Mukaddesat; biz Müslümanların kutsî kabul ettiği dinimize ait maddî-manevî her varlık, mefhum ve değeri ifade eden bir kavramdır. Bir Müslüman, imanın şartlarına inanıyorum; ama (hâşâ) peygamberlere iman etmiyorum, sünnet uydurmadır, şefaat yoktur gibi safsatalara inanmaya başlarsa imanın şartlarını yerine getirmemiş dolayısı ile hakiki iman etmiş olmaz. Bu bakımdan mukaddesata hürmet bizler için büyük bir öneme haiz iken mukaddes olmayan şahıs, varlık ve mefhumlara böylesine bir isnat ile yaklaşmak da sakıncalıdır.

Değerlerimizin oldukça yozlaştığı günümüzde nelerin mukaddes olduğunu nelerin olmadığını net bir şekilde ortaya koymamız ve bunlara göre de muamelemizi doğru tercih etmemiz gerekir.  Bu sayfalara tamamını sığdırmak mümkün olmasa da akla ilk geliverenleri sayalım: imanın, İslâm’ın şartlarına riayet, farzları, vacipleri,  ehl-i sünnet akidesini, amelde hak dört mezhebi ve sünnet-i seniyyeyi gözetmek, helâle yönelmek, haramlardan sakınmak, eshâb-ı kirama, şehitlere, Allah’ın velî kullarına hürmet etmek, başta Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî olmak üzere namaz kılınan, Allah’ı zikir ve ilim tahsili ile meşgul olunan tüm mescidlere ve camilere hürmet etmek…

Mescid ve cami demişken Osmanlı Devleti'nin ünlü şairlerinden Nâbî’nin 1678 senesinde bir kafile ile hac yolculuğunda mukaddesata hürmet ile alakalı ibretlik sahnesini hatırlamakta fayda var. Kafilede bulunan Râmi Mehmed Paşa’nın Medine-i Münevvere’ye yaklaşıldığı esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyurken bu edebe aykırı duruma şahit olan Nabi’nin dudaklarından irticalen ve izaha mahâl bırakmadan şu dizeler dökülür:

Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!

Nazargâh-i ilahîdir, Makam-ı Mustafa’dır bu.

Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergâha,

Metâf-ı kudsiyandır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.

Bu noktada Kâbe-i Muazzama’yı fil ordusu ile yıkmaya gelen Ebrehe’nin, Ebâbil kuşlarının attığı taşlarla helâki bugün de ibret alınması gereken bir vakadır. Bugün çeşitli bahanelerle İslâm ülkelerine saldırıp cami ve türbeleri bombalayan Haçlı ve Siyonist zihniyet ile bunlara uşaklık edenler bilmelidir ki Allah-ü Teâlâ’nın onları helâki hiç de zor değildir. Sadece Cenâb-ı Hak kulları ibret alsınlar diye onlara vakit veriyordur. Fil Suresi bu konuda zihinlerden çıkarılmaması gereken bir ikazdır:

“1- Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?

2- Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

3- Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

4- Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.

5- Ve onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.”

Bakara Suresi 114. Ayeti kerimesi de bu konuda çok net bir uyarıdır: “Allah´ın mescidlerini, içlerinde Allah’ın isminin anılmasından men eden ve onların harap olmalarına çalışan kimselerden daha zalim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka bir şey yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahrette de büyük bir azap vardır.”

O halde hep birlikte bakacağız, Allah’ın mescitlerini kimler inşa ediyor, kimler yıkıyor? Buna göre de bir Müslüman olarak hadis-i şerife uygun hareket edeceğiz: “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle müdahale ediniz, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Müslim)

Her insan inancı ne olursa olsun hayatına bir yol çizer, bu yol dinî, siyasî ya da içtimaî olabilir. Takip edilen yol zamanla din, mezhep, tarikat, cemaat, parti, dernek, vakıf hüviyetine bürünerek tezahür eder. İnsan, ben hiçbir dine, mezhebe ya da tarikata mensup değilim derse o da kendine bir yol tutturmuş olur.  Vel hâsılı insan yol’suz kalamaz ancak Rabb’im herkesi doğru yola sevk etsin inşallah. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli hususu İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin (k.s.) ifadeleri ile verelim: “Mezhepten ayrılmak ve mezhepsiz olmak yani ilhad, küfürdür. Dört mezhepten birini terk eden boynundan İslâm ipini çıkarmıştır.”

Mukaddesata hürmetsizliğin yanında mukaddes olmayan şeylere, dünya ve üzerindekilere kutsiyet atfeden paganizme, hatta putperestliğe yaklaşan davranışlar bir Müslüman tavrı olamaz. Maalesef son günlerde bazı okullarda gördüğümüz öğrencilerin bir resme, heykele, eşyaya secde ettirildiği görüntüler vicdanlarımızı sızlatmıştır. Muhafazakâr insanların “gerici” diye yaftalandığı memleketimizde asr-ı saâdetten çok daha evvel ortaya çıkan bir anlayış olan putperestliğin kutsanması ve bunun “çağdaşlık” olarak sunulması ne yaman bir çelişkidir.

Bu noktada gözlerimizi boyayan en büyük tehlike Bid’at Ehli’nin icraatlarıdır. Feyzü’l Kadir, cilt 1, sayfa 439’da Bid’at Ehli’nin icraâtleri ve hakikatteki durumu şöyle ifade edilir:

“Dinin kaidelerini, Müslümanların itikatlarını bozmaya çalışır. Bunların dine zararı kâfirin zararı gibidir. Belki daha şiddetlidir. Çünkü o düşmanlığını gizleyerek ehl-i İslâm’la mücadele eder.”

Şiirden şuura ulaşma gayretimizle son sözü üstadın Muhasebe şiirinden dizelere bırakalım:

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?

Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde!

//N. Fazıl KISAKÜREK