in hilafet makamına oturması durumu değiştirdi. Yezid Medine valisine mektup yazarak Hüseyin’in kendisine biatını sağlamasını emretti. Hz. Hüseyin buna şiddetle karşı çıktı. Önce Medine’den Mekke’ye geldi, orada çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Kufelilerin daveti  üzerine yerinde incelemeler yapmak ve durumu kendisine bildirmek üzere amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye gönderdi.

Kufe’deki bu yeni gelişmelerden ve Müslim’in öldürüldüğünden haberi olmayan Hz. Hüseyin, bazı tecrübeli kimselerin “Kûfeliler’e güvenilemeyeceğini” söylemesine aldırış etmeksizin hazırlıklarını tamamladı ve yakınlarını yanına alarak küçük bir birlikle yola çıktı. Yolda bilahare Müslim’in öldürüldüğünü öğrenen Hz. Hüseyin, beraberinde bulunanlarla istişare ederek durum değerlendirmesi yaptı, isteyenlerin dönebileceğini söyledi. Kendisi samimi adamlarıyla birlikte yolculuğuna devam etti. Bu arada vali İbn Ziyad, önce Hür b. Yezid komutasında öncü kuvvet hazırlayıp Hüseyin’i sıkıştırmasını istedi. Hür istenileni yaptı. Arkasından Ömer bin Sa’d komutasında 4.000 kişilik bir kuvveti daha Hz. Hüseyin’in üzerine gönderdi. Bu birlik Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ve adamlarını kuşattı, ikmal yollarını tutarak Fırat’tan su almalarını engelledi. İnsanlar, özellikle de kadınlar ve çocuklar susuz kaldı. Zulüm had safhaya ulaştı. Bu arada bazı görüşmeler yapıldı ise de sonuç vermedi. Nihayet 10 Muharrem yani Aşûre günü (10 Ekim 680) Ömer b. Sa’d’ın ordusu Hz. Hüseyin’in 23 atlı, 40 piyadeden oluşan sembolik birliğine bütün gücüyle saldırdı. Hz. Hüseyin’in askerleri yiğitçe mücadele ettiler, fakat çok geçmeden  teker teker şehit oldular. Hz. Hüseyin’in üzerine yürüdüler, önce onu atından düşürdüler, ardından da kılıçla mübarek başını gövdesinden ayırdılar.

Vefatı sırasında Hz. Hüseyin (r.a)  57 yaşında idi. Mübarek vücudunda bir çok ok yarasından başka 33 mızrak, bir o kadar da kılıç yarası bulundu. 23 kişi Ehl-i Beyt’ten olmak üzere 72 şehit vardı. Karşı taraf 88 kayıp verdi. Hz. Peygamber’in öpüp kokladığı Hz. Hüseyin Efendimizin mübarek başı önce Kufe sarayına götürülerek Vali  Ubeydullah bin Ziyad’ın önüne konuldu. Ubeydullah bir değnek ile Hz. Hüseyin’in dudakları arasına dokunmakta idi.

Zeyd ibn Erkâm bunu görünce: “Değneğini kaldır ya  İbn Ziyad! Vallahi ben, Resulü Ekremin dudaklarını bu dudakları öperken gördüm’” diye ağlayıp feryad etmiştir. Daha sonra Hz. Hüseyin’in kesilmiş mübarek başı ve aile efradı olan kadınlar ve çocuklar, halkın feryad ve elemleri arasında Şam’a, Yezid’e gönderildi. Rivayete göre Yezid, onları görünce gözyaşı dökmüş ve : “Allah bunu yapanlara lânet etsin. Hüseyine de rahmet etsin. Bana getirilseydi onu affederdim” demiştir. Burada bir an için Yezid’in müteessir olduğu kabul edilse bile , daha sonra ehl-i beyt hakkında yaptığı zulüm ve eziyetlerden dolayı tarih ve insanlık, Yezid’i asla affetmeyecektir. (Ağırlıkla anlayışa göre Hüseyin’in başı daha sonra Medine’ye getirilerek annesi Fatıma’nın kabrinin yanına defnedilmiştir).

Bu suretle Hz. Peygamber’in nadide çiçeği Kerbela’da koparıldı. O günden beri kalplere kor düştü. Peygamber’i seven, Peygamber’i sevdiği için onun Ehl-i beytini seven, “Âl-i Muhammed” diyerek onlara dua eden bütün Müslümanlar çok  üzüldü. Hüseyin sevginin, Kerbela da acının adı oldu. Hangi sosyo-kültürel dünyaya mensup olursa olsun bütün Müslümanlar içtenlikle Hz. Hüseyin’i sevdiler ve  Kerbela’da onun “baş”ına gelenlerden dolayı üzüntü duydular. Müslüman Türk Milleti, Eh-i Beyt sevdalısıdır; Aziz milletimiz tarihin hiçbir döneminde Yezid taraftarı olmamıştır. Bu gün de Yezid taraftarı değildir. Bundan sonra da inşallah olmayacaktır. Bu gün Alevi olsun, Sünni olsun biz müslümamlara düşen görev Hz. Hüseyin ve beraberindeki kişilerin şehadetinin manasını, onun haksızlığa karşı çıkışındaki şuuru kavramak ve – kendisinin de dediği gibi- davası uğruna canını feda etmesinin Müslümanlara muhabbet , birlik ve beraberlik olarak dönmesini sağlamaktır. Nitekim şehit olmadan önce onun son sözlerinden biri anlam itibariyle (yaklaşık olarak) şöyledir: “Yüce Rabbim! Tarafından merhametinle bana güç vererek düşmanlarıma karşı beni galip etmeyeceksen, şehadetimi Muhammed ümmetinin hayrına, kurtuluşuna vesile kıl. Haksızlığa, zulme, dayatmaya karşı, hak adına yürüdüm. Gerekirse bu uğurda canımı vereyim. Eğer galip gelemeyeceksem, sırtım yere düşecekse hak dava uğruna akan kanımı bir hayrın, Müslümanların dirilişinin ve güçlenmesinin sebebi kıl!” diyerek Yüce Rabbimiz Allah’a (c.c)  nida etmiştir. Dolayısıyla Kerbelâ konusu aslında bütünleşmenin dinamik bir unsuru olması gerekirken; kör bir gadap içerisinde ve hiddetle hareket etmek ve sürekli olumsuz ithamlarda bulunmak hiçbir zaman tasvip edilemez ve bu tür olumsuz söylemler  hiçbir  kimseye de bir şey kazandırmaz. Bu yüzden diyorum ki, Hz. Hüseyin Efendimize ve yanındakilere reva görülen muamele sebebiyle ağlamak ve hüzün tutmak ne kadar muhteremse, bu acıklı hadiseyi doğru okuyup doğru anlamak, doğru sonuçlar çıkararak ibret almak ve toplumun bütünleşmesine vesile kılmak da o derecede hatta daha ziyade önem taşımaktadır.  Tarihin belirli bir kesiminde meydana gelen ve bizleri derinden etkileyen bu olay hakkında iyi düşünmek ve gerekli dersleri çıkarmak gerekmektedir. Bu husus hepimizin yüreğini dağlamakta ve derinden üzmektedir. Ama bu üzüntü bizleri bir ayrıma götürmemeli, intikam duygularının ortaya çıktığı bedenlerimizi tahrip ettiğimiz bir olaya dönüşmemelidir. Müslümanlara düşen görev, bu gibi olayların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirleri almak ve belli bir bilinci oluşturmak olmalıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz’de bizlere şu tavsiyeleri bildirmektedir:  “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” (Âl-i İmran, 103)

Bu duygu ve düşüncelerle bütün şehitlerimizin ve başta Hz. Hüseyin Efendimiz olmak üzere   Kerbela şehitlerinin ruhu şâd olsun!

                                                                                           Şevket BOYRAT

                                                                                Çeltikçi Köyü Camii İmam Hatibi