Peygamberler, insanlara Allah´a kulluğun kalitesini ve ahiretin mutluluğunu öğretmek için gönderilmiştir. Bu ağır görevi yerine getirirken bütün kutlu elçilerin etrafında vahyin ışığı ve bereketi ile sonraki nesillere örneklik teşkil edecek bir nesil var olmuştur. Nebilerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)´in çevresinde, adına sahabe dediğimiz güzel bir nesil yetişmiş, İslam dünyasına yaşantılarıyla örnek olmuşlardır.

Hz. Peygamber (sav)´i görme ve dinleme, ona arkadaş olma ve inanmış olma, murad-ı İlahiyi doğrudan öğrenme izzet ve şerefine nail olan bu ilk nesil; İlahi mesajı ve bunun uygulamalarını büyük bir itina ile öğrenmiş ve yaşama aktarmışlardır. "Eğer, de: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, hısımınız, kabileniz, ... size Allah ve Resulünden ve onun yolunda cihaddan daha sevgili ise artık, Allahın emri gelinciye kadar bekleyin, Allah öyle fasıklar güruhunu hidayete irdirmez" (Tevbe:24) ayetinin derin mana ve ruhu gereğince Hz. Peygamber (sav)´i çok seven sahabi, bu sevginin ifadesi olarak anam babam sana feda olsun ya Resulallah anlayışını geliştirmiş, ona gönül vermişlerdir.

Hz. Peygambere sevgi ve içtenlikle bağlılığın göstergesi, tabii ki onun emir ve yasaklarına uymak, yaşantısını benimsemektir.  İbni Abbas (ra)´tan gelen bir rivayete göre;  Allah Resulü (s.a.v.), muhtemelen altının erkeklere yasak olduğunu bilmeyen bir adamın elinde altın yüzük gördü ve onu çıkarıp, attı. Sonra da şöyle buyurdu: “Sizden biriniz ateşten bir köze yönelip, onu eline mi alıyor?” Hz. Peygamber gittikten sonra o adama: “Yüzüğünü al da ondan faydalan” denildi. O adam ise: “Hayır Allah´a yemin ederim ki, Allah Rasûlü onu attıktan sonra, onu ebediyen almayacağım”(Müslim, Libâs 52)  sözleriyle tasarruf amaçlı bile olsa altının kullanımına iltifat etmeyerek Hz. Peygamberin emir ve yasaklarına uymaya ilişkin samimiyetini ispatlamıştır.

Allah Resulünün ebedi hayatla ilgili müjde ve haberlerine tereddütsüz inanmak samimiyetin ifadesidir. Selemeoğullarından Umeyr b. El Humam (r.a.), Bedir Savaşında Allah Resulü (s.a.v.)´in, Müslümanları harbe teşvik gayesiyle: “Muhammed´i kudret ve iradesi ile yaşatan Allah´a yemin olsun ki, bugün sabredip, karşılığını Allah´tan bekleyerek, geri dönüp kaçmaksızın, daima düşman üzerine yürümek sureti ile savaşan herkesi, Allah mutlaka cennetine koyacaktır” müjdesini duyunca: “Allah, Allah! Onların beni öldürmesi cennete girmeme yeterli mi?” diye sordu. Yemekte olduğu elindeki hurmaları attı, kılıcını kavradı ve şehit düşünceye kadar müşriklerle savaştı. (Hadislerle Müslümanlık, 2/421)  Görülüyor ki, Sahabe, Hz. Peygamberi ve onun bildirdiği Kur´an´ı, önyargısız ve yürekten dinlemiş, bütün samimiyetleriyle ona bağlanmıştı.

Hz. Peygambere içten bağlılık, onu her yönüyle örnek almayı gerektirir.    Kureyş´in ileri gelenlerinden Urve b. Mesud´un,  Hudeybiye´deki gözlemlerini Kureyş´e aktarırken; “Ey kavmim, vallahi ben birçok krallar gördüm, heyet olarak Kayser´e, Kisrâ´ya ve Necâşî´ye gittim. Vallahi, Muhammed´in ashabının ona tazim ettiği kadar, hiçbir kralın adamlarının tazim ettiğini görmedim..” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 329–330.) Ebu Sufyan´nın da, “Size hepsinin kalpleri tek bir kalbe bağlı bir kavimden geldim” (Abdürrezzâk b. Hemmâm, Musannef, V. 375–6) demeleri, sahabenin Hz. Peygamberle olan bağlılığının gücünü göstermektedir.

Samimiyet ve ihlas, ümmetin dirilişini ve ayakta durmasını sağlayan en önemli unsur olarak görülmelidir. Ömer bin Hattab, bir gün Muaz bin Cebel´in yanından geçti ve ona: ´Ey Muaz! Bu ümmeti ayakta tutan şey (güç) nedir?´ diye sordu. Muaz bin Cebel, Hz. Ömer´in bu sorusuna karşılık şöyle cevap verdi: "Bu ümmeti üç şey ayakta tutmaktadır ki bunlar kurtarıcıdırlar; birincisi ihlâstır ki bu insanın fıtratında vardır. İkincisi namazdır. Namaz dinin direğidir. Üçüncüsü ise emirlere uymaktır ki, düzen bununla korunur". (M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, Cümle Yayınları, 5/2094)  

İkinci Akabe Biatında, 18 yaşındayken Müslüman olan Muaz b. Cebel, İslam´ın iki cihanda mutluluk getiren ilkelerine uymanın zorunluluğuna işaret etmiştir. Sahabeyi insanlar arasında gökteki yıldızlar değerine çıkaran Allah Elçisine olan samimiyet merkezli bağlılıklarıydı. Modern zamanlarda da insanlar aynı ruh ve heyecanla ilk günkü gibi Kitaba ve sünnete bağlılıklarını samimiyet ölçeğinde göstermelidirler. Bilinmelidir ki, zamanın geçmesi ile cihanşümul nitelik arz eden İslam´ın değişmesi söz konusu olamaz. İnanç, ibadet, karşılıklı ilişkilerle çocukların eğitimi ve ibadet hayatına alıştırılmaları konusunda, çocuklar, akraba, komşu ve bütün insanlarla olan ilişkilerde de içtenlik ve teklik esas alınmalıdır. Bu konuda en büyük yardımcımız Kur´an, Hadis Kaynakları ile Sahabenin Hz. Peygamberle olan yaşantısıdır.

İslam, fedakarlığı da müteşekkir olmayı da en üstün erdem sayar. Rahmetinin tecellisi ile alemleri esirgeyen Allah (cc), dünya ve ahiret nimetlerinden faydalanabilmenin yolunu öğrettiği ve bu iş için peygamberler (as) gönderdiği için iyilikte bulunmuş, peygamberler (as) da son derece ağır bir mesuliyetin gereğini yerine getirmek için çalıştıkları için fedakarlıkta bulunmuşlardır. Bu sebeple insan hayatının tamamını içine alan ve süreklilik arz eden büyük bir teşekkürü hak etmektedirler. Allah´a iman ve tam bir kulluk bilinciyle hareket etmek, Hz. Peygamber (sav)´in hayatını hayat nizamı olarak beğenmek ve yaşamak bu teşekkürün yegane ifadesidir. Sıradan insanken Vahyin ışığı altında Allah Resulü (sav)´nün tebliğ hareketi ile kıyamete kadar adları hayırla yad edilecek olan sahabe, bu iyiliği İslam´a Yani Allah´a ve O´nun peygamberine borçludur. Sırf bu yüzden onlar, geceleyin sabahlara kadar namaz kılmayı dua etmeyi, istiğfarda bulunmayı Allah sevgisinin; Hz. Peygamber (sav)´e itaat etmeyi, din adına yaptığı her şeyi örnek alarak gerçekleştirmeyi de peygamber sevgisinin tezahürü olarak görmüşlerdir. Kimsesize, yetime, yoksula, hastaya, çaresize el uzatmayı Allah´a el uzatmak olarak görmüşlerdir.

Kendi kanından ve canından bir parçayı diri diri toprağa gömen anlayış, vahyin inceliğiyle dış dünyada bir böceği incitmeyecek şefkat ve merhamet timsaline dönüşmüş, ruhun açlığını gidermek için göz, gönül, kalp ve akıl Hz. Peygamber (sav)´e yönlendirilmişti. İnen ayetler heyecanla takip edilmiş, ezberlenmiş, hadisler öğrenilmişti.

Bir kimseyi felakete sürükleyen yalanı, şirki, aldatmayı, kötü sözü, aşağılamayı, büyüklenmeyi, tefrikayı, düşmanlığı, içkiyi, kumarı terk ederek; ebedi mutluluk yeri Cennete götüren doğruyu, tevhidi, istikameti, yumuşak sözü, güzel davranmayı, tevazuu ve kardeşliği, helal yiyip içmeyi ve alın terinin karşılığını harcamayı esas almışlardır. Doğruluk timsali, sıddık lakabıyla anılan Hz. Ebu Bekir, cömertliğin timsali Hz. Osman, adalet timsali Hz. Ömer ve daha niceleri, Allah´ın hoşnutluğunu esas alan, kul hakkına riayet eden, komşu hukukunu gözeten, ana babanın duasını alan, kardeşlik ahlakı ve hukukunu yeşerten büyük islam medeniyetinin çekirdeğini oluşturan bir anlayışın sembolleriydiler.

İslam emanetinin bize kadar ulaşmasında birinci nesil durumundaki sahabe, bugüne kadar gelen hatta kıyamete kadar gelecek olan bütün müslümanlardan dolayı Allah´tan mükafat kazanacaklardır. Diğer taraftan sonraki nesillerin hepsi, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan bir iyilikte bulundukları için bu ilk kuşağa duacı ve minnettar olmalıdırlar. Hayatın huzur ve bereketi de buradadır. 

Öyleyse yeni nesil, Kur´an´a ve Hz. Peygamber (sav)´in sünnetine, sahabe-i kiramın samimiyetiyle yaklaşmalı, ruhunun açlığını hissetmeli, dünyalık varlıkla ahirete yatırım yapmalıdır.   Kazandığı malı Allah rızası için toplumun yararına ve ihtiyaç sahiplerine harcamalı, sorumluluğunu taşıdığı insan kaynaklarını istikamet üzere yetiştirmelidir. Üstlendikleri görevleri ihsan anlayışıyla yapmaları anlayışını vermeleri, kamu görevinin de emanet olduğu ve her bir vatandaşın hukuku ile ilişkili olduğu anlayışını yerleştirmeleri gerekir. Dualarda buluşmak dileğiyle...