“Haram aylar” içinde Muharrem ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ayrıcalığı “Muharrem” adından da fark etmek mümkündür. Zira “muharrem” kelimesi, “haram kılınmış”, “hürmete lâyık” anlamlarına gelmektedir. Kısacası “haram aylar” uygulamasının genel adı, anlam itibarı ile bu aya özel bir ad olarak verilmiştir. Bu özel uygulama, şüphesiz Muharrem ayına atfedilen önemin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Ayın önemi İslâm kültür ve tarihi sürecinde de devam edegelmiştir. Zira İslâm, Hz. İbrahim´in tebliğ ettiği Hanîf dini esaslarının devamı niteliğinde olması sebebi ile, o geleneğin değerlerinin de sahibidir, dolayısı ile bu ayı değerli kılan tarihi olayları önemser. Diğer yandan, İslâm´ın zuhurundan  sonra da Muharrem ayı, dini, sosyal ve kültürel tarihi önemi haiz olaylara sahne olmuştur. Bu durum Muharrem ayını,    İslâm tarihi ve kültürü açısından daha da ön plana çıkarmaktadır.  Zira Muharrem ayı hicret ayıdır. Muharrem ayı aşûre ayıdır. Muharrem ayı oruç tutulması tavsiye edilen bir aydır. Ve Muharrem ayı bizlere, çiğerlerimizi dağlayan Kerbelâ´yı hatırlatan aydır. Muharrem ayını önemli kılan özellikleri kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

1-Hicri Yılbaşı

Muharrem ayı, 12 ay ve 355 gün olan kameri yılın ilk ayıdır. Adından da anlaşılacağı üzere, kameri yılda- güneşin değil- ayın hareketleri esas alınmaktadır. Hicrî tarih, Hz. Muhammed (s.a.v)´in Mekke´den Medine´ye göç edişi ile başlar. Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi, Hz. Ömer devrinde olmuştur. Onun devrine gelinceye kadar Araplar, düzenli bir tarih belirleme sistemine sahip değillerdi. Fil vakası gibi önemli olayları kıstas olarak benimsemişlerdi. Hz. Ömer devrinde, Hz. Peygamber´in Mekke´den Medine´ye hicret ettiği  yıl (Miladi 622), İslâmî takvimin başlangıç yılı (Hicrî 1) olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.

2- Aşûre günü (On Muharrem)

Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v) Medine´ye hicret ettiğinde, orada Arap halkla birlikte yaşayan Yahudiler vardı. İşte bu Yahudiler, Hz. Musa ile İsrail oğullarının, Firavunun zulmünden Aşûre günü kurtulduğunu söyleyen Yahudileri, Hz. Peygamber Efendimiz yalanlamamış hatta bu yönde olumlu bir tavır sergilemiştir.

Bunun yanı sıra tüm Samî dinlerde özel bir yere sahip görünen aşûre günü, Cahiliyye Araplarınca da önemli kabul edilmiştir. Hatta Resûl-i Ekrem´in de peygamberlik öncesi ve sonrası dönemde, bir süre bu günde oruç tuttuğuna dair rivayetlere de rastlanır. Medine döneminde bu orucu, Müslümanlara tavsiye ettiği de bilinen bir husustur. (Buhârî, Savm, 69; II, 25; Tirmizi, Savm, 50; III, 128)

İbni Abbas´ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber Medine´ye geldiğinde, Yahudilerin Aşûre gününde oruç tuttuklarını gördü. “Bu nedir?” diye sordu. “Bu hayırlı bir gündür. Bu, Allah´ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı, bu sebeple de Musa´nın oruç tuttuğu gündür.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), “Ben Musa´ya sizden daha lâyığım.” buyurdu ve hem kendisi bu günde oruç tuttu, hem de başkalarına oruç tutmalarını emretti.” (Buhârî, Savm, 69; II, 251; Müslim, Savm, 127; I, 795)

Hz. Peygamber, Aşûre günü oruç tutmayı teşvik etti ve şöyle buyurdu: “Aşûre günü orucunun, bir önceki yılın günahlarına kefaret olmasını Allah´tan umarım.” (Tirmizî, Savm, 48; III, 126)

3-Ramazan ayı ve Aşûre günü

Aşûre günü oruç tutulması uygulaması, Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam etti. “Ey iman edenler! Allah´a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere olduğu gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183) ayeti inince, Aşûre günü orucu isteğe bağlı hale geldi.

Hz. Aişe (r.he) bunu şöyle anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v), Aşûre günü oruç tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca, dileyen Aşûre günü oruç tuttu, dileyen tutmadı.” (Buhâri, Savm, 69; II, 250) Aynı konuda yine Hz. Aişe´den gelen diğer rivayet de şöyledir: “Ramazan orucu farz kılınmadan önce (Kureyşliler) Aşûre günü oruç tutarlardı. Aşûre günü, Kâbe´nin örtüsünün değiştirildiği gündü. Allah Teâlâ Ramazan orucunu farz kılınca Resûlullah (s.a.v), ‘Dileyen Aşûre günü oruç tutsun, tutmak istemeyen de tutmasın´ dedi.” (Ahmed,VI, 244)  

Ancak, yine Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v) bildirdiğine göre bu oruç yalnızca Aşûre günü değil, Muharrem ayının 9, 10 ve 11 günlerinde peş peşe iki ya da üç gün tutulması tavsiye etmiştir. (Müslim, Sıyâm, 38, I, 821) Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: Resûlullah (s.a.v) Aşûre günü oruç tutunca kendisine; “Ey Allah´ın Resûlü, bu gün, Yahudilerin ve Hıristiyanların hürmet gösterdikleri bir gündür.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v), “Gelecek yıl inşallah Muharremin dokuzuncu gününde de oruç tutacağız.” dedi. Ertesi yıla ulaşamadan Resûlullah (s.a.v) vefat etti. (Müslim, Sıyâm, 133; I, 797-798)

Peygamber  Efendimiz (S.A.V) Muharrem orucuyla ilgili olarak da şöyle buyuruyor: “Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise, geceleyin kılınan namazdır.” (Müslim, Sıyâm, 202; I, 821) Peygamberimiz (s.av), bir başka hadiste de, “Aşûre gününde tutulan orucun, bir yıl önce işlenen hata ve günahların bağışlanmasına vesile olacağını” müjdelemiştir. (Tirmizi, Savm, 48; III, 126)

Aşûre gününde oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık, o günde hububat karışımı aş (aşûre) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi filler hakkında sahih habere rastlanmamaktadır. (Yavuz, Yusuf Şecki, “Aşûra”, DİA, IV, 25)

Bununla birlikte, Müslüman Türklerin dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşûre, aynı zamanda Muharremin onuncu günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olmuş ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşûre aşı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilmiş, “aşûre testisi” adı verilen özel kaplarla saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılmıştır. Çünkü Aşûre; paylaşmanın ve birlikteliğin simgesidir. Aşûre aşında bir araya gelen farklı nimetlerin, aynı ortak tada katkı sağladıkları gibi, milletimiz asırlardır birlikte yaşamanın gereği olarak sevinç ve tasayı, muhabbet ve meşakkati paylaşmaya, birlikte yaşamaya, her türlü engellere, kirli oyunlara, fitne, fesat ve entrikalara rağmen devam etmektedir. Rabbim, aziz milletimizi ve tüm Müslümanları bu tür afetlerden muhafaza etsin.

4-Aşûre gününde meydana gelen tarihî olaylar

Aşûre günü adı verilen Muharrem ayının onuncu gününde meydana geldiği rivayet edilen bazı önemli olayları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-Allah (c.c), Hz. Musa´ya (a.s) Aşure gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2-Hz. Nuh  (a.s) gemisini Cûdi Dağının üzerine o gün demirlemiştir.

3-Hz. Yunus (a.s) balığın karnında Aşure günü kurtulmuştur.

4-Hz. Adem´in (a.s) tevbesi Aşure günü kabul edilmiştir.

5-Hz. Yusuf´un (a.s) kardeşlerinin attığı kuyudan Aşure günü çıkarılmıştır.

6-Hz. İsa (a.s) o gün doğmuş ve o gün semâya kaldırılmıştır.

7-Hz. Davud´un (a.s) tevbesi o gün kabul edilmiştir.

8-Hz. İbrahim´in (a.s) oğlu Hz. İsmail (a.s) o gün doğmuştur.

9- Hz. Yakub´un (a.s), oğlu Hz. Yusuf´un (a.s) hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.

10- Hz. Eyyûb (a.s) hastalığından kurtularak o gün şifaya kavuşmuştur. (Sahih-i Müslim Şerhi, 6: 140)

Burada şunu da belirtmek isterim ki kitaplarda yer alan on ikramın tamamını doğrulama imkânı yoktur. Ancak Peygamberimiz (s.a.v), bunlardan ikisini yan Hz. Musa´nın (a.s), bugün Firavun´un şerrinden emin kılındığını ve Hz. Huh´un gemisinin bugün Cûdi dağına oturduğunu söyleyen Yahudileri yalanlamamıştır. (Hatta bu yönde olumlu bir tavır sergilemiştir.)  (Yavuz, Yusuf Şevki, TDV İslâm Ansiklopedisi, Aşure, IV, 24-26)

5-Kerbelâ faciası

İslâm tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbelâ olayı da Aşûre gününde meydana gelmiştir. Kerbelâ; Resûlullah Efendimizin, “cennet gençlerinin efendileri” (İbn Mâce, Sunne, 11/4) sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma´nın ciğerparesinden biri Hz. Hüseyin Efendimizin ve yetmişten fazla sahabenin şehit edildiği yerdir…

Emeviler´in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicrî 61, Miladî 680 yılı Muharrem ayının onuncu Cuma günü, Hz. Hüseyin´in şehadeti ile sona eren, Ehl-i Beyt´in ve pek çok değerli sahabenin şehâdetine ve hayatına mâl olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem, Müslümanlarca yas günü sayılmaktadır. Ancak Kerbelâ olayının hatırasını yâd etmek gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10 Muharremde sergilenen etkinliklerde, bazı Şii Müslümanlar, “kendi kendine işkence” denebilecek uygulamalar sergilemektedirler. Sırtlarına zincirler vurarak kendilerini kan ve revan içinde bırakmaktadırlar. Halbuki bu tür uygulamalar İslâm´a aykırıdır. Dinimizde yas tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hz. Peygamberimiz (s.a.v) belirlemiştir. İslâm´dan önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derecede yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder, yıkanmazdı. Hatta profesyonel ağlayıcılar tutarlardı. Resûlullah (a.s), bu geleneği, şu hadisi ile ortadan kaldırmıştır: “Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye âdetlerini sürdüren bizden değildir.” (Buhârî, Cenaiz, 36; II,82)

Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, mü´minler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır. Burada tüm Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini, yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak, onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Zira günümüzde Müslümanların, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkâr edilemez.

Bu duygular içinde başta şehidlerin efendisi Hz. Hüseyin ve  Kerbelâ şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle, hürmetle, özlemle anıyor ve yâd ediyorum. Geçmişte yaşadığımız keder ve acıların; teni üzüntülere sebebiyet vermemesini, aksine bizleri bizleri sevgi ve muhabbetle bağlamasını, asırlardan beri Hz. Peygamber (s.a.v) ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin ve tüm Müslümanların barış, huzur, güven, sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini, Cenab-ı Mevlâ´dan niyaz ediyorum.