“Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa bir millet için de tarih odur.

 

“Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise  ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa bir millet için de tarih odur. Tarihini bilen millet, kökü sağlam çınar gibidir. Zamanla eski âdet ve anânesini, yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen, ecdâdının neler yapmış olduğundan haberi olmayan bir millet, kendini ayakta tutan köklerinden birkaçını kurutmuş demektir. Tarih okuyarak onu sulamak lâzımdır.”

KAZIM  KARABEKİR PAŞA

Ne güzel de söylemiş Kazım Paşa. Evet, geçmişini bilmeyen geleceğini çizemez. Tarihini öğrenmeyen ve tarihinden soyutlanmış bir millet, başka dev- letlerin tarihini öğrenmeye maruz kalır.En büyük tarihi geçmişimiz olan Osmanlı Devleti’nin nasıl kurulduğu-nu, arkasındaki manevi desteğin nasıl olduğunu, onunla ilgili dillere destan ol-muş meşhur Osman Gazinin rüyasıyla anlatayım.

Ertuğrul Gazinin en küçük oğlu olan Osman Bey Kayı boyuna bey seçilir. Os-man Bey çok cesur, atılgan, hiç attan inmeyen, sürekli olarak avlanmaya çıkan bir kişiliğe sahip-tir. Zaten babası olan Ertuğrul gazi de bu yüzden kendisinden büyük olan diğer ağabey ve kardeşleri yerine Osman Bey’i seçmişti. Osman Bey manevi feyzinden istifade etmek için zamanın büyük âlimlerinden Söğüt yakınlarındaki kendi yaptırdığı dergâhta kalan Şeyh Edebâli’yi belli aralıklarla ziyaret ederdi. Şeyh Edebâli, Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Bey'e yardımcı olurdu. Osman Bey bir gün O'nun evinde misafir olmuş, sohbetini dinlemişti. Geceyi geçireceği odada bir Kur'an-ı Kerim asılı duruyordu. Yorgundu, yatmak istiyordu ama bu yüce Kitaba saygısından dolayı bir türlü ayağını uzatıp yatamıyordu. Derken sabaha doğru bir an kendisinden geçti ve rüya âlemi-ne daldı...

Rüyasında, Edebâli'nin koynundan bir ay doğdu. Ay dolunay haline gelince inip kendi koynuna girdi. O anda kendi göbeği üzerinde bir çınar ağacı bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Ağaç büyüdükçe yeşillendi, güzelleşti. Dallarının gölgesi bütün dünyayı kapladı. Evliya Çelebi'nin söyleyişiyle, o ağacın gölgesinde dağlar var, dağların dibinden pınarlar çıkar ve salınıp akarlar. Kimi bağını sular o sularla, kimi de çeşmeler yapıp akıtır...

Sonra, ağacın yanında dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlar'dı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna nehirleri çıkıyordu. Bu nehirlerin üzerinde gemiler yüzüyordu. Tarlalar hep ekinlerle ve başka ürünlerle doluydu. Dağların tepeleri ormanlarla kaplıydı, vadilerde şehirler kurulmuştu. Şehirlerde camiler yapılmış, minareler arşa yükseliyordu. Camilerin altın kubbelerinde birer hilal ışıldıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyor ve o ezanlar ağaç dallarındaki kuşların cıvıltılarıyla karışı-yordu. Öyle bir an oldu ki, ağacın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgâr çıkıp bu yaprak-ları İstanbul'a doğru çevirdi. Şehir, iki denizin ve iki karanın birleştiği yere kurulmuş, bir elmas yüzüğün kıymetli taşı gibi orada duruyordu. Osman Bey bu yüzüğü alıp parmağına takıyordu ki, uyandı!

Sabah olunca Osman Bey bu rüyayı Şeyh Edebâli'ye anlattı. Şeyh rüyayı şöyle yorumladı:

"Osman Bey benim göğsümden çıkan o dolunay kızım olan Malhun Hatun’ dur. Sana helal olsun ben kızımı sana nikâhladım, göğsünün üzerinden çıkan o koca çınar ise senin büyük bir devlet kuracağın, bu devletinin sınırlarının çok geniş bir alana yayılacağının göstergesidir." der.

Sonra da, kızı Mâlhûn Hatun'u Osman Bey'e eş olarak verdi. Osman Bey, çok önceden, babasının sağlığında belirledikleri hedefe yani Bizans'a doğru ilerlerse, bu rüyanın gerçekleşeceğine ve Şeyh Edebali'nin haklı çıkacağına inanıyordu. Osman Gazi Bursa fethedilmek üzereyken öldü.  Her ne kadar kendisi göremediyse de Osmanlı Devleti Osman Bey tarafından kurulmuş ve oğulları sayesinde de üç kıtada hâkimiyet kuran bir devlet olacaktır.

Zaten her padişahın ardında bir manevi büyüğün olduğunu bu sayede Osmanlı Devleti’nin ayakta kaldığını görüyoruz. Tıpkı Fatih’in arkasındaki Akşemseddin, İkinci Murad’ın arkasındaki Hacı Bayram Veli, Yavuz Selim’in arkasındaki İbni Kemal gibi…