Hele bir saldırsın da gâvur
Erkeği savaşır bu toplumun
Kadını cephane taşır, şarjör doldurur
Düşmanın öldürdüğü de ne
Bizi asıl Türkiye’sizlik öldürür. *

Rahmetli KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Kemal Tanrısevdi ile birlikte TMT’nin üç kurucusundan birisi olan Doktor Burhan Nalbantoğlu 1966 yılında Mağusa Serdarı olarak Mağusa Sancaktar Yardımcılığı görevini yürütmektedir.

Mimar Osman Saner Bey’le aralarında 13 yaş fark vardır Burhan Bey’in. Aralarındaki bu yaş farkına rağmen bir kardeşten ziyade bir arkadaş gibi gördüğü bu genç mimarı Sancak Karargâhında tuttuğu gece nöbetlerinde her zaman yanında ister. Bunun nedeni ise bu genç adamın mimar olmasından ve kendisinin de inşaatlara ve mimari yapılara olan merak ve ilgisinden kaynaklanmaktadır. Nöbete çıktıklarında gece boyunca hep inşaatlardan, mimari yapılardan söz eder dururlar.
Bir gece yine Osman Saner ile birlikte Sancak Karargâhında nöbetteyken bir süredir kafasını kurcalayıp duran ve bu yolda çözüm üretmeye çalışarak planlar yapan Burhan Bey o gece kafasındakileri artık arkadaşıyla paylaşma zamanının geldiğini düşünür ve aklından geçenlerden bahseder Osman Bey’e.
1570’te başlayıp 1571’de Mağusa Kalesinin alınmasıyla fethi tamamlanan Kıbrıs’ta yaklaşık üç asır süren bir Osmanlı idaresinden sonra Sultan II. Abdülhamid zamanında önce İngilizlerin idaresine geçer ada. İngiliz idaresinin ardından 1960’ta Türk ve Rum toplumu tarafından ortaklaşa kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Paşpiskopos Makarios’un idaresinde ite kaka ancak üç yıl sürebilmiştir. Sonrasında 1963’ten itibaren Rumların tahakkümü altında sürdürdükleri hayatları tam bir kâbusa dönüşmüştür adadaki Türklerin. Mağusa kalesi dışında Sakarya, Baykal ve Karakol bölgelerinde ikamet eden ve her Türk bölgesinin çevresinde Rumların ikamet ettiği binlerce Türk yaşamaktadır ve bütün ana yollar da Rumların kontrolü altındadır. Özellikle Rumların Baykal bölgesinden geçiş yoğunluğu çok fazladır ve bu durum Burhan Bey’i fazlasıyla tedirgin etmektedir. 1960 öncesi yaşanmış olan tecrübeler doğrultusunda Rumlar Türk bölgeleri arasındaki yollardan geçebildikleri sürece iki toplum arasında vuku bulabilecek olan sürtüşmelerde silah yönünden güç dengesi tamamen Rumlardan yanadır. Yeni bir sürtüşme ve hatta bir savaş meydana gelmesi durumunda Rumlar sur dışındaki bölgeler ile sur içi arasındaki bağlantıyı rahatlıkla kesmeye muvaffak olabileceklerdir. Bu da sur dışında ikamet eden Türk ailelerin hayatları için büyük bir tehlike demektir.

“Mağusa kalesinde sur içi ile sur dışını birbirine bağlayacak ve ola ki gelecekte hayati önem arz edecek bir Rum tehdidiyle karşı karşıya kalacak olursak kale dışındaki mahallelerde yaşayan halkımızı sur içine alabilmemizi sağlayacak gizli bir tünel inşa etmeyi planlıyorum” der Burhan Bey ve ekler: “Böyle bir faaliyetin yerin altında ve geceleri yapılacak olması sebebiyle bu çalışmanın ne kadar zor olacağının ve işin teknik yönü itibariyle de ne kadar mükemmel bir mimari ve statik bir planlama yapılması gerektiğinin sizde farkındasınız sanırım”
“Siz işin bu yönünü hiç düşünmeyin Burhan Bey, neticede ben bir mimarım” der Osman Bey.
Kaleler genellikle dağlık, tepelik alanlara kayalık zeminler üzerine inşa edilirler, Mağusa kalesi ise gömme tarzda inşa edilmiş olup bu kalenin bir benzeri de Malta adasındaki kaledir. Bu kalelerin etraflarInda savunma amaçlı çok geniş  hendekler vardır. Bu hendekler yer yer kale içi ile de irtibatlıdır.
İlk aşamada Osman Bey’in söylediği, eski bir eserden edinilen bilgi doğrultusunda Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethinden önce Mağusa Kalesinde daha Venedikliler zamanında açılmış olan bir tünelin mevcudiyetinden haberdar olunup bu tünelin yerinin tesbiti üzerine konuşurlar. Venedikliler tarafından Kıbrıs’a davet edilen ve Magosa’ya gelen Leonardo da Vinci tarafından tahkim ve takviye edilen Mağusa Kalesinin bedenleri ile yeni yapılan burçlar yanında tünel konusunda da yaptığı çizimlere dayalı, kalenin içi ile sur dışını irtibatlandırmak için kazılmış olan bir tünel de mevcuttur. Fakat bu tünelle ilgili bir bulguya rastlayamazlar. Sadece Osman Bey’in Çifte Mazgal tarafında tespit ettiği Sakarya bölgesine doğru ilerleyen fakat ancak birkaç metrelik bir derinliğe sahip olan, önü tıkalı bir tünel başlangıcı benzeri bir giriş mevcuttur. Büyük bir ihtimalle Venedikliler tarafından, belki de asırlar önce surlarda düşman taarruzuna mahal verecek bir gedik bırakılmaması için Leonardo da Vinci tarafından yapılan bu tünel yeniden doldurulup kapatılmış olmalıdır.
Neticede bir tünel inşa edilecektir ve bu tünelin sur dışındaki ilk kazılmaya başlanacağı giriş yeri Burhan Bey’in kız kardeşi Şükriye Hanımın evinin bahçesi olacaktır. Tünelin çıkış noktası ise Akkule bölgesinde (Ravelin Burcu civarı) surların dibindeki hendek kısmından olacaktır. Hendekte, surların alt kısmında yer alan bir giriş kapısıyla da kaleye giriş mümkün olacaktır. 

İlk etapta kazılacak olan tünel boyunca toprağın yapısı ve sertliği, hendeğin konumu ve hendek seviyesine ulaşmak için yerin ne kadar altından geçiş yapılabileceği hususunda zeminin yapısı ve kazılacak hat boyunca mevcut olan mekanlarla ilgili tetkikler yapılıp hazırlık çalışmaları başlatılır. Kısa bir süre içinde de Baykal bölgesindeki Mücahitlerden tünelin inşası çalışmasında yer alacak olan bir ekip oluşturularak planla ilgili uygulama safhasına geçilir.
Geceleri yürütülen ve yaklaşık dört-beş ay sürecek olan tünel kazısında her gece münavebeli olarak 5-6 kişilik gruplar halinde çalışan 25 kişilik Mücahit ekibi önce üç metreye üç metre genişliğe sahip derinlemesine olan giriş kısmını kazarak kazıda beş metre derinliğe kadar inerler. Kazı esnasında tünelin içinden tahliye edilen topraklar evin bahçesine tesviye edilerek yayılır. Merdivenle inilen bu giriş bölümünü kazıp oluşturduktan sona Baykal Mahallesinden surların arasındaki hendek istikametinde yer altı kazı çalışmalarına devam edilir. 
Yumuşak bir kaya yapısına sahip olan zeminde kazılan her metreyle birlikte bir metre genişlikte ve iki metre yükseklikte bir insanın rahatlıkla geçişine imkân sağlayan ve peyderpey getirilen kerestelerle oluşturulan payandalarla duvarları desteklenip sağlamlaştırılan tünelin kazı çalışmalarında yoğun ve zorlu bir çalışmanın ardından toprağın altında otuz beş metrelik bir mesafeye ulaşılır. Fakat tünelde çalışan ekip otuz beşinci metrede önemli bir problemle karşı karşıya gelir. Bu noktada bir kum seddiyle karşılaşılmış olup kumun akıntısı bir türlü kesilememektedir. Kum yığınının nereye kadar ulaştığı ve kazıya bu istikamette devam edilecek olursa akıntının kesilip kesilmeyeceği de meçhul olduğu için kum yığınının önüne kerestelerden bir barikat kurulur. Kazının yönünü güney istikametine yönelterek bu istikamette beş metrelik bir kazının ardından Osman Bey’in pusulasıyla yaptığı hesaplamalara göre tekrar eski rotasıyla kesişecek bir açıyla yön değiştirip doğuya doğru yöneltilen kazı çalışmalarına kaldıkları yerden devam edilir. 
Bu arada çalışmaların yarısına geldiklerinde yukarıda Rumların da telefon hattı döşemek için yeri tüneli enlemesine geçerek kazdıklarını farkederler. Neyseki bu tünel kazısı için bir problem teşkil etmeyecektir. 

Kazı çalışmalarında anayolu geçip te hendek duvarına yaklaştıkça tünele yukarıya doğru bir meyil verilerek üstteki toprak kalınlığını 1,5 metreye kadar indirmişlerdi. Oldukça meşakkatli de olsa kayalık olan kısmın aşılmasının ardından yaklaşık beş ay süren hızlı bir çalışmayla 65 metre uzunluğundaki tünelde nihayet sona gelinir ve hedeflenen çıkış noktasına ulaşılır.

20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış harekatının başladığı günün gecesi kalenin içinde 5.000 kişilik bir nüfusa sahip Türk aileler yaşamaktadır, buna mukabil kale dışında da Baykal, Sakarya ve Karakol bölgelerinde yaşayan 5.000 kişiden ibaret Türk aileler ikamet etmektedir. İşte o gece gecenin karanlığından da istifade edilerek Mücahitlerin koruması ve kontrolü altında sessiz bir şekilde surların içine çekilen bu ailelerdan Baykal bölgesinde yaşayan 1.500-2.000 kişi civarında bir kısmı bu tünel sayesinde önce hendeğe, sonra da surlardan içeriye başarılı bir şekilde intikal ettirilir.

Kıbrıs’a gittiğimde TMT’nin kurucularından olan o değerli insan, Doktor Burhan Bey’e sağlığında yetişememiştim fakat benim için Allah’ın bir lütfu idi ki, Mağusa’ya ulaştığımda Mimar Osman Saner Bey hayattaydı. Beni yanına alıp bir yandan tünelin inşası ile ilgili olarak hangi sebeplerle ne tür şartlarda ve nelerle karşılaşıldığını anlatırken bir yandan da inşa etmiş olduğu tüneli gezdirdi bana. (Tünelin mimarı Osman Saner Bey ile gerçekleştirdiğimiz bu tünel gezimizin bir bölümünün görselini face sayfamdan izleyebilirsiniz – M.Fatih Öztürk )

Mimar Osman Saner Bey, emekli bir milletvekilidir ve -Allah hayırlı, sağlıklı ömür versin- kendisi halâ sağdır. Yolunuz Mağusa’ya düşerse benim gibi Osman Bey’le tanışma imkanınız olur mu bilmem ama surların dışındaki hendekte mevcut olan bu tüneli mutlaka görmenizi, elinize bir fener alıp içine girmenizi tavsiye ederim sizlere.

* Şiir Orbay Deliceırmak’a aittir.