Bu gün insanoğlunun yaşamını sürdürdüğü dünya, yine insanoğlunun eylemlerinin sebep ve sonuçları itibariyle geçmişten oldukça farklı bir konumda bulunuyor. İlk bakışta bu ifade kulağa hoş gelebilir ama öyle değil. İnsanoğlunun daha rahat yaşama amacına yönelik olarak, üretmiş olduğu teknolojiler ve bu amaca yönelik olarak yapılan faaliyetler, çevresel yaşam koşullarını bozduğu gibi dünyanın ekolojik dengesinin de bozulmasına neden olmuştur. Bozulan denge itibariyle de bir çok sorunun ortaya çıkması da kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu gün bir korona virüsü ile henüz baş edemeyen insanlık, gelecekte bundan daha ciddi çevresel sorunlarla nasıl baş edecektir. Dünyada yaşanan bu hızlı gelişim ve değişim, insanlığın sonu olma noktasına doğru gitmektedir.

Dünya denen bu yer kürenin üzerinde bir çok canlı hayat bulmasına rağmen, onlar dünyaya yaşamsal anlamda katkı sunarken, kendine münhasır vurdum duymazlığı, aç gözlülüğü ve tatmin olmayan egosu ile her şeye sınırsızca sahip olmak isteyen canlı türü insanın varlığı ve tutumu değişmediği sürece, bu yok olmaya giden süreç daha da hızlanmaktadır.

Burada özellikle değinmek istediğim, diğer önemli bir hususta; tüm çevresel sorunlara çare üretmesi gereken insanlığın, gerçekleri görme ve gerekli önlemleri alma noktasındaki duyarsızlığıdır. İnsanlık bu anlamda şimdi bir şeyler yapma noktasında gerekeni yapmaz ise vakit geldiğinde çok geç kalındığının farkına varması kendisine bir fayda sağlamayacaktır. O an geldiğinde, bizi ne globalleşmek, ne de küreselleşmek kurtarabilir.

Çağımızın insan türünün düşünsel beyin kapasitesi her geçen gün küçülmektedir. Yaşadığımız dünyada bilgiye ulaşmak çok kolay olmasına rağmen bilgiden, bilim üretmede sorun yaşamaya devam ediyoruz. Bireyin ve toplumun sosyalleşmesini sağlayan, sosyal donatı alanları günümüz şehirciliğinde küçültülüyor. Her birey bir cep telefonu veya bilgisayarla kendi yaşam alanını özelleştirdi. Toplumsal yapılar bu teknolojiler ile sürekli dizayn edilerek ilgi ve dikkatler ülke ve dünya sorunlarından kopartılarak gereksiz alanlara yoğunlaştırılıyor. Böyle olunca da aşırı tüketim çılgınlığı, hızlı nüfus artışı, çevre kirliliği, ekonomik ve sosyal kaoslar, adaletsizlik, gibi ülke ve dünya sorunlarına radikal çözümler üretilemiyor.

Dünyanın bir ucu aşırı tüketim sonucu, çöp yığını ve toksit deposu haline gelirken, diğer bir ucunda, açlık ve sefalet hüküm sürüyor. Sadece sorunlar bunlarla da sınırlı değil. Karbondioksit ve diğer bir sürü zehirli gazın atmosfere salınımı, zirai ilaçlar derken, ne yediğimiz gıdaların, nede soluduğumuz havanın kötüleşmesine karşı, insan olarak umursamazlığımız devam ediyor. Bütün bu gerçekler doğrultusunda gerekli önlemlerin alınmaması acaba insan oğlunun kendisini yok edebilecek bir cehalet boyutuna eriştiğinin bir göstergesidir sorusunu akla getiriyor. Bilimsel kaynaklardan edinilen bilgilere göre, dünyanın önemli oksijen kaynaklarından, Amazon Ormanları 2030 kadar % 55’ini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalırken, 21’inci yüzyılın sonlarına doğru dünyadaki canlı türünün % 50’sinin yok olacağı tahmin edilmektedir. Dünyanın % 70’ini kaplayan oksijenin % 80’nini sağlayan deniz ve okyanusların, asit ve kirlenmesi, oksijenimizin azalmasına neden oluyor. Bir litre petrol çıkartmak için 2.5 litre su israf edilirken, 2016 yılı itibariyle dünyada hava kirliliğinden yılda 7 milyon kişi ölürken, 2050 yılından sonra bu rakamın ikiye katlanması bekleniyor. Gelecek 100 yıl içerisinde dünyanın ortalama sıcaklığının 7 derece artacağı bekleniyor. Bu durum böyle devam ederse, insanlığın sonunu, insanlığın doğa ve çevreye karşı yeteri kadar duyarlı olmaması getirecektir. Prof. Steven Hawkin’in dediği gibi türünü devam ettirebilmek için insanlar yaşayabilecekleri başka bir gezegen bulmak zorunda kalacaklar. Oda bu gün için pek mümkün gözükmüyor.