Zulüm, sözlükte bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymak, noksan yapmak, sınırı aşmak, doğru yoldan sapmak, insanların hakkını eksiltmek, hakkını vermemek, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokmak, rızasını almadan başka birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunmak, haksız ve adaletsiz uygulamalarda bulunmak, insan haklarını, kul haklarını, hatta tüm mahlukatın hakkını ihlal etmek gibi anlamlarda kullanılır. Zulmü icra edene zalim, zulme maruz kalanlara mazlum denir. Zulüm Kur’an’da yasaklanmış, Allah’ın zalimleri sevmediği şu ayetlerde ifade edilmektedir. “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/57). “Ancak insanlara zulmeden- lere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ce-za vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.” (Şûrâ, 42/40). Zalimlerin asla felaha eremeyecekleri de şu ayetlerde ifa-de edilmektedir; “..Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!” (Yusuf, 12/23). “Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.” (Kasas, 28/32) “ ….Muhakkak ki, zalimler iflâh olmazlar.” (Kasas, 28/32). Haksızlıkla (zulümle) yetimlerin mallarını yiyenlerin karınlarına ateş doldurdukları ve meşru sınırlar dışına çıkarak ve zulmederek birbirinin mallarını yiyenlerin cehennem ateşine atılacakları da şu ayette; “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; za-ten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisa, 4/10) vurgulanarak insanların zulümden vazgeçmeleri istenmiştir. Bir kutsi Hadis’te Yüce Allah; “Ey kullarım! Ben zulmü, kendime haram kıldım ve onu sizin aranızda da yasakladım; sakın birbirinize zulmetmeyin!” (Müsned, V,160; Müslim, Birr, 55) buyurarak kullarının zulmün her çeşidinden uzak durmalarını istemiştir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) ise; “Sakın zulmetmeyin ve kendinize zulmedilmesine de müsaade etmeyin.” (Müsned, V, 72) buyurarak ümmetini zalim olmaktan sakındırdığı gibi mazlum olmaktan ve zulme karşı sessiz ve tarafsız kalmaktan da sakındırmıştır. Kendisi de duaların-da “Allah’ım! Fakirlikten, kıtlıktan, zillete düşmekten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım.” şeklinde sürekli dua etmiş, sahabe-i kirama da böyle dua etmelerini tavsiye etmiştir. (Ebu Davud, Salat, 367; Nesai, İstiaze, 14; İbn Hıbban, No: 1030). Sevgili Peygamberimizin gençliğinde de, haksızlık ve zulme maruz kalanların haklarını korumak ve mazlumlar-la dayanışma içerisinde olmak amacıyla kurulmuş olan “hılfu’l-fudûl” cemiyetine (Erdemliler Teşkilatı) üye olma-sı, hatta peygamberlik geldikten sonra da o teşkilatı övmesi ve “Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim.” demesi; zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almanın ve bu amaçla müesseseler oluşturmanın Müslümanlar için ne denli önemli bir görev olduğu-nu göstermektedir. Esasen ‘bütün peygamberlerin mücadelesi insanları her türlü baskı ve zulümden kurtar- ma mücadelesidir’ denilebilir. Zira Peygamberlere ilk karşı çıkanlar o toplumun içindeki zalimler, Peygamberle-re ilk inanan ve onların yanında yer alanlar ise mazlumlar olmuştur. Hz. İbrahim (a.s)’in karşısına Nemrut, Hz. Musa (a.s)’nın karşına Firavun ve Haman, Hz. Muhammed (a.s)’in karşısına Ebu Lehep ve Ebu Cehil gibi zulmün ve zalimliğin elabaşıları çıkmış, peygamberler ise hep mazlumların yanında yer almak suretiyle zalimlerle mücadele etmişlerdir. Bu dedenle Müslümanlar da haklının, mazlumun yanında; haksızın ise karşısında yer alma-lıdırlar. Hatta kalplerinde zalimlere karşı en küçük bir te- mayül göstermenin bile azap sebebi olduğunu bilmeli; “Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da)yardım göremezsiniz!” (Hud, 11/113). Zira Yüce Rabbimiz, “(Mümin-ler o kimselerdir ki,) Bir saldırıya (haksızlığa) uğradık- ları zaman, aralarında birbirleriyle yardımlaşılar.” (Şura, 42/39) buyurmakta; diğer bir Ayet-i Kerimesinde de; “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, her tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yol-la!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrun- da savaşmıyorsunuz!” (Nisa, 4/75) buyurarak, gerektiğinde mü’min kullarının zulmedenlere karşı mazlumların haklarını korumak, zulmü engelleyip adaleti hâkim kılmak için meşru/hukuki ölçüler içerisinde her türlü mücadeleye başvurmalarını ve bu konuda dayanışma içerisinde olmalarını istemektedir. Sevgili Peygamberimiz de kendisi bizzat zalimin karşı-sında yer aldığı gibi, ümmetini de işlenen kötülükler veya yapılan haksızlıklar karşısında seyirci kalmamaları konusunda değişik vesilelerle uyarmıştır: “Hayır, Allah’a ye-min ederim ki, ya iyiliği emreder (tavsiye eder), kötü- lükten nehyeder (kötülüğe engel olmaya çalışır), zali-min elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka yöneltir ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teala kalp- lerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrailoğullarına la-net ettiği gibi size de lanet eder.” (Ebu Davud, Melahim, 17; Tirmizi, Tefsiru Sure (5), 6, 7); “Şüphesiz ki in- sanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı umumi hâle getirmesi yakındır.” (Ebu Davûd, Melahim, 1 7; Tirmizi, Fiten, 8); “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gü-cü yetmezse, kalbiyle düzetltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78. Ayrıca bk.Tirmizi, Fiten 11; Nesai,İman, 17). Diğer yandan Cahiliye Arapları arasında kavmiyetçilik ve kabilecilik taassubu yüzünden, zalim de olsa kendi ırkı-nın, yakınının ve soyunun insanını destekleme, ona yardımcı olma âdeti yaygındı. Peygamberimiz, bu bâtıl an- layışı da kaldırmış ve yerine hakkaniyete dayanan bir anlayışı ikame etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Din kardeşin zalim de olsa, mazlum da olsa ona yardım et.” Bir adam: “Ya Rasulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse nasıl yardım edeyim?” diye sormuş. Peygamberimiz: “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir.” (Buhari, Mezalim,4; İkrah, 6; Tirmizi, Fiten, 68) şeklinde cevap vermiştir. Çünkü zalimin zulmü-ne engel olmak, hem mazluma yardımcı olmak hem de zalimi içine düştüğü zulüm batağından ve dolayısıyla ateşten kurtarmak olacağı için ona da yardımcı olmak anlamına gelir; zalime destek olmak ise her ikisine de zulüm sayılır. Anlaşılan o dur ki, zulmetmemek yeterli olmamakta; haksızlığa uğradığı halde kendisini savunamayan, kendini korumaktan aciz olan mazlum ve mağdur insanları savunmak, haklarını aramak, onların sesi olmak da Müslümanlara yüce Allah’ın ve Sevgili Peygamberimizin yüklediği bir vazifedir. Şayet Müslümanlar güç yetirebildikleri halde bu vazifeyi yapmazlarsa, herkes bu zulmün günahına ortak olmuş olur. Zulme uğrayanların Müslüman olup olmamaları ise bu hükmü değiştirmez. Bu nedenle mü’min olma bahtiyarlığına erişmiş olan hiçbir kimse zulmü sevmez., -kim olursa olsun zalimin destekçisi olamaz, zalimin zulmüne bigane kalamaz; mazlumun feryadına ve iniltisine kulaklarını tıkayamaz. Esasen imani ve vicdani duyarlılığa sahip mü’minlerden başka bir tavır ve davranış da beklenmez. Nitekim bu duyarlılığın bir gereği olarak Hz. Ebu Bekir (r.a) halife seçildiğinde irat ettiği ilk hutbesinin bir bölümünde; “Şunu iyi bilin ki, sizin en zayıfınız, benim katımda hakkını alıp kendisine verinceye kadar en kuvvetli olanınızdır. Si-zin en kuvvetliniz ise, benim katımda mazlumun hakkını kendisinden alıncaya kadar en zayıf olanınızdır.” demiş ve böylece devlet başkanı sıfatıyla zalimin karşısın-da, mazlumun ve mağdurun yanında durduğunu açık ve net bir şekilde ilan etmiştir. Zalimin karşısında ve mazlumun yanında yer almanın bir mümin için ne denli önemli olduğunu en güzel bir şekilde ifade edenlerden biri de merhum Mehmet Akif’tir. Bu konuda şöyle der: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! Boğamazsın ki! Hiç olmazsa yanımdan kovarım. Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git!, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnerim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…” O halde gerçek dindarlık; zulmün, haksızlığın, adaletsizliğin arttığı, insanların, can, mal, namus, cinsiyet, inanç, düşünce, emek gibi maddi-manevi bir çok alanda haksız-lığa, hukuksuzluğa ve ayrımcılığa maruz kaldıkları bir dünyada, sadece namaz kılıp, oruç tutmak ve hacca gitmek gibi belli formel ibadetleri eda etmekle değil; imana şirk zulmünü bulaştırmadan ibadetleri ihlas ve samimiyetle yapıp, bunlardan alınacak ruh ve manevi enerjiyle hayatın bütün alanlarında hakkı hakim kılıp adaleti tesis etmek, çevrede olup bitenlerle ilgilenmek, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık ve zulme karşı durarak ezilen ve sömürülen mazlum, mağdur, fakir ve yoksul durumdaki insanların yanında yer alıp, meşru ölçü-ler içerisinde onların sesi ve yardımcıları olmakla ortaya çıkar.Bu nedenle bizlere düşen görev zalimin yanında de-ğil her daim mazlumun ve mağdurun tarafında olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez.” (Müslim, Birr ve Sıla,32) buyurmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun zulme sessiz kalmak, mazluma, masuma el uzatmamak, bu ne-bevi öğretiden mahrum kalmaktır. Bize düşen görev, Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek suyu taşımaktır. Bize düşen, yaşanan bu olaylar karşısında mazlumun duası ile Allah arasında perde olmadığını bilerek elimizden geldiğince maddi ve manevi destek olmaktır. Bu mübarek Cuma gününde, bizler Rabbimize el açıp diyoruz ki: Rabbimiz! Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle. Rabbimiz! Şu an-da dünyanın çeşitli yerlerinde başta Filistin ve Gazze’de olmak üzere Kudüs’de, Suriye’de, Mısır’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ve Myanmar’da ve da-ha birçok yerde din kardeşlerimize rahmetinle, nusre-tinle muamele eyle. Akan göz yaşının durmasını nasip eyle. Allah’ım! Dünyanın muhtelif yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren kardeşlerimize rahmet eyle! Şehitlerimize rahmet eyle Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan eyle! Alem-i İslam’ı içine düştüğü fitnelerden, tefrikadan, cehaletten, kan ve gözya- şından kurtar. Bizlere yeniden aziz bir ümmet olarak adaleti ayakta tutmayı nasip eyle. Şu mübarek günün hürmetine dualarımızı kabul eyle.