Her işe esirgeyen ve bağışlayan Allah adıyla başlarım. Her türlü övgü, yüceltme, saygı her şeyi yaratan ve yöneten yüceler yücesi Allah içindir. Allah çok esirgeyici, pek bağışlayıcıdır. Allah evrenin ve diriliş gününün tek sahibi ve mutlak hakimidir.

Ey Rabbimiz! Yalnız ve sadece sana kulluk ederiz. Her türlü yardımı ve her türlü desteği yalnız ve sadece Senden isteriz. Bize orta yolu, itidal yolunu, dosdoğru olan yolu göster lütfen. Bizi doğru ve hak yoldan saptıkları için cezalandırılanların yoluna değil, doğruluktan, barıştan ve adaletten ayrılmadıkları için kendilerini ödüllendirdiklerinin yoluna yönlendir.
Fatiha suresi Kur´an´ın anası olarak nitelendirilen, yani Kur´an´ın özeti olan ve temel prensiplerini anlattığı ittifakla kabul edilen Fatiha suresi; her tür övgünün ve yüceltmenin yalnızca Allah´a yapılmasını, sadece Allah´a kulluk edilmesini ve kim her ne gibi bir yardım isteyecekse, bunu yalnız Allah´tan istemesini emreder.
Bu hükmün mefhumu muhalifi de; Allah dışında, elçiler dahil sıfatı ve konumu ne olursa olsun hiçbir varlığa övgü yapılmasının, kulluk edilmesinin, ibadet edilmesinin, onlardan yardım istenmesinin, onların yüceltilmesinin ve kutsallaştırılıp Tanrılaştırılmasının zinhar yasaklanması demektir. Bu Kuran yasağına uymamak ‘şirk´tir. Şirk ise Kuran beyanına göre Allah´ın affetmeyeceği tek günah türüdür. Sure açıkça bildiriyor ki; esasında yaratılmış bir kul olan insan, kendisini yaratan efendisi Rabbine kulluk etmekle yükümlüdür. Kulluk ise, Yaratıcının gönderdiği mesajlara inanmak, o mesajları anlamak ve öğrenmek, sonra da yaşamını o mesajların belirlediği ilkeler doğrultusunda sürdürmektir. Hal böyle olunca; bu dünyada her türlü yardımı Allah´tan istemek durumunda olan insan, Allah´tan başka kimsenin konuşamayacağı, kimsenin kimse adına bir şey yapamayacağı, kimsenin aracılığının kabul edilmeyeceği; tek karar vericisi, tek yetkili, tek hükümdar ve mutlak hakim Allah olan hesap gününde kim hangi cür´etle ve yetkiyle birileri adına şefaat etmeye, Allah nezdinde torpil yapmaya yeltenebilir?

ŞEFAAT Kısaca "birinin suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için aracılık etmek" demek olan şefaat; bir insan nam ve hesabına, Allah´ın huzuruna çıkıp, şefaat edilen kişinin bağışlanmasını istemek, rica etmek demektir. Burada bazı kavramları açıklığa kavuşturmak zorundayız: Şefaatçi konumundaki kimse, yani inanışa ve kabule göre; Allah elçileri veya başkaları, öncelikle adına hareket ederek affedilmesini isteyecekleri insanın nasıl bir insan olduğunu, Allah´a inanıp inanmadığını, inanmakla birlikte ortak koşucu biri yani müşrik mi olduğunu, dünya yaşamında hayırlı ve yararlı işler yapıp yapmadığını çok iyi bilmek zorundadırlar ki, Allah´ın huzuruna varıp o kişiyi savunabilsinler ve onun günahlarının bağışlanmasını talep ede-bilsinler! Kendilerinden yüzlerce, binlerce, hatta çoğunluğu milyonlarca yıl sonra dünyaya gelmiş olan ve tanımadıklarını birini, her şeyi eksiksiz olarak gören, duyan ve bilen Allah´a karşı nasıl savunacak şefaatçi? Bir kere ne diyecek Allah´a? ‘Ey Tanrım! Bu kulun aslında iyi bir insan! Sen onu tanımazsın, ama ben yakından tanıyorum ve biliyorum, bu kulun cezayı hak etmiyor! Sen onlara haksızlık ettin!

Cezalandırmakla yanlış yaptın! Ne olur sen onu bağışla!´ mı diyecek? Alim, Hakim ve Adil olan Allah hakkında böyle bir çirkinlik düşünülebilir mi? Tüm insanlar gibi elçiler de eceli geldiğince ölüp gitmişlerdir. Hiç Allah Elçisi, kendilerinden sonra yaşayan insanların neler yaptıklarını bilmezler. Çünkü: Ey Muhammed! Elbette sen de öleceksin! Zümer/30, Her can ölümü tadacaktır ve er geç bize döndürülecektir. Ankebut/57, Ey Muhammed! Biz senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık! Enbiya/34 Bu nedenle elçilerin kendilerinden sonra yaşayan insanları tanımaları mümkün değildir. Yok, eğer şefaat etme işi, sadece elçilerle birlikte yaşayan ve elçilerin tanıdıkları kişiler için söz konusu ise, o takdirde geri kalan ve elçilerin tanımadığı ve görmediği milyarlarca insan şefaatten mahrum kalacaklardır. Bu durum da onların mağdur edilmiş ve onlara haksızlık yapılmış olmaz mı? Olmuş ve olacak, açık ve gizli her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen, kimin nerede, ne zaman nasıl davrandığını, ne söylediğini ve ne yaptığını, yapması gerektiği halde neleri yapmadığını ve kimin şirke batmış, kimin inanıp dosdoğru mümin olduğunu, o kişinin kendisinden ve herkesten çok daha iyi bilen tek varlık Allah´tır. Allah aynı zamanda sonsuz merhamet sahibi, çok affedici ve adildir. O; hangi kulunu bağışlaması gerektiğini bilmeyecek de, kendisi de zaten bir kul olan ve misyonu ölümü ile sona eren elçisine mi soracak? Böyle bir şeyin olabileceğine inanmak ve bunu kabul etmek, Allah´ın yarattıklarından kendine yardımcılar edindiğini kabul etmektir ki; bu da şirktir. Ya da, dünyada iyi ve yararlı işler yaptığı ve Allah´a inandığı için cennete girmeyi hak ettiği halde, haşa Allah´ın o kişinin bu özelliklerini bilmemesi ya da unutması gibi nedenlerle o kimse hakkında yanılması yüzünden adaletsiz davranarak haksızlık etmesi ve böylece o kişiyi cezalandırmaya kalkışması üzerine o insan için bir şefaatçinin ortaya çıkıp onu Allah´ın hükmünden ve kararından çekip alması ve böylece cehennemden kurtarması mı söz konusu olacak hesap gününde? Şefaat diye bir kavramı kabul etmek, Allah´ın rahmetine, bağışlayıcılığına, hikmetine, ilmine ve her şeyden önce şaşmaz ve hata yapmaz adaletine güvenmemek, O´nun hata yapabileceğini ve haksızlık edebileceğini kabul etmek demektir. Bu küfürdür:
Bu konudaki Ayetleri birlikte okuyalım:

1. Mahşer günü Elçi, ‘EY RABBİM! HALKIM KURAN´I TER-KETTİ.´ diye şikayet edecek. (Furkan/30.)

2. Din günü kimse kimseye efendilik yapamayacak, kimsenin kimseye yardımı dokunmayacaktır. O gün tüm kararlar yalnız Allah´a aittir. (İnfitar/19)

3. Ey Muhammed! Cezası kesilmiş ve ateşe atılmış olanı sen mi kurtaracaksın? Hayır! Kurtaramazsın! (Zümer/19-20)

4. Rablerinin huzuruna çıkacak olmalarının heyecanıyla dolu olanları sana gönderilen bu Kuran´la uyar ki, korunup arınabilsinler. Onların Allah´tan başka bir dostları ve ŞEFAATÇİLERİ yoktur.
(Enam/51)

5. Kimsenin kimseyle yardımlaşamayacağı, kimseden bir aracı veya şefaatçinin kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınamayacağı bir günün geleceğini unutmayın! (Bakara/48)

6. Kimsenin lehine bir şey ödeyemediği, hiç kimseden fidye alınmadığı, hiç kimseye şefaatin yarar sağlamadığı ve her türlü yardımın kesildiği bir günden sakının.
(Bakara/123)

7. Dünyadayken bile elçi istediği kimseyi doğru yola iletemezken, ahrette nasıl şefaat edebilsin?:

8. Ey Muhammed! Şunu bil ki sen istediğin kişiyi doğru yola iletemezsin. Dileyeni doğru yola ileten sadece Allah´tır. Doğruya ulaşmayı hak edenleri en iyi bilen de O´dur. Kasas/56 MAHŞER GÜNÜ ŞEFAATLARINI BEKLEDİĞİNİZ YA DA SİZE ŞEFAAT EDECEKLERİNİ SÖYLEYENLERİ DE YANINIZDA GÖREMEYECEKSİNİZ. Şefaatlerini umduklarınızın hepsi sizi terk edecektir. (Enam/94)

9. Yoksa ortak koşucular Allah´ın dışında şefaatçiler mi edindiler? De ki: ‘O şefaat bekledikleri hiçbir şey yapma gücüne sahip değilseler ve düşünemiyorlarsa da mı, onlardan şefaat bekleyecekler?´ De ki: ‘TÜM ŞEFAAT, AFFETME HAKKI YALNIZCA ALLAH´A AİTTİR. Göklerin ve yerin, evrenin yönetimi Allah´a aittir. Eninde sonunda Allah´ın huzuruna gelecek siniz.
(Zümer/43-44)

10. Artık aracıların şefaati de onlara bir yarar sağlamaz. (Müddessir/48)

11. Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri altı evrede yaratan ve sonra yarattıkları üzerinde tam otoritesini kurmuş olandır. Sizin için Allah´tan başka bir veli ve bir ŞEFAATÇİ yoktur. Siz hiç düşünüp, öğütten anlamaz mısınız? Secde/4 Allah göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, Rahman dır. O gün hiç kimse Allah´ın huzurunda konuşmaya cüret edemez. (Nebe/37)

12. Ortak koşucular Allah´ın yanında kendilerine zarar da, yarar da veremeyecek şeylere tapıyorlar, kulluk ediyorlar ve ‘Bu taptıklarımız Allah´ın yanında bize şefaat edecekler, aracı olacaklar´ diyorlar. Ey elçi! Onlara şöyle de: ‘Ey ortak koşucular! Siz, göklerde ve yerde Allah´ın bilmediği bir şeyi O´na mı bildiriyorsunuz? Halbuki Allah, çok yücedir, sizin ortak koştuğunuz şeylerden çok uzaktır.
(Yunus/18)

13. Mahşer gününde servetin ve çocukların yararı olmayacaktır. Ancak Allah´a ortak koşarak kirlenmemiş, tertemiz bir kalple gelenler ödüllendirileceklerdir. O gün cennet erdemlilere sunu-lacak, cehennem de azgınlaşıp sapıtanların karşısına dikilecektir. Puta tapanlara, Allah´a ortak koşarak şirke sapanlara "Allah´tan başka taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı? Onların kendilerine bile yardımları dokunabiliyor mu?" denilecek. Azgınlar, egolarının askerleriyle birlikte tepetaklak cehenneme atılacaklardır. Onlar cehennemde birbirlerini suçlayarak ve birbirleriyle çekişerek şöyle konuşacaklar: "Allah´a yemin olsun, biz gerçekten çok açık bir sapıklık içindeymişiz! Çünkü biz sizi alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi, kendilerinden yardım ve şefaat beklediğimiz suçlular saptırdı. Şimdi bizim kendilerinden şefaat beklediklerimiz nerede! Yakın bir dostumuz ve yardımcımız da yok! Keşke dünyaya dönmek için bir şansımız daha olsaydı da Allah´a ortak koşmadan inanan insanlar olsaydık!" Kuşkusuz bunda düşü-nen için bir ders vardır. Ancak insanların çoğu inanmaz! Kuşkusuz senin Rabbin üstündür, esirgeyendir. (Şuara/88-103)

14. Din günü, buluşma günü insanların hepsi meydanda toplanacaklardır. Onların yaptıkları hiçbir şey hiçbir şey Allah´a gizli kalmaz. ´Bugün yönetim, güç ve kararlar kime aittir?´ denir. Onların hepsi birden ´Sâdece tek ve gücü her şeye yeten Allah´a aittir!´ derler. O gün herkes kazandığının karşılığını alacak, herkese yaptıklarının karşılığı ödenecektir. O gün zulüm diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Mu´min/16–17)

15. İşte o gün gerçek hükümranlık, yönetim ve tüm kararlar Rahmân olan Allah´ındır. İnkarcılar için ise o gün pek çetin bir gün olacaktır.
(Furkan/26)

16. Din günü Allah, ortak koşanlara "Benim ortaklarım olduğunu sandığınız kimseler hani, nerede?" diye sorar ve her milletten bir tanık seçer. Onlara da "Haydi, kesin delilinizi getirin!" der. O zaman bütün gerçeğin Allah´a ait olduğunu, Allah´ın her şeyi bildiğini öğrenirler ve iyice anlarlar. Onların uydurmuş oldukları ortaklar da kaybolup gitmişlerdir.
(Kasas/74–75)

17. Ey inananlar! HİÇBİR ALIŞVERİŞİN, HİÇBİR DOST-LUĞUN VE HİÇBİR ŞEFAATİN BULUNMADIĞI BİR GÜN GELMEDEN ÖNCE, SİZE VERDİĞİMİZ RIZIKLARDAN HARCAYIN, İHTİYAÇ SAHİBİ İNSANLARA KARŞILIKSIZ VERİN.
(Bakara/254)

18. Ey elçi! İkiyüzlüler için senden şefaat etmeni dilerler. Sen onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen bile Allah onları affetmeyecektir. Çünkü ikiyüzlüler Allah ve O´nun buyruklarını bildiren elçisini yalanladılar. Allah yoldan iyice çıkmış toplumları doğru yola iletmez.
(Tevbe/80)

19. Şu gerçeği kafanıza iyice yerleştiriniz: İlk defa dünyaya gelirken sizi nasıl çırılçıplak yarattıysak, yine bize öyle geleceksiniz. Size dünyada verdiğimiz tüm mallarınızı arkanızda bırakacaksınız.
(Fussilet/44)

ÖZSÖZ:
Şefaatin tümü Allah´a aittir.
(Zümer/43)