Ülkemizin batılaşma süreci ile başlayan kültürel değişimleri, küresel ekonominin sosyal boyutu üzerinden bir tüketici toplumuna dönüşen halkımızın tüketim alışkanlıklarını da değiştirerek, gerek kültürümüzde gerekse bir çok geleneğimizde de değişimlere neden olmuştur.

Ürün ve Markalar bireysel ihtiyaçtan ziyade tüketici ile tüketicinin temsil ettiği sınıf arasında  bir sosyal iletişim aracı haline dönüşmüştür. Toplumdan bireye veya tam tersi tüketim alışkanlıklarındaki değişim  ürün veya markaya endeksli   düşünceye yansıyarak kültürün  parçası  haline gelmiştir, bu da sosyal yapıyı şekillendirerek kültürel değişimin yolunu açmıştır. 

Bu gün bireylerin sosyal ve ekonomik hayatta kendilerini ifade tarzları, benimsedikleri tüketim anlayışı ile şekillenmektedir. Dolaysı ile tüketim, kültürde tamamlayıcı değil, kültüre yön veren bir konumdadır. Bu durum, tabiri caiz ise hali vakti yerinde olanlar için  söz konusudur. Peki hali vakti yerinde olmayanların durumu nedir diye sorulacak olursa, bu gruba dahil olan tüketicilerin  satın alma  alışkanlıklarında bir takım güçlükler yaşanmaktadır. Ekonomik olarak zayıf olan ama toplumda geneli teşkil eden bu grubun diğer gruptan farkı, tüketim arzularının karşılanamaması neticesinde   sosyolojik ve de psikolojik  problemler  yaşamalarıdır. Her iki grup için de geçerli olan ve toplumun her kesimini tüketime  yönelten esas sorumlunun, Televizyon, Diziler, Reklamlar  ve dahası  ‘Üret-Tüket-Kar Et’  felsefesine dayanan  kapitalizmin AVM’leri ile gelişen teknolojik  yenilikleridir.

Tüketim sistemi, insanların zaruri ihtiyaçlarının  karşılanmasından ziyade, Kapitalist sömürü sistemini baz alır ve kar elde etmek için bütün insani değerleri  mubah sayar. Bu sistem, bu gün insanlığın beslendiği kaynakları  gereğinden fazla tüketerek, Dünyanın geleceğini tehlikeye atan temel olumsuzluklardan biridir.   Günümüz dünyasının da tüm uygarlıkları, bu sistemin yaratacağı felaket sonucu çökecektir. Dinimizde  aşırı tüketimin adı  İsraftır. Yine dinimize göre israf haramdır, şimdi nüfusunun %99’u Müslüman olan ülkemizde, bir yıllık ekmek israfına  beraberce bir  göz atalım.

TMO’nun Türkiye’de Ekmek İsrafı Araştırma Raporundan aynen aktarıyorum;

Ekmeğe atfedilen bütün kutsal değerlere rağmen, gerek dünyada gerekse ülkemizde en fazla israf edilen gıda ürününün de ekmek olduğu bilinmektedir. Milyonlarca insanın aç uyuduğu ve açlıktan hayatını kaybettiği bir dünyada, ekmeğin çöpe atılması, israf edilmesi yürek yaralayan bir olgudur. İsraf edilen sadece ekmek değil; çiftçinin emeği, alın teri, milli serve-timiz ve dünyadaki aç insanların haklarıdır.

Araştırma sonuçlarına göre ülkemizde; günde 25 bin 295, yılda 9 milyon 200 bin ton ekmek üretilmektedir. Bu oran günde 101 milyon, yılda 37 milyar adet ekmeğe denk gelmektedir. Buna mukabil günde 95 milyon adet ekmek tüketilirken, 6 milyon adet ekmek israf edilmektedir. Buna göre ülkemizde yıllık 1 milyar 546 milyon TL değerinde 2 milyar 100 milyon adet ekmek israf edilmektedir.

Ekmek israfı sebebiyle yıllık ekonomik kaybımız, dünya birincisi olduğumuz un ihracatından elde ettiğimiz gelire eşdeğerdir. Bu rakam dünya ekonomileri arasında gittikçe yükselen ve bu yoldaki yürüyüşüne devam eden ülkemiz için çok yüksek bir rakamdır.

Biz, yerde gördüğümüz ekmeği alıp öptükten sonra alnımıza koyan ve onu bir duvar kovuğuna itinayla yerleştiren duyarlı bir toplumun  mensuplarıyız. Zengin yoksul ayrımı olmaksızın her sofranın baş tacı olan ekmeğin bereketine ve kutsiyetine inanırız. Tabii ki, ekmek de hububatın en temel öznesidir.

Bizler misyonu gereği, çiftçinin, köylünün buğdayı yetiştirirken harcadığı emeği, özveriyi, çabayı tüm yönleriyle görebilen bir kuruluş olarak, ekmeğin israf edilmesinin üzüntüsünü derinden hissedenlerdeniz.   Çalışmamızın  bireysel ve toplumsal duyarlılığın oluşmasına katkı sağlaması ümidini taşımaktayız. Ekmeğimizi ve geleceğimizi israf etmeyelim...

Mesut Köse TMO Genel Müdürü.

 

Şimdi israf edilen tarım arazilerimizin durumuna bakalım: Türkiye’deki verimli tarım arazileri; göç, konut ihtiyacının artması ve miras yoluyla bölün-me sebebiyle giderek azalıyor. Türkiye’nin 20 yılda 3 milyon hektar tarım alanını kaybettiğini söyleyen tarım makineleri üreticisi LandForce’un Yönetim Kurulu Başkanı Cevat Kır, sadece son 20 yılda ülkedeki verimli tarım arazilerinin 26 milyon 83o bin  hektardan, 23 milyon 810 bin hektara gerilediğini belirtti.

Verimli tarım arazilerinin, organize sanayi bölgesi ya da rezidansa dönüştürüldüğü, meyve bahçelerinin ise yazlık olduğunu belirten Kır, son dönemde tarım arazilerinin giderek hedef haline geldiği görüşünde. Tarım arazilerinin  giderek yerleşim alanına dönüştürüldüğünü ve çevre yollarının verimli arazilerden geçtiğine dikkat çeken Kır, kıyı kesimlerinde turizmin gelişmesi sonucu artmaya başlayan yapılaşmanın da verimli tarım arazilerini yoğun tahribata uğrattığını belirtiyor.

Türkiye’nin 76 milyon 960 bin hektar karasal alanıyla Avrupa’da, Rusya’nın ardından en geniş karasal alana sahip ikinci ülke olduğunu söyleyen Kır, “Birinci ve ikinci sınıf tarım toprağımız yetersiz. 5 milyon 100 bin hektar her türlü tarıma ve işlemeye elveriş-li birinci sınıf, 6 milyon 700 bin hektar da işlemeli tarıma orta elverişli ikinci sınıf tarım toprağımız var.” dedi.

Tarım alanlarının şehirleşmesi ve sanayi tesislerine dönüştürülmesinin, tarım alanlarının azalmasındaki en büyük neden olduğunu vurgulayan Kır, birinci sınıf sulamaya uygun tarım arazileri imara açılarak, sanayi ve yerleşim yerleri yapıldığını söyledi. Kır, ayrıca, kıyılarda meyve bahçelerinin yerlerine yazlıklar inşa edildiğini ve verimli tarım arazilerinin yerlerine ise OSB ya da rezidans yapıldığını vurguladı.

Türkiye`nin de temel tehditlerinden biri israftır. İsraf, toplumu iki başlı bir yıkıma sürüklemektedir: 

Birincisi, üretilenden daha fazlasını tüketme tutku-su ve bunun sonucu olarak bireysel ve toplumsal düzeyde borçlanma,   ikincisi ise geçim zorluğu içindeki büyük kitlelerin ruhsal yapılarının bozulması sonucu, toplum bünyesinde kin ve öfkenin derinleşmesi. 

Bu iki olumsuzluk sonucunda orta sınıf yok olmak-ta, toplum, saçıp savuran bir azınlıkla, ihtiyaçlarını temin edemeyen büyük çoğunluktan oluşan dengesiz bir bünyeye dönüşmektedir.  İsraf azgınlığının yarattığı hasta psikoloji yüzünden, toplum olarak, ürettiğimizden çok fazlasını tüketiyoruz. Daha kötüsü, aradaki açığı başkalarından aldığımız borçlarla kapatmayı hüner  sanıyoruz.  Bizi, bağımsızlığımızın tartışıldığı bir noktaya getiren, kendi elimizle ürettiğimiz bu kötülüktür.(  küresel afetler  Kitabından )  

Siz siz olun ama bu konulara lütfen duyarlı olun...