Rahmet, mağfiret ve cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan ayının son günlerindeyiz. Ramazan, bizleri eğiten bir mekteptir Ramazan. Bu mektep rahmet, mağfiret ve takva mektebidir. Ramazan mektebinde iyilik, hayır, cömertlik ve diğerkâmlık vardır. Bu mektepte dünyanın neresinde olursa olsun insanlara yardım eli uzatma, birileri aç iken tok yatmama vardır. Bu mektepte dünyanın neresinde olursa olsun insanlara yardım eli uzatma, birileri açken tok yatmama vardır. Bu mektepte insanlığın huzur ve mutluluğu Müslümanların birlik ve dirliği için elimizdeki nimetleri paylaşma vardır; sınır ve mesafeleri yok eden gönül köprüleri kurma vardır. Ramazan mektebinde İslam´ın rahmet yüklü adaletini, bilgi ve hikmetle bütünleşmiş ahlakını, ihlasla yoğrulmuş iyiliğini bütün insanlığa takdim etme vardır. Bu mektebe layıkıyla talip olanlar arınmış bir ruh, bütün esaretlerden kurtulmuş özgür bir zihin ve erdemle müzeyyen bir gönül dünyası ile bayrama kavuşurlar.

İnsanları hayra çağırmak, iyiliği emir, kötülüklerden menetmek, Ümmet-i Muhammed´in görevidir. Nebevi bir vazife olan insanları hakka, doğruya, dürüstlüğe yönlendirmek, kişiyi Allah´ın indinde değer kazandırır. Dünyasını ve ahretini mutlu kılar. Yaşantısı bereketli olur. Allah (cc) bu hususta “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır”. (Ali İmran, 104). “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz. Allah´a inanırsınız. Eğer ehli kitap, iman etseydi, kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de vardır. (Fakat) çoğu fasıktırlar.” (Ali İmran, 110) Kurtuluşa kavuşabilmenin yolu, Allah ve Resulüne iman etmek ve hakta buluşarak insanları, iyiliğe, gerçeğe, doğruluğa, birlik ve dirliğe, kardeşliğe davet etmekten geçmektedir. Tabidir ki, önce kendi nefsimizi olgunlaştırıyoruz, model insan olmak için de, sahamızda yetkin hale geliyoruz.

Allah (cc) bu konuda; “Ey iman edenler, siz nefsinizi ıslah ediniz. Kendiniz doğru yola giderseniz, yolunu şaşırmış kimselerin zararı size dokunmaz” buyurmuştur. (Maide,105) Maddi ve manevi yönden güçlü olanlar her türlü etkiye karşı, tepkilerini gösterirler. Rüzgarın estiği yöne doğru eğilmezler. Hz.Huzeyfe (ra) Peygamberimizin şöyle dediğini anlatıyor. “Nefsim kudret elinde olan Allah´a yemin ederim ki, ya marufu emreder ve münkirden nehye dersiniz yahut Allah size açık azap gönderir. Sonra Allah´a yalvarırsınız, fakat o zaman duanız da kabul edilmez” buyurmuştur. (Tirmizi, Fiten, 9.) Peygamberimizin hadisinden anlıyoruz ki, İslam da iyiliği emir, kötülükten nehyetmek fert ve toplumun huzur ve güvenli-ği için son derece önemlidir. Allah ve Resulünün emrettiği ve razı olduğu her şey maruf (iyilik) tur. Allah ve Resulünün yasak kıldığı ve razı olmadığı her söylem ve eylem kötülüktür. İyiliğin yaygınlaştırılması, kötülüğün azaltılması veya yok edilmesi için çalışmak asıl görevlerimiz arasındadır. Bu görevlerin yerine getirilmesinde uyulması gereken yöntemi, Peygamberimiz (sav) efendimiz şöyle açıklamışlardır. “Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle gidersin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle gidermeye çalışsın. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle (vicdani rahatsızlığını ortaya koyarak) gidersin. İşte bu, imanın en zayıf halidir” (Nesai, iman,17.) Kötülüğün elle giderilmesi devlet otoritesiyle yerine getirilmekte, kötülüğün dille önlenmesi ise, âlimlerin halkı bilgilendirmesi, yapılan nasihat ve sohbetler, ilmi yazılar vasıtasıyla yapılmaktadır. Kalben kötülüğün giderilmesi, her birimizi ilgilendirmektedir. İnsanlığa, dinimize uygun düşmeyen söylem ve eylemler karşısında, imanın en zayıf noktası olan vicdani rahatsızlığımızı ortaya koymamız lazım gelir. Görmemezlikten ve duymazlıktan gelmek, İslami açıdan doğru değildir. Sorumluluğumuzu bilerek yaşamalıyız.

Bütün peygamberlerin asıl görevi de, marufu emir, münkirden nehyetmektir. İnsanları hakla buluşturmak, yaratılış gayesine uygun düşmeyen, söylem ve eylemlerden kurtulmasını sağlamaktır. Maruf (iyilik) sözlükte, bilinen, tanınan, benimsenen şey demektir. Münker (kötülük), tasvip edilmeyen, yadırganan, görülmesinden veya yapılmasından sıkıntı duyulan şey demektir. Emri bil maruf ve nehyi anil münker konusunda kadın ve erkek ayrımı söz konusu değildir. Herkes istidatı nispetinde farz olan iyiliği emir, kötülükten menetme görevini yerine getirmekle mükelleftir. .

Yüce Allah (c.c) bu konuda; “Mümin erkekler de, mümin kadınlar da birbirinin velileri (dostları ve yardımcıları) dır. Bunlar insanlara, iyiliği emreder, kötülüklerden menederler.” buyurmaktadır. (Tövbe, 71.) Toplumsal huzur ve mutluluğun varlığı, ayetteki beyan edilen görevlerin zamanında yerine getirilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda bana dokunmayan yı-lan bin yaşasın felsefesi, doğru bir düşünce tarzı değildir. İnsanları sorumluluktan bertaraf edemez. Sorunların kaynakları her geçen gün çoğalma eğilimi gösterir.

 Ramazan ayı harap olmuş gönül dünyamızı onarıp, bizi tüm günahlarımızdan kurtararak kulluğun zirvesine taşırken, yanı başımızda ve diğer İslam coğrafyalarında savaşla, açlık ve çaresizlikle mücadele eden kardeşlerimizin çığlıkları ve feryatları yüreğimizi dağlamaktadır.  İslam dünyası hiçbir zaman olmadığı kadar ateşler içerisindedir. Müslüman şehirlerden dumanlar yükselmektedir.  Bizler top sesleri ile iftar açarken onlar top seslerinin altında can vermektedirler.  Zulüm ve gözyaşı Ramazan dinlemiyor.  Açlık ve susuzluk imanlı sineleri yakıp kavuruyor. Kardeş,  kardeşi öldürmenin zaferini kutluyor. İnsanlığın umudu olan İslam coğrafyası bugün acının, sefaletin, kavgaların adresi olmuştur.  “Mü´minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücudun bir organı hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Salât, 88; Mezâlim, 5; Müslim, Birr, 65; Tirmizî, Birr, 18.)  buyuran Hz. Peygamber´in (s.a.s) ümmeti olarak bizler, İslam coğrafyasının geldiği bu durumun hüznünü en derinden hissetmekteyiz.

Çoğu dul kadın ve çocuklardan oluşan asrımızın muhacirleri bu yangın yerinden kaçıp güvenli yerlere gitmek için evini barkını terk etmiş, kapımıza gelmiş, bizi kurtarıcı bilmişlerdir. Yüce Rabbimiz, “Onlar, yiyeceğe muhtaç oldukları halde kendilerinden önce yoksul, yetim ve esirleri doyururlar. [Bunu yaparken de şöyle derler:] “Biz sırf Allah rızası için doyuruyoruz; dolayısıyla sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz çok sıkıntılı ve şiddetli/dehşetli kıyamet gününde rabbimize vereceğimiz hesabın endişesini taşıyoruz.” (İnsân, 76/8-9.) buyurmaktadır. Biz Müslümanlar olarak bomba ve silahlarla katledilen bu insanların feryatlarına, çocukların çığlıklarına kulaklarımızı tıkayamazdık. Her gün yüzlerce insanın bombalar altında can verdiği bu ülkelerde kin ve düşmanlık tohumları atılırken,  asırlardır insanlığa kucak açmış,  medeniyetler oluşturmuş bu âlicenap ve kadirşinas milletimizin bağrında tarihte olduğu gibi bugün de kardeşlik tohumları yeşermeye devam etmektedir.

Herkes kapısını kapatıp gece derin uykulara dalarken yatacak yeri olmayan hasta yatağında gece ateşlenmiş bir yavrunun acılar içindeki kıvranışını ne gecenin karanlığı örtebilir ne de pörsümüş vicdanlardaki adalet...  Bize “Ensar” diye sarılan misafirlerimiz bizi Medine-i Münevvere´nin sakinlerine denk tutmuşlardır.  Ensar´ın en büyüklerinden Rasulullah evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensârî´yi bağrına basan bu aziz millet kendisine el açıp sığınan kimseleri dışlayıp onları düşmanına teslim edemezdi. Bizi kardeş yapan Peygamberimiz: “Müslüman müslümanın kardeşidir.  Ona zulmetmez ve onu zalime teslim etmez Kim kardeşinin yardımında bulunursa Allah da (c.c)  ona yardım eder.  Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah Teâlâ da onun kıyamet günün-deki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslü- manın ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıplarını örter.” buyurarak kardeşinin yardımına koşmanın ilahi bir görev olduğunu vurgulamıştır.

Yiyecek bir şey bulamayıp “Ölmek istiyorum, çünkü cennette ekmek var” diye feryat eden bir çocuğun umudu olmak bizim iman ve insanlık borcumuz-dur. Nitekim “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyuran Kutlu Nebi aç ve açıkta olan insanlara sahip çıkmayı imanın bir gereği saymıştır. “Umudumuz sizsiniz” diyerek dualarla bize seslenen bu Müslümanların umudunu boşa çıkarmak, Allah´ın umudunu boşa çıkarmak olur. Zira kapımızı çalan misafirin Rahman´ın misafiri olduğunu, onlara hizmetin Allah adına ev sahipliği yapmak olduğunu unutmamak gerekir.

Ecdadımız asırlar boyu ağlayanın gözyaşını silmiş, boynu bükükleri sahipsiz bırakmamış, açları doyurmuş, zulüm ve baskı altında olanlara kucak açmış ve “Siz insanlara örnek olmak üzere çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” ( Âl-i İmrân, 3/110.) âyetinin sırrına mazhar olabilmenin heyecanını yaşarken tüm insanlığın ortak umudu olmuştur. Yaşanan acı ve ızdırap karşısında ecdadın yüreğinde kopan fırtınayı Mehmet Akif etkileyici biçimde şöyle dile getirmiştir:

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırma da geç git! diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Diğerkâmlık, fedakârlık, paylaşma, yardımlaşma, birlik ve beraberlik duygularının yoğun bir şekilde hissedildiği bu Ramazan ayında, ülkelerindeki savaş ve hiddetten ötürü evini, memleketini, her şeyini terk etmek zorunda kalan kardeşlerimize; huzurevlerinde huzura hasret kalan yaşlılarımıza; sevgi evlerinde sevgi, şefkat, ilgi ve tebessüme muhtaç olan yavrularımıza; anne-baba şefkatinden ve sıcak bir yuvadan mahrum olan sokak çocuklarımıza; çevremizde bulunan öksüz, yetim ve kimsesizlere sahip çıkalım ve onlara uzanan el olmaya gayret gösterelim. Yaşanabilir bir dünya için kaybolan insanlığı ayağa kaldırmaya gayret edelim. Kendimiz için istediğimizi kardeşlerimiz için de isteyerek onları sevindirelim. Unutmayalım ki düşkünlere sahip çıktığımız oranda biz, aslında kendimize sahip çıkmış oluruz.