Nefsin düşünme, öfke ve şehvet olmak üzere üç gücü olduğunu, bunların adalet erdemine tabi olmasıyla, düşünme gücünün hikmete, öfke gücünün cesarete, şehvet gücünün de iffet erdemine dönüştü- ğünü ifade etmiştik. Şayet kişi bu yetilerini adalet erdemiyle yönetmez ise, kendisine ve insanlara zulmetmeye başlar. Bu noktada bizlere düşen görev, ortaya koyduğumuz davranışlarımızda, orta bir yol tutmak, ne kendimize ne de bir başkasını zora sokmamaktır. Birey olarak yaptığımız davranışlarımızda ölçülü olmayı başardığımızda, hem kendimizle hem de etrafımızla olumlu bir ilişkiye daha doğrusu iletişime geçme imkânımız olur. Bunun temeli de İbn Miskeveyh tarafından bizle-re açıkça ifade edilir, “önce kendi nefsimize karşı insaflı olmak sonra da başkasına insaf ettiğimiz ölçüde ondan insaf beklemeyi öğrenmemizdir”. Bu nedenle aile içindeki ilişkilerimizde ve davranışlarda da ölçülü olma kaidesi hepimizin ortak erdemi olmalıdır. İbn Miskeveyh’e göre, ahlaki davranışın ve erdemlerin gerçek anlamda erdem olarak nitelenmesi için bunların bilinçli tercihlere dayanması gerekmektedir. Zira ahlaki erdemler, kimi zaman mutlu ve faziletli olmayan kişilerde de görülebilir. Bazı kimseler adaletli olmadıkları halde doğru iş yaparlar; yiğit olmadıkları halde iffetli davranırlar. Bu ya bilmemesinden dolayıdır. Bu nedenle o yeme içme veya başkala- rının düşkün olduğu zevkleri istemez, bunda bir tercih ve irade söz konusu değildir. Bunun diğer sebepleri ise, bu zevklere isteği yoktur ya da onu almak ve kullanmaktan kendisine bir zarar geleceğinden korkmuş- tur veyahut da o kendisi için yasaklanmıştır. Bunların hepsi gerçekte iffetli olmadıkları halde, iffetli kimselerin yaptıkları işleri yaparlar. Gerçekte iffetli adını alan kimse, yukarıda anlatılan iffetin hakkını tam olarak veren, onu başka bir amaç için değil de iffet olduğu için seçen ve bir fazilet olduğu için tercih eden, sonra da şehevi isteklerinin her birini ihtiyacı kadar, gerektiği şekilde, gerekli vakitte ve gerekli durumda yerine getiren kimsedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, bizlerin ahlaki olarak nitelediğimiz ve ortaya koyduğumuz davranışlarımız korku, cahillik ya da isteksizlik sebebiyle ortaya çıkıyorsa filozofumuza göre, bunun ahlaki bir davranış olarak nitelenmesi mümkün değildir. Burada temel kıstas bir davranışı ortaya koyarken o davranışı yukarıda zikredilen sebeplerden ziya- de o davranışı ahlaki olduğu için tercih etmemizdir. Burada da davranışı tercih edecek düzgün düşünme ve ayırt etme yeteneğinin geliştirilmesi sonucunda el-de edilen vicdan karşımıza çıkmaktadır. Sağlıklı bir nefse sahip olan birey, akıl ve düşüncesinin gereklerine aykırı davranıp, alışkanlıklarına göre, hareket etmemelidir. İbn Miskeveyh’e göre, insanlar eğer nefsinin alışkanlıklarına doğru bir eğiliminin olduğunu fark ederlerse, bu konuda kendilerine bir takım cezalar vermelidir. Zararlı bir yemeği iştahla yerse, uyması gereken perhizi bırakırsa, nefsini yine o şeyle cezalandırmalıdır. Bu nedenle kendi nefsini kınaması ve bu konuda daha tedbirli davranması gerekir. Kişi eğer çabucak ve hak etmeyen kimseye karşı kızdığı için ya da gereğinden fazla öfkelendiği için kabalığı ile bilinen bir terbiyesizle karşılaşıp ona taham-mülle cezalandırılmalıdır. Kendisine boyun eğmeyen ve iyiliği ile bilinen bir kimseye itaate yönlendirilmelidir. Yararlı işlerde tembellik ediyorsa, kendisini daha zahmetli bir işe sevk etmelidir. Burada insan kendi nefsinde bir takım zaaflar görüyorsa, bu konuda kendisine belli sınırlar ve zorunluluklar koyarak nefsini terbiye etmelidir. Bizler nefsimizin alışkanlıklarına uyarak yanlış yaptığımızda hem kendimize hem de başkalarına za-rar veririz. Bu nedenle gerek aile içinde gerekse aile dışında insanlarla olan ilişkilerimizde, yanlış tutum ve davranışlar gösterdiğimizde bunu kendi içimizde anlamlandırıp, doğrulamak yerine, hatalarımızı, eksikliklerimizi tespit edip bunları bir daha yapmama konusunda kendimize telkinlerde bulunmalıyız. Bura-da filozofun dediği gibi nefsimizi bu noktada eğitmek için çeşitli şekillerde çaba sarf etmemiz gerekmektedir. Bunu yapmadığımız takdirde, kendimize zarar verdiğimiz gibi eşimize, çocuklarımıza sonradan telafi edemeyeceğimiz zararlar dahi verebiliriz. [Aygün Akyol, “İslam Ahlak Felsefesinde Değerler Eğiti- mi”, Muhafazakâr Düşünce Dergisi –Degerler Sayısı-, yıl: 9, sayı: 36, Nisan, Mayıs, Haziran 2013, ss. 42-66]