Orhan Gazi (1326-1361) devrinde İnegöl’de günü-müzdeki Çardak Camii’nin bulunduğu yerde tesis olu nan “sanayî-bölgesi” ile Hüdâvendiğâr Sultan Birin-ci Murad (1361-1489) devrinde oluşmaya başlayan ve günümüzdeki “Çamaşırlık-Camii” çevresinde kurulan Muradiye Mahallesi de gelişmeye başlamıştır. Böylece; Yıldırım Beyazid (1389-1402) devrinde ilk defa başlatılan îmar faâliyeti ile İnegöl bir tek mahal-le olmaktan kurtulmuş; günümüze göre; Cuma, Orha-niye ve Osmaniye mahallelerinin çekirdek yapısı oluşmaya başlamıştır. Diğer yandan ticaret kervanlarının konup göçtüğü ve bir anlamda panayır niteliği taşıyan Nakkarezen-Çiftliği’nin yanı sıra yine burayla bağlantılı olarak güncel ifadesiyle günümüzde Ankara Caddesi üzerinde Nuri Doğrul Caddesi ile Çınarlar Altı’ından gelen caddenin kesiştiği mahalde noktada bir “odun-pazarı” ve hemen karşısında da bir “tavuk ve yumurta pazarı” yer almıştır. Günümüzde sözü edilen Pazar yerleri, birer çınar ağacı ile temsil olunmaktadır. Yeni inşa edilmiş olan “Cuma-Camii”nin yakın çevresinde de bir “kadınlar-pazarı” yer almıştır. Buradaki çınar ağacı da “kadınlar-pazarı”nın hatırasını günümüze taşımaktadır. İnegöl dışına çıkldığında günümüzdeki “Alibey Köyü”, su-sığırı, bir diğer ifadeyle camus ve manda adıyla anılan büyük baş hayvanların yetiştiridiği bir yöredir. O devirde Alibey Köyü’nün adı tahrîr defterlerinde “ Su-sığırlık Karyesi” olarak tescil olunmuş ve Yıldırım vakıfları arasında yer almıştır. Yine o yıllarda günümüzdeki Cerrah Beldesi, tahrîr defterlerinde “At-Oğlanları Karyesi” adıyla tescil olunmuştur ki burada; Osmanlı ordusunun ihtiyaç duyduğu at, katır ve benzeri binek hayvanları yetiştirilmiş ve de eğitilmiştir. “Cer” ve “Râh” sözcükleri de bu anlamı çağrıştırmaktadır. Zira Arap Dilinde “Cer” sözcüğü, hareket etme veya ettirme anlamına geldiği gibi “Râh” sözcüğü de Fars Dilinde “yol” anlamına gelmektedir. Bu iki sözcüğün birleşmesi ile ortaya çıkan bileşik sözcük “Cerrâh = Koşu Yolu” anlamı kazanmış olmaktadır. Burada geçen “Cerrâh” sözcüğü, Arapça değildir; bu nedenle operatör ve doktor anlamında kullanılmamıştır. Bundan sonraki bölümlerde açıklanacağı üzere: “Şıbalı=Sipâhî = Enâsıl” köyü ile “Bilâl=Gulamoğlu” köyü’nün de üslendikle-ri misyon itibariyle halk tarafından bilinenin dışında farklı anlamlarının olduğu görülecektir. Yahşi Bey’e, Îsa Bey’e ve Hoca Fîrûz Bey’e İnegöl Coğrafyasında dirlik Tahsisi: Değerli okuyucum! Yıldırım Beyazıt, Amasya sancak beyi iken 1389 yılında vuku bulan Birinci Kosava Savaşı’na babası Sultan Birinci Murad’ın daveti üzerine Amasya çevresinden topladığı bey ve askerlerden oluşan güçlü bir ordu başında Anadolu’dan Balkan coğrafyasına geçmiş ve Birinci Kosava Savaşı’na katılmıştır. An-cak yukarıda kısaca açıklandığı üzere; Sultan Birin-ci Murad kazanılan Birinci Kosova Savaşı sonrasında uğradığı bir sû-i kast sonunda şehid olunca ; Amasya sancak beyi Şehzade Beyazıt, akıncı komutanlarının ortak kararıyla savaş meydanında hükümdar seçilmiş ve Edirne’ye hükümdâr olarak dönmüştür. Edirne’ye döndüğünde de ilk iş olarak Birinci Kosova Sa- vaşı’na Amasya’dan getirdiği Amasya beylerinden Sungurzâdelerden Yahşi Bey ile Şadgeldi Âilesine mensup Îsa Bey’e ve Birinci Kosava Savaşı sonrasında emrindeki askerî birlikler ile ilk defa Tuna Nehri’ni aşarak Eflak=Romanya coğrafyasını işgal eden Koca Fîrûz Bey’e, İnegöl coğrafyasında dirlik tahsis eylemiş ve onları kendi memleketlerine göndermemiştir. Söz gelimi: Günümüzdeki Yenice Beldesi’ni ve yakın çevresi-ni, Sungurzâdelerden Yahşi Bey’e dirlik olarak, tahsis ederken Hocaköy ve yakın çevresini, Koca Fîrûz Bey’e ve Îsaören Köyü’nü ve yakın çevresini de Şadgeldi Âilesinden Îsa Bey’e dirlik olarak tahsis eylemiştir. Bu nedenle 1389 yılında kazanılan Birinci Ko- sova Savaşı’ndan sonra İnegöl coğrafyasında Amas- ya kökenli beylerin etkileri görülmeye başlamıştır. Buna karşın Osman Gazi (1281-1326), Orhan Gazi (1326-1361) ve Hüdâvendiğâr Sultan Birinci Murad (1361-1389) devirlerinde İnegöl coğrafyasında etkili olan Osman Gazi’nin oğullarından Pazarlu Bey ile Çoban Bey’in Turgut Alp ile oğlu İlyas Bey’in ve Kızıl Murad- oğlu Aksungur Ağa’nın etki alanları,ağırlıklı olarak, İnegöl coğrafyasından Bursa coğrafyasına kaymıştır. Bu arada 1368 yılında Edirne fetih edilince Sultan Birinci Murad, Osmanlı başkentini Bursa’dan Edirne’ye nakletmiştir. Ardından da; fethinden bu yana İnegöl’ü, arka bahçe olarak kullanan Bursa, bu kerre kendisi yeni başkent Edirne’nin arka bahçesi durumuna düşmüştür. İşte bu devreden sonra Amasya kökenli Sungrzâdelerden Yahşi Bey ile Şadgeldi Âilesine mensup İsa Bey’in çocukları, torunları ve de âzadlıları yüz yıllar boyunca İnegöl coğrafyasına ha-kim olmuşlardır. Daha sonraki sohbetlerimizde görüleceği üzere; Hamza Bey ve İshak Paşa sülâlesine mensup kişiler, uzun yıllar, İnegöl’ün ve İnegöl’lülerin kaderini şekillendirmişlerdir. Kültürel açıdan konuya bakıldığında; Yıldırım Beyazıt (1389-1402) devrine kadar, İnegöl coğrafyasına “Babî ve Ahî gelenekleri”nin renk verdiği görülmektedir. Yıldırım Beyazıt (1389-1402) devrine gelindiğinde ise dinî nitelikli söz konusu bu iki tarikat geleneğinin yanı sıra; Amasya kökenli Şeyh Müeyyed Çelebi’nin damadı Şeyh Ali Yârî tarafında temsil edil “İshak-ı Kâzerûnî Tarîkat Geleneği” de Bursa ve İnegöl coğrafyasına intikal eylemiştir. Geyikli Baba’dan Akbıyık Sultan’a ve Akbıyık Sultandan da Ali Yârî’ye Yıldırım Beyazıt (1389-1402), Balkan coğrafyasın-da Adriyatik Denizine ve Tuna Nehrine kadar Anadolu coğrafyasında ise Fırat havzasına kadar genişletmiş-tir. Ardından da Bursa’dan başlmak suretyle geniş bir imar faâliyetini gerçekleştirmiştir. Bu cümleden olmak üzere; İnegöl kasaba merkezinde “Cuma Camii”ni ve Kurşunlu Beldesi’nde de “Zaviyeli-Cuma Mesci-di”ni yaptırarak halkın hizmetine sunmuştur. Kültürel açıdan da ülkesinde birlik ve beraberliği pekiştirmek üzere; “İshak-ı Kâzerûnî Tarikatı”nın temsilcilerinden Şeyh Ali Yârî’yi, Bursa’ya davet eylemiş ve onun adına Bursa Kalesi’nin kenarında bir “tekke–zaviye” inşa ettirmiştir. Ayrca; İnegöl coğrafyasında Geyikli Baba Karyesi civarında “Kulyâr, Kulbâr veya Kulyâz” ismiyle anılan bir köy tesis ederek bu köye Ali Yârî mensubu kişileri iskân eylemiştir. Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan ve Enver Meriçli tarafından hazırlanan ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hüdâvendiğâr Livası Tahrîr Defterleri” isimli kaynak eserde görüldüğü üzere; Yıldırım Beyazıt her iki köye vakıf statüsünde, emlâk tahsis eylemiş ve bu iki köyün, mâlî yönden tescili sözü edilen tahrîr defterinde bir arada gösterilmiştir. Diğer yandan Yıldırım Beyazıt, o devrin en ünlü bilginlerinden İmam Muhammed el-Cezerî’yi de Bursa’ya davet ederek Şam’dan Bursa’ya getirtmiş ve onu, hâce-i sultanî olarak görevlendirerek şehzadelerinin eğitim ve öğretimine memûr eylemiştir. 1400 yılında inşaatı tamamlanan Bursa-Ulu Camii halkın hizmetine açılınca da İmam-ı Çezerînin büyük oğlu, Ahmet Cezerî’yi Bursa-Ulu Camii’ne mütevelli olarak atamıştır. Böylece; Bursa-Ulu Camii çevresinde kültürel açıdan yeni bir ortam oluşturulmuştur. Oluşan bu yeni kültürel ortamda İnegöl coğrafyasından Bursa coğrafyasına akatarılan ve de şifâhî kültüre dayanan “Babî Geleneği” ille “Ahî Geleneği”, Bursa Kalesi’ nin kenarında tesis olunan Kâzerûnî Dergâhı’nda buluşturulmuş ve gerçekleştirilen tasavvufî bir sentez ile- bir anlamda-Osmanlı’nın ruh köküne dayalı kültürel yapısının temelleri burada atılmıştır. Ortaya konan bu sentez çalışmaları, Bursa-Ulu camii’nde yapılan diyânî hizmetler ile pekiştirilmiştir. Söz gelimi: Ulu Camii’nin mihrabında görev alan “mevid-yazarı” Süleyman Çelebi ile vaaz kürsüsünde görev alan ve halk arasında “Somuncu-Baba” lakabı ile anılan Hamîdüddin-i Aksarayî ve de minberde hitabet hizmeti üstlenen “Emîr-Sultan” lakablı Muhammed Buharî bu kültürel yapıyı Cami-i Kebîr’de maya- landırarak iyice pekiştirmişlerdir. Ayrıca, Bursa-Ulu Camii’nin müştemilâtı olarak inşa edilmiş olan “Va’zıyye Medresesi”nde tedris yapan İlk Osmanlı şeyhulislamı Molla Mehmed Fenârî’ ile “Hundî Hatun Mektebi”nde Kur’ân-ı Kerîm öğretimi yapan Hâce-i sultanî İmam Muhammed Cezerî’ verdikleri eğitim ve öğretim ile âdeta,Osmanlı’nın kültürel yapısını Bursa –Yıldırım Külliyyesi olan Ca- mi-i Kebîr’ de ilmek ilmek dokumuşlardır. Bu arada Davud-u Kayserînin görev üstlendiği İznik Süleymanpaşa Medresesi ile Bursa Çekirge’de yer alan Sultan Birinci Murat Medresesi’nde yapılan eğitim-öğretim de kırsal alandan şifahî olarak yerleşim merkezlerine intikal ettirilen “Bâbî ve Ahî gelenekleri”nin yazıya geçirilmesine ve bu arada kitabî- leşmesine de vesile olmuşlardır. İnegöl coğrafyasına gelince; daha sonraki sohbetlerimizde görüleceği üzere; bunun en somut örneği ,İshakpaşa Mederese-si ile Noktacı Kasım Efendi adına inşa edilmiş olan Kasım Efendi tekke ve zaviyesi’nde yapılmış olan eğitim ve öğretimde görülecektir. Osmanlıların yeni başkenti olan Edirne ise bir taraftan Balkanlarda yapıla- cak olan fütühâtının kapısı olurken diğer yandan da evlâd-ı fâtihan’ın Anadolu coğrafyasından Balkan coğrafyasına aktarılmansa vesile olmuştur. İshâk-ı Kâzerûn Tarîkatı ve Temsilcisi Ali Yârî Adına Yapılan Tekke: Bu tarikat, ilk defa Ebû İshak Kâzerûnî (963-1034) tarafından İran coğrafyasında İslam’ın tebliğ edilmesi ve yerleşmesi için kurulmuş tasavvufî bir ekoldür. Ebu İshak’ın asıl adı İbrahim’dir. Ebu İshak, tarîkatını, ribat ve imaret sistemine dayalı olarak kurmuştur. İslam adın toplanacak zekât gelirlerinin mutlaka, bu amaca yönelik olarak harcanmasını ön görmüştür. Bir anlam-da bu tarîkat, askerî nitelik taşıyan tasavvufî bir ekoldür. Bu nedenle Ebu İshak Kâzerûnî sağlığında 65 ka-dar ribat ve imaret kurmuştur. 1034 yılında Şîrâz civa-rında yer alan Kâzerûn’da Hakk’a yürümüştür. Söz konusu tasavvufî ekol, İran coğrafyasında doğmakla birlikte; çok geçmeden, Anadolu coğrafyasına’da intikal etmiştir. Yıldırım Beyazıt’ın 1389 yılında Amasya sancak beyi bulunduğu bir sırada bu tarikatın Amasya temsilcisi, Şeyh Müeyyed Çelebi ile onun damadı olan Ali Yârî idi . Bunlar, Şehzade Yıldırım Beyazıt’ın, çok yakın dostu olmuş idiler. Bu nedenle hükümdar olduktan sonra Yıldırım Beyazıt Şeyh Ali Yârî’yi Bursa’ ya da-vet eylemiş ve Bursa’da Hisar duvarının dış kenarında onun adına bir tekke-zaviye inşa ettirmiştir. İnşa ettirdiği bu tekke-zaviyenin işletme giderlerini, karşılamak üzere de Yıldırım Beyazıt 1399 yılında bir vakfiye, tanzîm ettirmiştir. Söz konusu vakfiye hakkında geniş bilgi almak isteyen okuyycularım, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1942 yayınlanmış olan “Vakıflar Dergisi”nin ikinci sayısında ve 423-428 nci sayfalarında yer alan Prof. Dr. H. Adnan Erzi’nin hazırladığı ilmî makaleye baka-bilirler. Bendeniz, burada; Âbidzâde Hüseyin Hüsameddin Efendi’nin kaleme almış olduğu “Amasya tarihi” isimli kaynak eserinden ( C.III, s. 142-145) sizlere aktaracağım bir alıntı ile konuya son noktayı koyacağım: Şehzade Sultan Yıldırım Beyazıt, Devlet-i Osmaniyye tarafından Amasya’ya tayin edilen ilk validir. Görevine başladığı 1386 yılında Şehzade Sultan Beyazıt, Turhal’ı işğal eden Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin’e bir ihtar göndererek Amasya ve mülhakataının, Osmanlı ülkesi olduğunu hatırlatmış ve derhal kuşatmayı kaldırarak sınırlardan çekilip gitmesini söylemiştir. Bunun üzerine; Sivas hükümdârı, Amasya ve çevresindeki muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kalmıştır. Kadı Burhaneddin’in baskısından çekinerek daha önce Amasyaya’yı terk etmiş olan bir çok Amasyalı âlim, ârif ve ileri gelen beyler de Amasya’ ya geri dönmüş ve Şehzade Sultan Beyazıt’ın yanında yer almıştır. Şehzade Sultan Beyazıt Amasya vilâyeti dahi- linde idare-i Osnmaniyyeyi güçlendirecek işler yaptı. Sabık Amasya Emîrini ve sair memurlarını makam- larında ibka ederek her birini taltîf eyledi. Hasan Bey’i de ilk Osmanlı dizdârı olarak kale muhafızlığına getirdi. Sultan Beyazıt, Amasya vilayetinde huzuru ve asayiş-i âmmeyi temin ederek halka emniyet vermişti. Bu sebepten mukaddemâ Kadı Burhaneddin’e iltica edenler, Amasya’ ya avdet ediyorlardı . Bunlardan Divriğîzâde Şeyh Ali Yâr, dimekle meşhur olan şair ve Şeyh Ali Yârî Çelebi de Amasya’ya geldi ve şehzâde-i müşârün ileyhe bir kasîde-i Fârisiyye takdîm ederek nâil-i ihsân oldu. Lâkin Osmanlı Türkleri, Avrupa’da Türklüğün yükselmesine çalışıyorlardı. İnkişaflarına engel olan Sırplar ile harp etmek üzere; tedârik görüyorlar ve her taraftan Kosova sahrasına doğru koşuyorlardı. Bunun için Şehzade Beyazıt, pederinden aldığı emir üzerine; Amasya’dan topladığı bir fırka=tümen asker ve maıyyetine kabul ettiği beyler ile Edirne’ye müteveccihen Amasya’dan hareket etti. Amasya vilayetini de eski sahibi olan Divittâr Ahmet Bey’in idaresine bıraktı ve ona, Amasya beylerbeyi ünvanı ver di. Şehzade Beyazıt Bey, Amasya’ da ikamet ettiği zamanlarda fudalây-ı meşâyıhtan Ebû İshak-ı Kâzerûni’ye müntesip Meşhur Mevlânâ Şeyh Şemseddin Müeyyed Çelebiî’ye ve damadı olan Şeyh Ali Yâr Çelebi’ye izhâr-ı meyl ve muhabbet etmişler idi. Ulemadan ve âyânzâdelerden hayli zevat ile beraber bunları alıp götürdüler. Bunların içinde Divittâr Ahmet Beyzâde Şadgeldi biraderi Mustafa Beyzâde Îsa; emmizâdesi Kutlu; eniştesi ve de veziri Mehmet Çelebizâde Kaya beyler var idi. Görüldüğü üzere; Âbidzâde Hüseyin Hüsameddin Efendi, bizlere Şehzade Yıldırım Beyazıt’ın 1386 yılında Amasya valiliğine atandığını ve o yıllarda Amasya ve çevresinde geniş hakimiyet tesis etmiş olan Sivas hükümdarı Ka- dı Burhaneddin’in kurduğu siyâsî basıkdan Amasyalıların, nasıl kurtarıldığını veciz bir şekilde dile getirmiştir. Bu arada İshak-ı Kâzerûnî tarikatının Amasya temsilcisi olan Şeyh Müeyyed Çelebi ve damadı Şeyh Ali Yâr Çelebi’i ile Şehzade Beyazıt arasında kurulan samîmi dostluktan ve de yakınlıktan da bahseden Âbidzâde Hüseyin Hüsameddin Efendi, Birinci Kosava Savaşı’na katılmak üzere; Amasya yöresinden Balkan coğrafyasına nasıl asker toplatıldığı ve hangi beylerin bu savaşa iştirak ettikleri hususunda da detaylar vermiştir. Ankara-Çıbuk Meydan Muharebesi ve Fetret Devri: (1402-1413) Yıldırım Beyazıt (1389-1402), Anadolu beyliklerini zaptederek bağımsızlıklarına son vermiş ve Anadolu-Türk birliğini sağlamış ise de söz konusu beyliklerin beyleri Timur’a sığınmışlar veTimuru Osmanlı hükümdârı Yıldırım Beyazıt’a karşı askerî harekât yapmaya teşvik etmişlerdir. Diğer yandan Timur ve Yıldı- rım Beyazıt’ın orduları Ankara Cıbuk coğrafya- sında karşı karşıya geldiklerinde Yıldırım Beyazıt’ın ordusunda yer alan Anadolu beyliklerine mensup askerler, eski beylerini karşılarında Timur’un yanında yer almış olduklarını görünce moral açıdan yıkılmışlar ve savaşma konusunda gönülsüz davranmışlardır. Hatta askerler arasında karşı tarafa beylerinin yanına geçenler bile olmuştur. Açıkça görülüyor ki Yıldırım Beyazıt zaptettiği Anadolu beyliklerine mensup askerler üzerinde Timur tarafından yapılan yıkıcı kara propogandaya karşı tedbirsiz davranmıştır. Timur tarafından işğal edildiğinde Sivasta otuz bin kişinin, diri diri toprağa gömülmüş olması bile Yıldırım Beyazıt’ı uyarmamış; o, kibir ve gururuna yenik düşerek düşmanını güçümse-miş ve Timur’un savaş stratejisini iyi değerlendirememiştir. Netice olarak Yıldırım Beyazıt, Ankara –Çıbuk Muharebesi’nde ağır bir mağlubiyet almış ve kendisi de Timur’a esir düşmüştür . Demir kafes içine alınan Yıldırım Beyazıt, itibarsızlaş- tırılmak amacıyla, belde belde demir kafes içinde dolaştırılmıştır. Akşehir coğrafyasına gelindiğinde Yıldırım Beyazıt, gördüğü bu esaret müâmelesine dayanamıyarak -bir rivayete göre yüzüğünün altında saklamış olduğu zehiri içerek- hayatına son vermiştir. Naşı, Tımur tarafından esir edilmiş olan Şehzade Musa refakatında Germiyan beyi İkinci Yakub Bey’e teslim edilmiştir, Şehzade Musa da Timur tarafından verilen “beylik-beratı” ile birlikte babası Yıldırım Beyazıt’ın naşını Bursa’ya getirmiş ve Yıldırım Beyazıt’ın sağlığında inşa ettirmiş olduğu külliyedeki tür- beye defnetmiştir. Ankara-Çıbuk Meydan Muharebesinde yenilgi belirtileri ortaya çıkınca; Sivas valisi büyük şehzade Süleyman sadrazam Çandarlı Ali Paşa ile birlikte muharebe sahasını terkederek sütatle Bursa’ ya gelmiş; burada bulunan iki kardeşini ve taşınabilecek bazı ağırlıkları alarak Çanakkale-Boğazı üzerindena Gelibolu’a geçmiş ve Edirne’de saltanatını ilân eyle- miştir. Amasya valisi olarak Ankara-Çıbuk Muharebesi’ne iştirak eden Şehzade Mehmet Çelebi de maıyyetinde yer alan Amasya beyleri ile birlikte -önce- Bolu’ya gelmiş ise de Amasya beylerinin telkîn ve teşviki ile Amasya’ ya giderek burada saltanatını ilan eylemiştir. Şehzade Îsa Çelebi de Bursa ve İznik coğrafyası-na gelerek o da bu coğrafyada saltanatını ilân eylemiştir. Yukarıda ifade edildiği üzere Şehzade Musa Çelebi de Timur’dan aldığı bir “beylik-beratı” ile babası Yıldırım Beyazıt’ın nâşını alarak Bursa’ya getirerek defnetmiştir. Ardından da İznik’e çekilmiş olan kardeşi Şehzade Îsa Çelebi ile anlaşarak Çanakkale –Boğazı üzerinden Balkanlara geçmiştir.