İslam dini üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunların ilki ve en önemli kısmı imandır. Diğeri ise imanın hayata yansıyan şekli dediğimiz ibadet ve muamelat, üçüncüsü de daha ziyade insani ilişkilerde kendisini gösteren ahlaktır. Bunların hayata en güzel şekilde yansımasına da “ihsan” adı verilmektedir. Bu bölüm-lerden her birinin şüphesiz diğerleri ile yakın bir ilgisi vardır. Ancak kendileri arasında önemine binaen bir sıralamaya tabi tutulacak olsa, her şeyden önce iman gelir. Zira iman ile müşerref olmayan kimselerin ibadetle mükellef olması düşünülemez. İman olmadan cennete girilemez. İman olmadan İslam olmaz. O halde Müslüman’ın ilk görevi, Allah’ın varlığını ve birliğini bilip tasdik etmektir. Hz. Peygamberimiz (sav)’in Allah’tan getirdiklerini, haber verdiklerini te-reddütsüz kabul ederek, bunların gerçek ve doğru olduğunu kabul ederek gönülden inanmaktır. Şüphesiz bu tasdikin makamı kalptir. Dil ile ikrar edilmesi de ay-rı bir öneme sahiptir. İslam dininin ortaya koymuş olduğu inanç sistemi-ni kabul eden, Allah’a inanan ve güvenen her insan manevi açıdan çok büyük bir güç elde etmiş olur. Çünkü bizler her zaman Allah’ın yardımına muhtacız. Muhtaç olduğumuz o yüce varlığa inanıp bağlanmak bizlere huzur verir ve hayatımızı güven içinde sürdür-memize vesile olur. Allah’a iman, bizleri yalnızlıktan, boşlukta kalmaktan kurtarır. Hepimiz günlük hayatımızda hastalık, fakirlik ve bir yakınımızın vefatı gibi gibi çeşitli sorunlarla karşılaşabiliriz. Böyle durumlar-da kalplerimizde bulunan Allah inancı bizi ümitsizliğe düşmekten kurtarır. Yüce Rabbimize sığınır, O’na güvenir ve O’nun yardımıyla bütün sıkıntılarımızdan kurtulabiliriz. Buna karşılık sağlam bir inanç ve salih amellerden mahrum olanlar ise, huzursuzluk içinde kıvranırlar. Belki de sıkıntılardan kurtulmak düşüncesi ile huzuru alkolde, uyuşturucu madde kullanmakta ararlar ve böylece daha büyük felaketlere sürüklenirler. Böylece hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kaybetmiş olurlar. Yüce Allah (c.c) imanla ilgili olarak; “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygam-berlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur .” (Nisa,136) buyurmaktadır. Bu ayette daha çok “Amentü esasları” diye bildiğimiz imanın şartlarına değinilmiş, bir Müslümanın bunlara tereddütsüz inanması gerektiği üzerinde durul- muştur. Bunlardan birini inkar etmek imana zarar verecektir. O nedenle bir Müslüman burada sayılan bü-tün esaslara inanmalı, inancın gereğini yerine getire- rek bu imanı muhafaza etmelidir. Her Müslüman, imanını korumanın azami gayreti içinde olmalıdır. Kişini imanla dünyaya gelmesi mümkün olduğu gibi, imanı-nı koruyamayıp zayi etmesi de mümkündür. O neden-le iman, ibadet ve güzel ahlakla korunmalı ve takviye edilmelidir. İmanımızı muhafaza edebilmek için kalbimize, özellikle de dilimizden çıkacak sözlere çok dikkat etmek zorundayız. Bu sebeple olsa gerektir ki sık sık son nefesimizde Allah’tan bize iman ve Kur’an nasip etmesi, kelime-i şehadet söylemeyi kolaylaştırması niyazında bulunmaktayız. Ayrıca iman ve ibadetler bizi birbirimize bağlar, toplumsal barışa ve kardeşliğe katkıda bulunur. Nitekim kainatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.v); “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, “İman”,93) buyurmaktadır. Bize düşen görev inancımızın ve ibadetlerimizin sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma boyutunu hayata yansıtmak ve yaşadığımız toplumda ve dünyada barışın ve huzurun hakim olması için gayret sarf etmek-tir. Bununla birlikte insanlarla olan ilişkilerimizden doğan görev ve sorumluluklarımızı ilahi ölçüleri göze-terek yerine getirmektir. Bu bağlamda herkese karşı adaletle davranmak, kimseyi aldatmamak, komşusu açken tok olarak yatmamak, yalancılık ve dolandırıcı-lık yapmamak, kimseye iftira etmemek gibi dinimizin imanla irtibatlandırdığı ahlaki davranışlara riayet etmeliyiz. Bu anlayışla hareket etmemiz halinde dinin rahmet ikliminde hep birlikte huzuru yakalamamız da-ha kolay olacaktır. Hayatlarını Allah’ın emirleri doğrultusunda geçirenler, hem ailelerine hem de içinde yaşadıkları topluma faydalı birer kişi olurlar ve böyle-ce dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşabilirler. Dinimizde öncelikli olan imandır. Bundan sonra imanın gerekleri olan namaz, oruç, hac, zekat ve insanlık için faydalı olan diğer güzel işler gelmektedir. Bizler, inandıktan sonra “nasıl olsa iman ettim öyleyse bundan sonra hiçbir şey yapmama gerek yok, bütün mesele hallolmuştur mu?” diyeceğiz; yoksa iman ve İslam dairesine girdik deyip yüce Rabbimizin emirlerini yerine getirmeye mi çalışacağız? Elbette inanmakla çok büyük bir iş yapmış oluruz. An-cak iman sadece kuru bir sözden ibaret olmayıp, amel etmeyi gerektirir. Amellerimiz iman ağacının meyvesidir. Öyleyse imanımızı salih amellerle meyveli hale getirmeliyiz. İman, zihinlerde hapsolan soyut bir düşünce değildir. Bilakis iman, inandığımız şeyle-rin hayata geçirilmesi, Salih amele dönüşmesi ve gerektiğinde bu uğurda birtakım sıkıntılara katlanılması- dır. Bu konuya işaretle Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sade-ce “iman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebut, 2) buyurmaktadır. Kutsal kitabımız Kur’an’da iman ve salih amelin birlikte kullanıldığına şahit oluruz. Yüce kitabımız, amelin imandan bağımsız olmadığını gösteren delillerle doludur. Çoğumuzun da ezberinde olan Asr süresi başta olmak üzere birçok ayette iman ile amel bir arada zikredilerek şöyle buyurulmaktadır: “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. An-cak, iman edip de Salih amel işleyenler, birbirleri-ne hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna (Onlar ziyanda değildir).” (Asr,1-3) “İnanan ve Salih amel işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedi kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada esenlik dilekleri ‘Selam’dır.” (İbrahim, 23) “İman edip Salih amel işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Buruc, 11) Bu Ayet-i Kerimelerde hep iman ile Salih amelin peş peşe zikredildiğini görüyoruz. Bu da iman ile amel arasında ayrılmaz bir bağın varlığına işaret etmektedir. İman ile amel arasındaki münasebetin Peygamberimizin hadislerinde de vurgulandığına şahit olmaktayız. Şöyle ki: “Allah Teala Hazretleri bir kulun hayrı-nı diledi mi ölümünden önce salih amel işlemede muvaffak kılar.” (Tirmizi, 2134) Salih amel sadece ibadetlerle sınırlı olmayıp, hayatın her alanını kaplayan bütün güzel davranışları içine almaktır. “İman yetmiş küsur şubedir. En üst derecesi la ilahe illallah, en alt derecesi, çevreyi rahatsız edici bir engeli ortadan kaldırmaktır.” (Buhari, İman, 3) Hadisinde görüldüğü gibi iman ile inancın gereği salih amel “halka eziyet veren şeyi ortadan kaldırmak” şeklinde sosyal hayata yönelik bir ilke olarak birlikte zikredilmektedir. İmanın gereği olarak yapılan, Allah ve Peygamberin rızasını uygun olan ve bilinçli olarak yapılan her amel Salih ameldir. İslam’ın bütün emirle-rine uymak ve yasaklarından kaçınmak Salih amel kapsamına girer. İman edip Salih ameller işleyen kimseye “Salih” denir. Salihler cennette birlikte olacaklardır. Yüce Allah (c.c) bu konuda: “İman eden ve Salih ameller işleyen kimseleri elbette salihler arasına dahil edeceğiz.” (Ankebut, 9) buyurmaktadır. Bir insanın Salih ve Saliha olabilmesi için Allah’a ve Peygambere iman edip itaat etmesi gerekir. Yüce Allah (c.c) bu konuda da: “Kim Allah’a ve Resül’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddikler, şehitler ve Salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arka-daştır!” (Nisa,69) buyurmaktadır. Salih ameller; kalbimizdeki iman ve iyi niyetle yapılırsa Yüce Rabbimize ulaşır ve bizim ömrümüzün nihai hedefi olan cennete girmemize ve oradaki dere-cemizin yükselmesine vesile olur. Ahiret yolculuğumuzun geçer akçesi manevi azığımız olacak olan iman ve Salih amellerimizdir. Kur’an-ı Kerim’de Süleyman (a.s)’ın Salih amel işlemede Yüce Allah’tan yardım istemesi bize vörnek olarak sunulmaktadır. Bizler de bu duayı her zaman yapmaya çalışalım: “Rabb’im! Bana ve ana-babama lütfettiğin nimete şükretmemi ve senin razı olduğun Salih ameller işlememi bana nasip eyle ve beni rahmetinle Salih kullarının arasına dahil et.” (Neml,19)