Çocukluğumuzda, mahallemizde evlerimizin kapılarında ip takılıydı. Komşu annelerimiz vardı,
hangi ev olursa olsun, çekerdik ipi girerdik eve.
Susadıysak su, acıktıysak yağlı veya salçalı ekmek isterdik komşu annemizden.
Sokaklarda çelik çomak, saklambaç, körebe, top oynar, şarkılar söylerdik. Babalarımız okula yazdırdığında ‘eti senin kemiği benim’ derdi öğretmenlerimize, gerekli terbiyeyi almamız için.
Televizyonlarımız siyah beyazdı, cep telefonlarımız ve teknolojik oyunlarımız yoktu ama;

SEVGİ vardı, SAYGI vardı, HOŞGÖRÜ vardı, MERHAMET vardı, EDEP vardı, AHLAK vardı…
Sevginin olmadığı yerde saygı, saygının olmadığı yerde sevgi olmaz.
Hoşgörünün olmadığı yerde dargınlık, kırgınlık, kavga-gürültü kaçınılmaz olur.
Ahlak bitti mi hepsi biter. İnançlı insan, bunların hepsini içinde barındırır.
Meyveyi sinsice çürüten kurt gibi, ahlaksızlıkta toplumu sinsice çürütüyor.
Vurdum duymaz, neme lazımcı, ızdırapsız, sorumsuz, edep ve ahlaktan yoksun bir nesil yoksa sonumuz.
Gençlik hızla elden gidiyor dikkat!
Anneler, babalar, yöneticilerimiz, siyasiler, toplum bilimcilerimiz, pedagoglar sözüm size;
bu vurdumduymazlığın bedelini ağır bir şekilde ödemeden hep birlikte göreve.

Hikaye bu ya;
kıssadan hisse olsun..
Su, ateş ve ahlak dostluk kurmuşlar. Dolaşırlarken kaybolursak birbirimizi nasıl buluruz diye düşünmüşler.

Suya sormuşlar;
’Kaybolursan seni nasıl bulacağız?’ diye

Suyun cevabı;
’Nerede bir şırıltı duyarsanız oradayım. Yağmurun damlasında, derelerde, ırmaklarda, denizlerde hep ben varım’ demiş.

Ateşe sormuşlar;
’Seni yitirince ne yapalım?’ diye

Ateş;
’Bir duman gördüğünüzde bilin ki ben varım’ demiş.
Sıra ahlaka gelmiş.

Merak etmişler ne cevap verecek diye. Çünkü, elle tutulur, gözle görülür bir hali yok.

Ahlak cevap vermiş;
’BENİ KAYBEDERSENİZ BİR DAHA BULAMAZSINIZ!!!’

Selam ve dua ile.