Bu ülkede resmi eğitim sistemi ile eğitilen bir kafa 1922´de sona eren Kurtuluş savaşı ile birlikte haçlı ülkeleriyle savaşımızın sona erdiğini zenneder. Oysa daha yeni bir sürece evrilmiş ve daha sinsi bir savaşın içine girmiştir Türkiye.

Ekonomik bağımlılık ve sekülerleşme bu savaşta haçlının üzerimize salladığı en büyük Viking baltası olmuştu. Türkiye yıllarca bağımlı kaldığı IMF´ye 11 Kasım 1947´de İsmet İnönü´nün liderliğini yaptığı CHP hükümeti döneminde üye oldu. IMF ile ilk stand by düzenlemesi ise 1 Ocak 1961´de Adnan Menderes´in bir cunta hareketi ile talihsiz darbe sonucu iktidardan indirilmesinin hemen ardından cuntacıların başa getirdiği Cemal Gürsel´in başbakanlığı döneminde yapıldı. Malumunuz ki bu 27 Mayıs darbesinin asıl failinin, ABD ulusal güvenlik konseyi danışmanı Paul Henze´in 12 eylül darbesinin yapıldığı gün, dönemin ABD başkanı Jimy Carter´a büyük bir sevinçle söylediği “bizim çocuklar başardı” cümlesiyle açığa çıktığını beşikteki bebek bile biliyor.  Bu darbenin Amerika´nın onayı ve yardımlarıyla yapıldığı ortaya çıkmış ve hemen ardından ekonomik prangalarla IMF´den borç alınarak ilk  stand-by anlaşmasını imzalamıştık. Türkiye ve IMF arasında şimdiye kadar 19 stand-by anlaşması imzalanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın Başbakan olduğu dönemde IMF´ye olan borç kapatıldı. Böylece 68 yıllık ekonomik esaretin prangaları kırılmış oldu.

Sekülerleşme ise Laikliğin İngilizlerin teşviki ile kurulmasıyla birlikte bu topraklarda vücud bulmasının akabinde kendine bir yol bularak serpilmiş ve şimdiki mevcut halini almıştı.

Türkiye ekonomik bağımlılığını tam anlamıyla kazanmış sayılmaz lakin IMF ile bağlarını kopararak önemli bir adım atmıştır. Gezi terörü, FETÖ yargı yapılanması eliyle 17/25 Aralık yargı darbesi ve yine FETÖ askeri yapılanması eliyle 15 Temmuz işgal girişimleri ile bu savaşımını her türlü kirli ve sinsi kulvarda sürdürmeye devam etmiştir.

Hatırlarsanız eylemler sırasında  Amerikan haber kanalı CNN INT´in 8 saat aralıksız Taksim´den canlı yayın yaptığı Gezi eylemleri sırasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüşen Taksim Dayanışması Platformu hükümetten olan taleplerini 7 maddede özetlemişti. Başta 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul, AOÇ ve HES´ler olmak üzere bir çok önemli projenin durdurulmasını istemişler ve fakat dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından bu talepler geri çevrilmişti.

Gezi eylemleri ve 17 Aralık yargı darbesinin ülkemize maliyeti ise dudak uçuklatan cinstendi.

İ.Ü. Bankacılık Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Kadir Tuna konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, “Gezi olaylarından bu yana, 17 Aralık sürecini de kapsayan dönemde Türkiye toplamda 156,8 milyar dolarlık bir kayıpla karşı karşıya kaldı. Gezi olayları başlamadan önce borçlanma faizi Türkiye´de 4,61 idi. O dönemde faiz oranının tarihsel olarak, Türkiye tarihinin en düşük oranına inmişti. Ama maalesef faiz neredeyse 11´ler seviyesine çıktı. Bunun anlamı sudur; hem Türkiye´nin ülke olarak borçlanması Türk parası üzerinden iki katından fazla artmıştır hem de üretim niyetinde olan, üretimin içinde olan iş adamlarının borçlanmaları, kredi almaları iki katından fazla artmıştır. Sonuçta Türkiye´de, repo ihale faizi %4,5´den %10´a yükselmiş, marjinal fonlama faizi %7,5´den %12´ye çıkmıştır. 17 Aralık operasyonlarının başladığı tarihinden bir gün öncesiyle 5 Şubat´ı baz alırsak Türkiye´deki reel faiz, borçlanma faizi oranı 1,79 puan artmıştır” açıklamasında bulunmuştu.
America başta olmak üzere tüm batı üzerimize çullandıkça çullanmış, içerideki FETÖ/PKK/DHKP-C işbirlikçileri vasıtasıylada iktidar yıpratılarak halkın nezdindeki güveni sorgulanır hale getirilmeye çalışılmıştır. Biliyorlardı ki arkasında halkın olduğu bir iktidar öyle kolay kolay yıkılamaz. Elindeki kementi bir türlü tekrar boynumuza geçiremeyen sığır çobanı kovboylar Pensilvanya´da ki işbirlikçisi Fethullah Gülen´in emeğiyle 15 Temmuz işgal girişimini 16 Temmuz 03.00 diye planlanmasına rağmen MİT´in erken haber alması dolayısıyla alelacele 21.00´e çekmiş ve  eline yüzüne bulaştırmıştı. Halkın yoğun direnci ve tabii ki Allah´ın inayetiyle başarısız olan bu girişim sonucu maalesef, 55´i Ankara´da, 5´i İstanbul´da, 2´si Muğla´da olmak üzere 62 polis, 4´ü Ankara, biri İstanbul´da 5 asker, 78´i Ankara, 94´ü İstanbul, 1´i Malatya´da 173´ü sivil toplam 240 kişi şehit oldu.

Ertesi günlerde sıcağı sıcağı yapılan bir haberde bu işgal girişiminin ülkemize maliyetini ise dönemin Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci şöyle açıklamıştı, “Savaş uçakları, helikopterler, silahlar, bombalar, binalar; 300 milyar lira. Belki az bile söylüyorum, daha da artabilir. Tabi orta vadede tüm maliyet çıkacak. Örneğin, yurtdışından siparişler iptal oldu. Adamlar gelemedi. Çünkü darbeciler Türkiye´yi üçüncü dünya ülkesi görüntüsüne soktu. Sokaklarda tankların olduğu, meclisin bombalandığı görüntülerden sonra gelmiyorlar. Bütün bunların tüm maliyeti orta vadede çıkacak”diye konuşmuştu. Şimdilerde bunun da maliyeti ortaya çıkmış olsa gerek.

Anayasaya değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı sisteminin oylanması sürecine girdiğimiz bu dönemde ise Batılı ülkelerin ülkemizin iç işlerine karışarak gerek siyasiler aracılığıyla gerekse medya araçları ile  devamlı “HAYIR” verilmesi yönündeki telkinleri Hollan´da ve Almanya´nın bakanlarımızın programlarını iptal etmesine, uçaklarının iniş izni verilmemesine ve hatta bir bakanımızın kendi konsolosluğumuza sokulmayarak 30-40 metre kala durdurularak sınır dışı edilmesine kadar fütursuzca devam etti.

Geçen aylar boyunca her gün medya araçlarından kendi başbakanlarından çok Erdoğan haberlerinin yayımlanması, hakaret edilmesi, aşağılanması ile yapılan haberlerin ters teperek kendi boyunlarına bir giyotin gibi ineceğini anlamış ve gitgide hırçınlaşarak edepsizce tavırlar takınmalarına sebebiyet vermiştir ki haçlı maskesini indirmiş, baltasını bilemiş ve ülkemize karşı gerçek niyetini açık etmiştir. Bundan böyle maşaları ile değil bizzat kendi varlıkları ile bu savaşı referandumda “HAYIR” ile taçlandırmak istemektedirler. Biliyorlar ki halihazırdaki sistem güçlü bir iktidarın önündeki en büyük engel. Sistem değişirse eski Türkiye´de olduğu gibi yine yuları ellerine geçirip her istediklerini yaptıramayackalr. Çünkü başlarında meşrtuyetini halktan almış, meşrutiyet sorunu olmayan güçlü bir lider olacak. Geçmiş yakın tarihimize baktığımızda ülkenin şaha kalktığı dönemler hep meşrutiyetini halktan almış liderler döneminde olduğunu görüyoruz. Menderes dönemi, Özal Dönemi, Erdoğan Dönemi...

Ve buradan uyarıyorum ki, Eyy haçlı kafirler ! Madem siz Viking baltalarınızı bilemeye başladınız biz de Pusatlarımızı kuşanıp sizi bekliyor olacağız.