Doğrular ve gerçekler karşısında insanlar başlıca iki tür tavır takınırlar:

1. İnkar politikası. Doğruları ve gerçekleri görmek ve duymak istemezler. Hele hele anlam hiç istemezler. Öğrenmek de istemezler.Devekuşu gibi başlarını kuma gömerler. Böyle yaparak gerçekleri etkisiz hale getireceklerini sanırlar. Zannederler ki: ”Ben görmezsem kimse görmez. Bu şekilde gerçek yok olur gider.”

2. Doğruları ve gerçekleri söyleyenleri taşlarlar. Çünkü gerçekleri kabullenmek insanın egosuna ağır gelir. Söylenenlerin ‘doğru olabileceği´ ihtimalini kabullenmek, hiç değilse bunlar üzerinde düşünmek, kendi inanç ve kabullerine uymayan görüşlerin, fikirlerin, düşüncelerin ve yapılan davranışların gerçekten doğru olup olmadığını araştırmak, bunların bilimsel olarak yanlış olduğuna kesin olarak kanaat getirdikten sonra reddetmek, doğru ise kabul etmek yerine, doğruları dile getirenlere söverler, tehdit ederler, hakaret ederler, iftira atarlar. Bunları yapmakla gerçeklerin rahatsız edici aydınlığını söndürebileceklerini ve karartabileceklerini umarlar. Bilmezler ki, hiçbir doğru ve gerçek insanların bir kısmı istemiyor, kabul etmiyor veya inanmıyor diye yok olmaz. Bu nedenle atalarımız “Güneş balçıkla sıvanmaz.” demişler.

Bir düşünmek lazım: Bizim bilmediklerimizi, henüz bizim doğru olduğundan habersiz olduğumuz gerçekleri dile getirenlere nereye kadar “başka kapıya” diyeceğiz? Böyle bir yaklaşım sağlıklı ve tutulan bu yol doğru bir yol değil. Böyle yapmak yerine yanlış olduğunu bildiğimiz veya düşündüğümüz görüşlerin yanlışlığını delilleriyle, belgeleriyle ispatlamak veya o konuyu araştırarak doğru ise kabullenmek daha sağlıklı ve bilimsel bir yaklaşım olmaz mı?
Müzakere ya da istişare kültürü sanıldığından çok daha hayati bir konudur. İşlerini aralarında medeni olarak istişare etmesini, her konuyu enine boyuna değerlendirmesini, farklı görüşlere, fikirlere, düşüncelere ve inançlara saygı göstermeyi ve bunları savunan ve bunlara inanan insanlara tahammül etme sanatını bilen ve bunları yaşamlarının bir parçası haline getiren, yani uygulayabilen toplumlar yaşamın her alanında başarılı olan milletlerdir. Bunları yapabilmek için öncelikle insanlara karşı engin bir saygı, samimi bir hoşgörü ve anlayış, yeterli bir kendine özgüven, sabır, bilgi donanımı gerekir. Bunların toplamı eleştiri disiplinini oluşturur. Binaenaleyh, şayet biz de her bakımdan medeni ve gelişmiş bir toplum olmak arzusunda isek eleştiri disiplinini öğrenmeye, istişare kültürünü geliştirmeye mecburuz.

Allah, “Haksızlık etmezseniz, haksızlığa uğratılmazsınız.” (Bakara/279) ve

“Şeytan insanlara vaatlerde bulunur, onları hayale sevk eder. Ve şeytan insanlara gururdan başka bir şey vaat etmez.” (Nisa/120, İsra/64) buyurur.

Allah yarıca ‘işlerinizi aranızda istişare ederek yapınız´ (Ali İmran/259), Şura/38) diye emreder.

ÖZSÖZ: “İnkarcılar, öğüt veren bu Kuran´dan aslandan ürküp de sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibi ürkerler!” (Müddessir/49-51)