Dünya türlü zorluk ve meşakkatleri içinde barındıran bir imtihan yeridir. İnsan burada açlık, yokluk, hastalık, kaza, ölüm gibi musibetlere maruz kalmakta; deprem, sel,  yangın, toprak kayması gibi felaketlerle karşı karşıya gelmektedir. Bütün bunlar ilâhî imtihanın bir parçasıdır.Kur´an-ı Kerim´de, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele” (Bakara, 2/155) buyurularak,  insanın bir takım musibetlerle imtihan edileceği bildirilmiştir.

Müslüman, başına gelebilecek musibetlere mani olamayabilir, ancak geçici olan bu dünya hayatının sıkıntılarına sabrederek ebedî hayat olan ahireti kazanabilir. Nitekim Kur´an-ı Kerim´de, “Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!” (Ra´d, 13/24) buyrulmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün bir kabir başında ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı. Ona:   “Allah´tan kork ve sabret” buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.s.)´i tanıyamayan kadın, “Git başımdan, benim başıma gelen musibet, senin başına gelmemiştir” diye cevap verdi. Kendisine öğüt verenin Resûlullah olduğu kendisine söylendiğinde kadın özür dilemek için hemen Hz. Peygamber´in kapısına gitti. Hz. Peygamber´in yanına girdi ve “Seni tanıyamadım” dedi. Peygamber Efendimiz de, “Sabır dediğin, felaketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu. (Buharî, Cenâiz, 32, 43; Müslim, Cenâiz, 14-15)

Peygamber Efendimiz bu sözleriyle asıl sabrın, bela ve musibetle ilk karşılaşma anında gösterilen tahammül olduğunu ifade etmiştir. Sonradan gösterilen sabrın fazla bir değeri olmaz. Çünkü insan tabiatı gereği zamanla her şeye alışır, felaketin etkisi zaman geçtikçe azalır. Zor olan, musibetle ilk karşılaşıldığı anda ona dayanabilmektir. Şayet böyle yapılmazsa insanın dinen mahzurlu sayılan davranışlar içine girmesi bunun yanında kendisine ve çevresine zarar vermesi mümkündür. Çünkü insanın üzüntülü anında söz ve davranışlarını kontrol etmesi son derece güçtür. İşte bu sebeple musibetin ilk anlarında sabretmek lazımdır. Böyle durumlarda olgun bir mü´minin yapması gereken, ayette buyrulduğu üzere “İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn, yani şüphesiz biz her şeyimizle Allah´a aidiz ve yine O´na döneceğiz” (Bakara, 2/156) diyerek teslimiyet göstermek ve sabretmektir.

İnsanın başına gelen bütün musibetler mutlaka bir ceza değildir. Allah sevdiği kulunu da musibete uğratır. Nitekim bir hadis-i şerifte, “Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar” buyrulmuştur. (Buhârî, Merdâ, 1) Allah, kullarının bela ve musibetlere sabretmeleri karşılığında onlara iyilik ve ihsanlarda bulunur.  Bir ayet-i kerimede, “Allah sabredenleri sever” (Âl-i İmrân, 3/146) buyrularak bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Peygamberlerin de çeşitli sıkıntılara uğramaları bunu doğrulamaktadır. Peygamber Efendimizin,“En ağır bela ve sıkıntılar peygamberlere gelir” hadisi de (Tirmizî, Zühd, 57) bu gerçeği teyit etmektedir. Ahkâf suresi 35. ayette bütün peygamberlerin musibetler karşısında sabrettiklerinden bahsedilir. Nitekim Peygamber Efendimiz de türlü zorluklarla mücadele etmiş ve çileli bir hayat sürmüştür. Hz. Peygamber (s.a.s) hem kendisi sabrederek mü´minlere örnek olmuş, hem de her fırsatta onlara sabır tavsiye etmiştir

Hz. Peygamber (s.a.s.), mü´minlere hayatın açlık, yokluk, hastalık, ölüm gibi sıkıntı ve zorlukları karşısında sabırlı olmaları konusunda şu tavsiyelerde bulunmuştur: 

“…Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir.” (Müslim, Zekât, 124) 

“Mükâfatın büyüklüğü, belanın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse, Allah´ın gazabına uğrar.” (Tirmizî, Zühd, 57; İbn Mâce, Fiten, 23)

“ Kıyamet günü kul hesap vermek üzere huzur-u ilahiye getirilir. Yüce Allah: “Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Hayvanları ve ekini senin emrine vermedim mi? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü? Diye soracak. Kul” da: “Hayır” diyecek. Yüce Allah: “Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin dünyada beni unuttuğun / hatırlamadığın gibi” buyuracak. ( Tirmizi, Sıfatu´l-Kıyame,6.)

Müslümanın başına gelen bela ve musibetler günahlarının affına ve Allah katındaki derecesinin yükselmesine vesiledir. Yeter ki, karşılaştığı sıkıntılara sabredebilsin. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda bizlere şu müjdeyi vermiştir: “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlama vesilesi kılar.” (Buhârî, Merdâ, 1, 3; Müslim, Birr, 49)

“Habbab ibn Eret (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) Kâbe´nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip müşriklerin yaptıklarından şikâyette bulunduk.

Bize yardım etmiyor musun? Bize dua etmiyor musun? “ dedik. Şu cevabı verdiler.

Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor. Sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah´a kasem olsun ki Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San´a dan kalkıp Hadramevt´e kadar gidecek. Allah´tan başka hiçbir şeyden korkmayacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhari, Menakib´ul-Ensar 29, Menakip,29, İkrah,1; Ebu Davut, Cihat, 107, Nesai, Zinet,98.)

Dünya hayatında kolaylıkla zorluk, rahatlıkla sıkıntı, sevinçle üzüntü, sağlıkla hastalık, varlıkla yokluk hep bizim içindir. Hangisiyle karşılaşacağımızı bilemeyiz, her duruma da hazırlıklı olmalıyız.

Bizler, Allah-u Teâlâ´nın kullarıyız. Kulun kendisi de elindekiler de Mevla´sına aittir. Allah da bizim Mevlamız´dır. Dilerse verdiklerini bizim elimizde bırakır, dilerse alır. Biz, onun kendi mülkünü almasıyla feryat etmeyiz, biz ancak sabrederiz ve onun hükmüne razı oluruz…

Bu sabırlı kullar daha sonra da “ İnna lillahi ve inna ileyhi raci´un” diyerek, öldükten sonra dirilerek Mevla Teâlâ´ya kavuşacaklarını ikrar ederler. İşte istircâ´nın manası budur.

Ancak bu, yalnız lisanla değil, kalple de olmalı ve kişi Allah´ın hükmüne ve tasarrufuna gönülden de razı olarak şöyle düşünmelidir: “Ben şu ana kadar nihayetsiz ilahi nimetlere mazhar bulunuyorum. Elhamdülillah Müslüman´ım, Hz. Muhammed (s.a.v.)´in ümmetiyim. Şimdi geçici bir musibete tutuldum, ama bu musibet elbette Allah´ın izniyle gelmiştir ve onun hikmetinin gereğidir. Cenab-ı Hakk´ın bana verdiği nimetler, şimdi elimden aldığı nimetlerden kat kat fazladır. Veren de odur, alan da. Ben de nihayet onun manevi huzuruna varacağım ve ebedî saadete nail olacağım, artık bu geçici belanın ne ehemmiyeti vardır…”

Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedenini hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin Allah´ın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O´na seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır:

"Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin."  ( Enbiyâ Su, 21/83. )

Allah da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldı­rır ve onu över:

"Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Ger­çekten Allah´a yönelirdi."   ( Sâd Su. 38/44.)

Ata ibn Ebi Rabah (ra) anlatıyor: “İbn Abbas (r.a) bana: “Sana cennet ehlinden bir kadın göstereyim mi?” dedi. Ben de “evet göster!” dedim.

“İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o Resulullah (sav) e gelip: “Ben sara hastasıyım, sara nöbeti gelince üstümü başımı açıyorum. Allah´a benim için dua ediver de hastalıktan kurtulayım” dedi.

Peygamber (sav) “Dilersen sabret, sana cennet verilsin. Dilersen sana şifa vermesi için Allah´a dua edeyim” dedi. Kadın: “Öyleyse sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver” dedi. Resulullah (sav) de ona öyle dua etti.” (Buhari, Merda, 6; Müslim, Birr, 54.)

Üsame ibn Zeyd (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) ın kızı Zeynep babasına birisini göndererek “ Oğlum ölmek üzere, son nefesini verirken yanında hazır ol” diye rica etti. Resulullah (sav), adamı geri çevirirken:

Selamımı söyle ve şunu hatırlat: Alan da Allah´tır, veren de Allah´tır. Her şeyin O´nun yanında muayyen bir eceli vardır. Sabretsin ve Allah´ın sabredenlere vereceği mükâfatı düşünsün!”. (Buhari, Cenaiz,33, Merda 9, Kader,4,Tevhid 2, 25; Müslim Cenaiz,11; Ebu Davut, Cenaiz, 28; Nesai, Cenaiz 22.)

 

Ancak musibet anında böyle düşünmek de çok kolay bir iş değildir. Sabır ve metanet lazımdır.

Mü´minin diğer insanlardan farkı zor günde belli olur. Mü´min de her insan gibi çeşitli musibetlere maruz kalır, ancak o, başına gelen felaketler karşısına paniğe kapılmayıp sükûnetini muhafaza etmesini bilir. Mü´min dengeli insandır, ne varlıkta ve rahatlıkta şımarır, ne de zorluk ve darlık anında kendini kaybedecek kadar ölçüsüz bir üzüntüye kapılır. Müslümanın hayat düsturu; nimetlere şükretmek, musibetlere ise sabretmektir.