Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alınıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun ihtirası, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. İşte o gün insanoğ-lu için yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme sa- vaşının başlangıcı gelip çatmış olacaktır. (Kızılderili reisi Seattle) Yaşamakta olduğumuz Dünyada doğal denge (Ölçü ve Ahenk) sadece ve sadece insanoğlu tarafından ihlal edilmektedir. Buna sebep olan olumsuzluk insanoğlunun doymazlığı, sınır tanımazlığı ve maddiyat çılgınlığıdır. Buna karşılık doğanın da kendisini savunma adına bir kozmik yasası vardır. İnsanın doğaya vermiş olduğu zararlar, doğanın bu kozmik yasası ile insanoğluna afet olarak geriye iade edilir. Çünkü, doğa da kendisini yenileme ve var olabilme adına bir mücadele vermektedir. Doğal dengelerin yıkıcı bir felakete dönüşmek üzere bozulması, Hava kirliliğinden, Buzulların erimesi, Ozon tabaka-sının delinmesi, Küresel iklimlerin değişmesinden, küresel ısınmaya kadar her oluşum insanoğlunun doğada yarattığı denge bozucu unsurlardır. Bu unsurların geriye iadesi tüm insanlığın ve insanoğlunun bugün erişmiş olduğu medeniyetin bozulma- sına ve çöküşüne neden olabilir. Dünyada bugüne değin bütün uygarlıkların ve saltanatların çöküşü, insanoğlunun bu tatminsizliğinden meydana gelmiştir. Bununla ilgili olarak İsviçreli yazar Rolf Edberg’in şu ünlü sözüne yer vermeden geçemeyeceğim. “Dünyamızın bize ait olmadığını, aksine bizim ona ait olduğumuzu anlamayı bir türlü başaramadık.” Bununla beraber hepimiz bilmekteyiz ki, hava kirliliği neticesinde ozon tabakası delinmiş ve ünlü fizikçi Stephan Hawking’in deyimiyle, bu delik Amerika kıtasının üç katına ulaşmıştır. İşte bu delik yüzünden Dünya korkunç bir radyasyon ve ultraviyole yağmurunun tehdidi altındadır. Bilim adamları bu olumsuz gelişmeye dikkat çekerken, buzullardaki erime ısınmayı artırmakta ve bunun doğal sonucu olarak, doğal kaynaklar azalmakta, bitki örtüsü zayıflamakta ve netice itibariyle yeryüzünde çölleşme başlamaktadır. Buzulların erimesi ile artacak olan sıcaklığın yer yüzüne getireceği son budur. Bu sonun dehşetini insanoğlu şimdiden anlamak zorundadır. Doğayı ve dengeleri tehdit eden en büyük zararlılardan bir diğeri ise, nükleer santraller ve silahlardır. 1985 yılı itibariyle nükleer silahların ulaştığı güç, 58 milyar insanı öldürecek düzeydedir. Bunu daha iyi anlamak için 1986 yılındaki Çernobil olayı-nı örnek verebiliriz. Bu olay insanlık tarihinin en bü- yük teknolojik felaketi olarak tescil edilmiştir. Bu olayda 7 ton Radyoaktif maddenin çevreye yayıldı-ğı ve 32 bin kişinin hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Burada önemli olan husus, ikinci dünya savaşında Amerikalıların, Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşim kentlerine atmış oldukları atom bombalarının tam 200 katı daha fazla radyasyon yayan Çernobil serpintilerinin, uzmanların raporlarına göre, binlerce yıl faal olarak kalacağı ve radyo aktif tahribin se-bep olduğu, kanser vakalarının can almaya devam edeceğidir. Bütün bunları siz değerli okuyuculara anlatmamın nedeni, insanlığın bu günkü en ölümcül proble-mini, doğanın tahribiyle yaratılan küresel afetler olarak görmem ve bu tahribi yaratan zihniyetle mücadeleyi bir insanlık görevi olarak kabul etmemdir. Uluslararası evrensel değerlerde, insan haklarının en hayati olanı çevre hakkıdır. Temiz bir çevreye, yani havası, suyu, bitki örtüsü kirletilip tahrip edilmemiş bir doğaya sahip olmak, insan haklarının ilk maddeleri arasında yer almaktadır. Bu anlamda yerelde siyasetin hayati hizmeti do-ğa tahribini besleyici unsurlarla mücadele, düzensiz kentleşmenin önlenmesi, çevre kirliliğine son verilmesi, temiz hava ve temiz su imkanlarının sağlanması, beton salgınlığına son verilmesi, tarım ara- zilerinin ve doğa tahribinin rant aracı olarak kullanılmasına son verilmesidir. Yazımı bir kızıl derili Atasözü ile bitirmek istiyorum; “Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirletildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacaktır.”