Dünyanın girişine asılı bir ‘oku’ âyeti söz konusu ki; gelmiş geçmiş tüm insanların ruhunu bir kapta eritseler, bu âyetin ağırlığına ve anlamına karşılık gelmez. Bizim bir harekeye bile tutunamayan ömrümüz, ’oku’ âyetini anlama niyetine girişmemiş hâlimiz, bizi kâinat kitabının altında ezilmeye mâhkum ediyor. Analiz edilip teşhis konulması ve bir patoloji örneği hâline gelip ruhî hastalıklara örnek teşkil etmesi gereken hasta yaşantımıza nasıl da uyduruk reçetelerle sağlık kazandırmaya çalışıyoruz. Ömrümüze asılı bir serum olan hayatın, damardan enjekte edilen ölümle olan paradoksunu hesap etmeden tepemize her saniye çekiciyle vuran zaman mefhumunu yok sayıyor, uzun emeller içinde kısa yaşamlara şahit olmamıza rağmen yine de ölümün vaktinin şu an olduğunu kabul etmiyoruz. Şu anı ölüm vakti olarak idrak eden insan, hayatı ‘oku’ âyetiyle anlamış insandır. 
    
   Kendimizden başka herkese açık olan algılarımızla yürüdüğümüz hayat yolculuğunda, kendimize iniltimizi dinleyeceğimiz ve içsel keşfimize yolculuk edeceğimiz hiç bir alan bırakmadan, gündüz çalışma, gece uyku modunda geçen bir oyalanmayla ruhumuzun zirvesinde bir Hirâ’ya yer ayırmadan yitip gideceğimiz bir dünya hayatı içerisinde sürüye dâhil oluyoruz. İnliyoruz fakat haberimiz yok, tükeniyoruz ve kazancımız tezekten ibaret. Havada buharlaşan hesaplı iyiliklerimiz gökyüzüne ulaşmadan asit yağmuru olup üzerimize yağarak ruhumuzu yakıyor. Hep en kolay sevapları seçip en büyük mükâfatları bekleyerek yoruyoruz niyetlerimizi. Niyet o vakit bozuluyor, mayası ekşiyor. . . Dünya terazisiyle ahiret kazancını tartmayan insan, iyiliği ‘oku’ âyetiyle yapmış insandır. 

   Devasa bir zaman rendesi bizi un ufak edecekken, adımız bir gün yeryüzünde hiç yaşamamışız gibi hoş bir sadayla bile anılmayacakken, yerin 2 metre altında ekosisteme dâhil olacağımız bir son bizi bekliyorken; ayağımızdaki prangalar, sırtımızdaki ağırlık, felaha 5 vakit kala evi bıraksak arabanın izin vermediği, arabayı bıraksak evlâdın izin vermediği bir dünya hayatı içerisinde içimizin cılız sesini hangi âyet bize duyuracak? Hangi âyeti ruhumuzun artçı sarsıntılarında âfet toplanma merkezi yaptık kendimiz için? Kaç âyetin gölgesine hayat kurduk? Kaç âyetin elinden tutup kendimize yoldaş edindik? Hangi âyet bizi alnımızdan öptü de secdelerimize anlam kattı? Ne zaman bir âyete boyun eğdik de ezber âyinlerimiz ibadete dönüştü? 

   Kaç âyet bize eşlik ediyor? Kaçıyla kamburumuzu düzelttik, yükümüzü hafiflettik? Kaçı güneşten önce sabahımızı aydınlattı? 

   5 vakit yükselişi nasıl da hor kullandık…Hayat tek vakitlik zaman iken, son kıldığımız aslında hep kendi cenaze namazımızdı. Her vakitte söz verip yükselişte irtifa kaybederek kamikaze dalışlarla nasıl da kurtuluş kıyamımızın tam ortasında infilâk edip verdiğimiz tüm sözlerin celladı olduk, kendi kendimizin ipini çektik.  

   Ölüm sancısı iyileşmesini istemediğimiz bir yara olması gerekirken; ölümsüzlük arzusuna kaç pansuman, kaç hayat öpücüğüyle bel bağladık? Oysa tüm hastalıkların iyileyişi, tüm kederlerin, yoksullukların sona erişi, tüm kâbusların sıçratan korkusundan kurtuluşu olan ölüm müjdesini boynumuza muska diye asmamız gerekirken, ona beynimizin kötü huylu tümörü muamelesi yaparak kendimizi nasıl da hasta ettik. . . Ölüm; hayatın ödemesi gereken borcu, şık bir restorantta yenilen en lezzetli yemeğin faturası, huzur-u İlâhi’ye karşılıksız çekle çıkmamamız gerektiğini her saniye kulağımıza fısıldayan ömür sermayesinin en yetkili memuru…Ölümü, hayatın ikiz kardeşi saymış insan; mesajı ‘oku’ âyetiyle almış insandır.  

   Öyle bir âyet ki tüm evreni içine doldursak toplu iğne ucu kadar yer kaplamayacak. Yaratılmış ne varsa okumakla elde edilecek bir hikmeti boyun eğişle taçlandırıp hakîkat mertebesinde hiç olup giderek âyetin hakkını vermemiz gerektiğini bildiren Yaratıcı, evrenin sırrını ‘oku’ âyetinin içine yerleştirerek kendi sırrımızı da bize bu hediye paketiyle sunmuştur. Kendi kendine ulaşmanın bile sır olduğu, kendimizden uzak kendiliklerimiz bile var iken kaç hayat bahşedilse kendi sırrımıza ulaşmaya yetecektir? En uzunu 90 yıl olan bir ömür kendi sırrının önsözünü bile okumaya yetmeyecek, tüm evrenin etrafında tavaf ettiği bu muhteşem âyetin etrafında tavaf edip kendi yolculuğuna çıkan insanların mükâfatı, hakîkat mertebesinde hiçlik keyfi sürmek olacaktır. ’Oku’ âyetiyle yola çıkanlar iflâh olmaz hikmet avcısı gibi iz sürecek, nerede bir hakîkat varsa yüz sürüp secdelerini hakîkî secde edecektir. 

   Okumak kulluğun, anlamak ve boyun eğmek ise hakîkatin özüdür efendim. Hepinizi tüm sırların sahibine emanet ediyorum.