İnsanlara rehber, takva sahiplerine hidayet kaynağı olarak gönderilen İlahi sözler bütünü Kur´an, varlık alemi içerisinde insanın değerini açıkça ortaya koymuş, kainatın sahibine, halifelik yapmak üzere yaratılacağını ilan etmiş ve meleklerin secdesine mazhar olmuştur. İmar, ıslah, tanzim ve muhafaza görevini yerine getirebilmesi için en güzel surette yaratılarak sözü geçen görevlerin ifası için donanımlı hale getirilmiş, varlık alemindeki bütün imkanlar onun emrine verilmiştir. Kendisine bahşedilen bu itibarın aşınıp kaybolmasına engel olmak için de her bakımdan ölçülü bir yaşam tarzını tercih etmesi telkin edilmiştir. Bu nedenle kalp, göz ve kulak, insan iradesini yönlendiren ana unsurlar olarak değerlendirilmiştir.
Doğuştan getirilen öz değerin ve itibarın korunması ve geliştirilerek yüceltilmesi, bilginin erdeme dönüştürülmesi ile mümkündür. İnsanlara hitaben nazil olan ilk vahiyde okumanın zikredilmesi, ilme ve bilgiye işaret edilmesi; her türlü yetişme, gelişmenin bir disiplinle olabileceğini göstermektedir. En önemli disiplin kaynağı olan İslam, bütün ilimlerin Allah adına yapılması gerektiğini bildirmektedir. Bu sebeple Kur´an, ilmi insanın ayrılmaz parçası olarak tanımlamaktadır.
İlahi mesajların hepsi, insanın manevi şahsiyetinin korunmasına yönelik indirilmiş, peygamberler de ilahi gözetim ve denetim altında örneklikleriyle bu mücadelenin sembolü olmuşlardır. Bundan dolayı insandan söz dinleyen ve o sözün gereğini yerine getiren olması istenmiştir.
Allah, insanı kendi eliyle ve ilahi isimlerin bütün tecellisiyle, kulluk bilinci ekseninde yaşaması için yaratmış, kainatı onunla süslemiştir. Göklere, yere ve dağlara ağır gelen emaneti yüklenmiş, alemde mevcut her şey onun için yaratılmış ve emrine amade kılınmış, böylece onu bedenen ve ruhen onurlandırmıştır. Kainatın esrarına ve eşyanın hakikatine muttali kılınarak nefse ve yaratılmışlara kul oldukça gerçek değerini yitireceği, Allah´a kulluğu ölçüsünde mükerrem sayılacağı bildirilmiştir.
Topraktan yaratılıp ilahi nefhaya mazhar olan insan, organlarıyla orantılı bir şekil- ahsen-i takvim- kazandırılarak şereflendirilmiştir. Bu bakımdan ruhu ve bedeniyle bir bütünü temsil etmesi itibariyle, onurunu inciten uygulamalar, izzet ve ikramın kaynağı ve gerçek sahibi olan Allah tarafından yasaklanmıştır. İtibar kaybının önlenmesi için ruhlar aleminde verilen sözlere sahip çıkılmalı, yaratılışta var olanın kullukta bulunma eğilimi geliştirilmeli, güzellikte beden ve ruh bütünlüğü korunmalı, kulluğun kemali için ruhun derinliği sağlanmalıdır.
Onur denilen insani değerlerin bütünlüğünü insana veren Allah, onun korunması için bir takım kurallar ortaya koymuş ve yasaklar getirmiştir. İnsan onurunu rencide eden her türlü söylem ve eylemler haram kılınmıştır. Su-i zanda bulunmak, kusur araştırmak, arkadan çekiştirmek, alay etmek, hor hakir görmek, yalan konuşarak aldatmak, ikiyüzlü davranmak, iftirada bulunmak, böbürlenerek karşıdaki insanı küçümsemek vb.
Yüce Allah, Kur´-ı Kerimde konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır.”Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsra, 70.) İnsan dünya sahnesine gelirken onuruyla mükerrem bir varlık olarak gelmiştir. Bu özellikleriyle diğer canlılardan ayrı bir yönü vardır. İnsan, inansın veya inanmasın Allah´ın kendisine bahşettiği bu değerlerle yaşama hakkına sahiptir. Bu değerlerin dokunulmazlığı vardır.
Peygamberimiz (s,a,v) efendimiz veda hutbesinde, ey insanlar benden sonra birbirlerinizin boyunlarına vurmayın. Kadınlar ve çocuklarınız Allah´ın sizlere verdiği birer emanettir. Emanetlerin hakkını verin. Müslümanın, Müslüman kardeşine karşı kanı, malı, iffeti haramdır. Sizlere iki emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarılırsanız hiçbir güç ve kuvvet sizi doğru yoldan ayıramaz. Ne zaman ki, bu iki emanetten ayrılırsınız o zaman doğru yoldan sizi saptırırlar, saparsınız. İşte bu iki emanetten biri Hz Kur´an, ikincisi de Sünnet-i seniyyedir.
Kâinatın efendisi bizleri 15 asır önce uyarmıştır. Ümmetinin ve diğer insanların içine düşeceği ortamı görüyormuşçasına. Komşu İslam ülkelerinde Müslümanlar arasında karkaşa var. Bir hiç uğruna çocuklar, kadınlar,yaşlılar, masum insanlar öldürülüyor. Müslümanlar perişan ve yarınlara güvenle bakamıyorlar. Müslüman toplumunda hala kadına şiddet devam etmektedir. Müslümanlar arasında dargınlık, kin ve nefret, aşağılama normalmiş gibi yaşamamaya devam ediyor. Bütün bu olumsuz tablodan arınmak için efendimiz (s,a,v) bir hadislerinde şöyle buyurdular.” Bir birlerinize buğuzetmeyin, birbirlerinize haset etmeyin, birbirlerinize sırt çevirmeyin. Ey Allah´ın kulları kardeş olun. Müslüman´ın Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir.” (Buhari, edep,57).
İnsana yakışan onurlu bir hayat tarzını kâinatın efendisi peygamberimizde görüyoruz. Çocukluğunda ve gençliğinde emin Muhammed olarak hayat sürdüren, kimseyi incitmeyen ve ötekileştirmeyen efendimiz, Müslümanlar için model insandır. O,çocuklarla ilgilenen, yetimleri kollayan, insanlar arasında adalet ve hakkaniyeti sağlayan, insana insandır diye değer veren rahmet Nebisi. Bir gün Medine´de ashabı ile otururlarken karşıdan bir cenaze geçtiğini görünce hemen ayağa kalktılar. Ashap dediler ki, ey Allah´ın Resulü o cenazeYahudi´dir. Efendimiz, biliyorum, Yahudi de olsa insandır, buyurdular. Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye günah olarak yeter buyuran Peygamberimizi anlamak için de Kur´an ve sünnette buluşmalıyız. Bilmeliyiz ki, bu iki asıl kaynak bizleri dünya ve ahrette huzurlu kılacaktır.
İnsanlarla ve diğer varlıklarla saygınlığın ve itibarın kontrolünde ve Rahman´ın arşı değerindeki gönül derinliğinde iyi geçimi esas almak, hayatın sahibine saygının, dolayısıyla kulluğun gereği, mükerrem olmanın da zorunlu sonucudur. Şekli farklılıkların hakarete ve horlanmaya gerekçe olamayacağı, gönüllerde olanın esas olduğu, bunu da yalnız Allah´ın bileceği unutulmamalıdır.
Topraktan yaratılıp ilahi nefhaya mazhar olan insan, organlarıyla orantılı bir şekil- ahsen-i takvim- kazandırılarak şereflendirilmiştir. Bu bakımdan ruhu ve bedeniyle bir bütünü temsil etmesi itibariyle, onurunu inciten uygulamalar, izzet ve ikramın kaynağı ve gerçek sahibi olan Allah tarafından yasaklanmıştır. İtibar kaybının önlenmesi için ruhlar aleminde verilen sözlere sahip çıkılmalı, yaratılışta var olanın kullukta bulunma eğilimi geliştirilmeli, güzellikte beden ve ruh bütünlüğü korunmalı, kulluğun kemali için ruhun derinliği sağlanmalıdır.
İnsanlarla ve diğer varlıklarla saygınlığın ve itibarın kontrolünde ve Rahman´ın arşı değerindeki gönül derinliğinde iyi geçimi esas almak, hayatın sahibine saygının, dolayısıyla kulluğun gereği, mükerrem olmanın da zorunlu sonucudur. Şekli farklılıkların hakarete ve horlanmaya gerekçe olamayacağı, gönüllerde olanın esas olduğu, bunu da yalnız Allah´ın bileceği unutulmamalıdır.
Sosyal statüsüne, makam ve mevkiine, maddi imkanlarının genişliğine bakmaksızın toplumun bütün kesimlerini saygıya layık görmek, gönül kırmanın büyük günah olduğu, Allah´ın, gönlü kırıklarla beraber olduğu, kişilerin şekillerine ve mallarına değil, kalplerine ve davranışlarına itibar ettiği anlayışını taşımak, saygınlık liyakatiyle gerçekleşebilir. Allah´ın değer vererek yarattığı insana, varlıklar içindeki özel konumu sebebiyle hiçbir ayırım gözetmeksizin, sevgi hissi, kardeşlik ahlakı ve hukukuyla kavl-i hasen ve hüsnü muaşeret ekseninde kaynaşmalıdır.
Varlık sahnesine çıkışı anlamsız ve amaçsız olmayan, Hakk´ın özel bir surette yarattığı ve başıboş bırakmadığı, bir gün mutlaka hesaba çekeceği insan, adına yaraşan ünsiyet vasfını özümsemeli, bir ademin kainatın dürülmüş bir sureti olarak bir aleme karşılık geldiğini bilmelidir. Ancak İnsan olarak unutuyoruz. Kendimizi, Rabbimizi, çocuğumuzu, kardeşimizi, komşumuzu, yetimi, fakiri, miskini unutuyoruz. Bugün gerçekten Arakan başta olmak üzere Suriye´de, Filistin´de, Irak´ta ve dünyanın çeşitli yerlerinde zulme maruz kalan, işkence gören, vahşice öldürülen Müslüman din kardeşlerimiz var. Onların acı ve ızdıraplarına ortak olmak, yaralarını sarmak, acılarını dindirmek, mutlu olmalarını dilemek, onlara yardımcı olmak ve dua etmek din kardeşliğimizin gereğidir. İnsanlık onurunu, haysiyet ve şerefini korumak hepimizin görevidir.
Biz Müslümanlar için en büyük tehlike ibadetlerimizin rutinleşmesi, ibadetlerimizin sıradanlaşması, şekle indirgenmesi, ibadetlerin özünü kaybetmesidir. Her Müslüman ibadetle, ibadetin gayeleri olan ahlaki değerler arasındaki ilişki üzerinde tefekkür etmek zorundadır. Kendisini dindar olarak tavsif eden insanlar, dindarlık anlayışı ve hayatı içerisinde ahlakın nerede durduğuna göz atması gerekiyor. Ahlak, dindarlığın özü ve merkezidir. Bütün ibadetlerin gayesi, bizi ahlaklı birer birey, ahlaklı bir toplum yapmak için emredilmiştir. Kişi kendi saygınlığının farkına vararak şükrünü ifa etmeli, başkalarının saygınlığının bilincine vararak ilişkilerinin seviyesini yükseltmelidir.