Değerli dostlarım, hemen söylemem gerekir ki, laiklik dinsizlik demek değildir. Birilerinin, sistemi karalamak ve rant sağlamak maksadı ile attığı bu iftira külliyen yalandır. Oysa, laiklik din ve dinlerin ve mezheplerinde güvencesi ve teminatıdır. Laiklik konusunda değişik tanımlar yapılmaktadır. Biraz da tanımı yapan kişi kendi inançları doğrultusunda tanım yapınca, gerçeklerde saptırılmış oluyor. Sizlere geniş açıklamalarla laiklik konusunda sizleri aydınlatmaya çalışacağım.

Peki öyleyse laiklik nedir?
LAİKLİK; Devletin, vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde, inançlarına göre ayrım yapmaması ve ayrıca her hangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Kısacası, laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. İman ve inanç yerine, aklın egemenliğini kabul eden bir inançtır bir sistemdir.
LAİKLİK; İnsanın inanç, ibadet, vicdan ve düşünce hürriyetinin devlet tarafından güvence altına alınmasıdır. Bir din veya mezhep mensuplarının ,başka din ve mezhep mensuplarına karşı ya da kişinin inanç, ibadet, vicdan ve düşünce hürriyetini yaşamasına yönelik her türlü baskı ve tahakkümü önlemek laik devletin görevidir.
Devletin dini olmaz, bireylerin dini inançları olur. Bu da kul ile Allah arasındadır. Siyasal iktidarın, dinsel güç, kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesi zaruridir, zorunludur.

Laik devlet sistemlerinde “din” kamu hizmeti olarak kabul edilemez. Devlet, bir cemaatin dinsel gereksinmelerine yönelik çalışmalar yapamaz. Ancak, kişilerin dinsel inançlarına uygun davranabilme haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.

Laiklik, büyük mücadeleler sonucu kazanılmıştır. Orta çağda, batı dünyası kilisenin ezici baskısı altındaydı. Rönesans hareketiyle düşüncede değişimler yaşandı ve devlet işleri din etkisinden kurtarıldı. Bilimin, felsefenin, sanatın doğrudan katkıları ve toplumsal mücadelelerin kaçınılmaz sonuçları, bu tarihsel yaklaşım ve sistemi yaratmıştır. Bilimde, teknolojide ve ekonomide ki gelişmeler de buna bağlı olarak büyük bir atılımla gelişmeye başladı. Din kuralları tutucudur, gelişmelere kapalıdır. Dünyaya baktığımızda, laik ülkeler, demokraside daha gelişmiş, insanları daha mutlu, daha huzurlu. Bu tür rejimlerde, eşitlik vardır, insana ve insan onuruna saygı vardır. Kadın erkek eşitliği vardır.

Dünyaya baktığımızda, laik sistemin olmadığı ülkelerde dinsel ve mezhepsel çatışmaların var olduğunu, iç savaşların acımasızca cereyan ettiğini ibretle, acıyla izlemekte ve görmekteyiz. İşte komşumuz Suriye. Orada ki rejimin baskısı ve zulmü insan kıyımları, cinayet ve toplu katliamları tamamen mezhepsel kaynaklı iç çatışmalar ve iç savaştır. Laik sistemin olmadığı, tek adam hükümranlığı altında olan devletlerde, iç çatışmaların sonu gelmez. Veya aşırı korkudan halkın sesi çıkmaz, mutlak biat ve tam teslimiyet olur. Bireylerin, dini inanç ve ibadetleri, vicdani kanaatleri güvenceden yoksun kalır.

Ülkemizde 18. Yüzyılda başlayan yenileşme hareketleriyle birlikte toplumsal yaşayışın ve devlet düzeninin işleyişinde ikili bir durum ortaya çıktı. Bir yanda İslam dininin gereklerine göre uygulamalar yapılıyor, öte yanda çağdaşlaşma amacıyla batılı anlayışa göre işler yürütülüyordu. 19. Yüzyılda bu ikilik daha da belirginleşti. Eğitimde ve hukukta hem İslami kurallar uygulanmakta hem de çağdaş anlayışa göre uygulamalar yapılmaktaydı. Padişah bütün Müslümanların halifesi, diğer yandan Osmanlı devleti sınırları içinde yaşayan başka dinlere mensup yurttaşların hükümdarı konumundaydı.
Kurtuluş savaşından sonra gerek toplumsal gereksinmeler, gerek devlet yönetiminde karşılaşılan güçlükler ülkemizde de laikliğin benimsenmesini zorunlu kılıyordu. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen yasayla bütün eğitim kurumları Maarif Vekaletine bağlanarak, Tevhid-i Tedrisat yasasıyla da öğretimin birleştirilmesi sağlandı. Dinsel temellere göre eğitim yapan kurumlar kapatıldı. Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. 1924 de Halifeliğin kaldırılmasını, 1925´de tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti´nin laikleşme yolunda attığı önemli adımlardır. 1926 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanunla hukuk alanında da laiklik ilkesi geçerli kılındı. Ve böylece laiklik Cumhuriyetin değişmez ilkeleri arasına girdi. Meclis oturumlarının birinde hoca efendinin biri Mustafa Kemal´e “laiklik nedir” diye sorar.

Gazi Mustafa Kemal “laiklik adam olmaktır, insan olmaktır hoca efendi” diye yanıt veriri. 1931´de ülkenin tek siyasi partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi´nin yeni programında laiklik altı okla simgelenen ilkelerden biri olarak yer aldı. Anayasanın değişmez ve değiştirilemez maddeleri arasına giren laiklik sistemiyle, Türkiye Cumhuriyeti, LAİK, SOSYAL, HUKUK DEVLETİ olama vasfını da kazanmış oldu.

Anayasadaki laiklik ilkesi din ve dinlerin ve mezheplerin güvencesidir. Ülkede laiklik olmazsa iktidara yakın cemaat ve tarikatlar baskın hale gelecek, kendisinden olmayanlara karşı mezhepsel ayrışmalar ve iç çekişmeler kaçınılmaz hale gelecektir.

Laikliğin anayasaya girmesiyle, kadın erkek eşitliği sağlandı. Eğitimde, hukukta ve sosyal hayatta kadınlara eşit hakların verilmesi, kadının iş hayatına girmesiyle de ülkenin kalkınmasında etkili olmuştur. Mahkemelerde kadının şahitliği kabul edilmezken şahitliği kabul edilir oldu, mirastan ortak pay alması sağlandı.

Üzülerek belirtmek isterim ki, son yıllarda laiklik ilkesine karşı tavır almalar başladı. Meclis Başkanı sayın İsmail Kahraman´ın “laiklik anayasadan çıkarılmalıdır” söylemi gazi meclisin başkanına yakışmadı. Talihsiz bir söylem olmakla, kendi içinde ki laiklik düşmanlığının ve şeriat özleminin dışa vurumudur. Dinci ve kinci insan yetiştireceğiz düşünceleri, karma eğitimden uzaklaşmalar, sistem değişiyor açıklamaları, toplu taşıma araçlarında haremlik selamlık yerlerinin ayrılma istemleri, meclisteki Çanakkale Savaşını anlatan tiyatro gösterisinde kadınların sahneden indirilmeleri, kadın- erkek ayrımcılığının gün yüzüne çıkması, kadınlar üzerinden yapılan sapık söylemler, laiklik karşıtlığı ve şeriat sistemine giden yoldaki ayak sesleridir. Bu topraklar üzerinde daha önce yaşanmış şeriat sistemine dönmenin ülkeye hiçbir yararı olmayacaktır. Şeriatla yönetilen diğer İslam Ülkelerin geri kalmışlığını görmemiz, bize laiklik konusunda doğru fikir yürütmemizi sağlayacaktır.