Handmaid’s Tale ve Wandering Wanda gibi kitapların ünlü yazarı Margaret Atwood’un 1996 yılında yayımlanan, Türkçe’ye Nam-ı Diğer Grace olarak çevrilmiş Alias Grace adlı kitabından uyarlanan mini dizi, Grace Marks ve James McDermott’ın, bazı kurgusal karakterlerle de desteklenerek gerçek hikayesini anlatıyor. Dizinin senaristi, aynı zamanda oyunculuk ve yönetmenlik de yapan Sarah Polley, yönetmeni ise American Psycho filminin de yönetmeni olan Mary Harron.

Başrolde True Detective, World Without End ve 11.22.63 gibi dizilerden hatırladığımız Sarah Gadon yer alırken ona, Dr. Simon Jordan rolünde Edward Holcroft, Nancy Montgomery rolünde Anna Paquin, James McDermott  rolünde Kerr Logan, yakın arkadaşı Mary Whitney rolünde Rebecca Liddiard ve Jeremiah rolünde Zachary Levi eşlik ediyor. Ayrıca ünlü Kanadalı yönetmen David Cronenberg de dizide rahip rolüyle yer alıyor.

Yaklaşık birer saatlik 6 bölümden oluşan Netflix yapımı Alias Grace dizisi 2017 yılında yayınlanmıştı.

İçindekiler

Alias Grace Konusu

1800’lerde geçen hikayenin ana karakteri, gemiyle Kuzey İrlanda’dan Kanada’ya göç eden beş çocuklu fakir bir ailenin en büyük kızı Grace. Gemi yolculuğu sırasından annesini kaybeden, tacizci ve alkolik babasıyla baş etmek ve dört kardeşinin bakımını üstlenmek zorunda kalan, sürekli erkek şiddetinin ve tacizinin nesnesi haline gelen, masum mu yoksa katil mi asla emin olamadığımız, zeki ve güzel Grace.

Grace, aynı evde hizmetçi olarak birlikte çalıştığı James ile 18 Temmuz 1843 tarihinde evin sahibini ve diğer bir çalışanı öldürmekle suçlanıyor. Dava, kadın katillere alışkın olmayan toplumda çok büyük bir yankı uyandırıyor. Toplumun bir kısmı Grace’in suçlu, bir kısmı da suçsuz olduğunu düşünüyor. Grace’in suçsuz olduğunu düşünen kilise komitesi, 15 yıllık mahkumiyetinin ardından 1859 yılında, özgür kalmasını sağlayacak bir rapor yazması için Amerika’dan Simon Jordan adında bir psikiyatr getirtiyor. Dr. Jordan karakteri hikayenin kurgusal karakterlerinden biri. Dizi boyunca Grace’in dünyasına Dr. Jordan ile yaptığı seanslarda iniyoruz.

Hikayeyi daha iyi anlayabilmek için kaçırılmaması gereken önemli bir detaydan da bahsedeyim. Gemi yolcuğu sırasında annesini kaybeden Grace’e yaşlı bir kadın, ölünün ruhunun dışarı çıkabilmesi, özgür kalabilmesi için pencere açmak gerektiğini söylüyor. 16 yaşındaki Grace, buna bütün kalbiyle inanıyor.

Grace Katil mi, Kurban mı?

Grace için cinayetlerin öncesindeki erkek şiddeti, sonrasında çok daha artarak devam ediyor. Hapishanedeki gardiyanlardan akıl hastanesindeki doktorlara ve görevlilere kadar pek çok kişi Grace’in kadınlığını sömürüyor. Kitap da dizi de oldukça feminist. Nasıl olmasın ki? Grace’in erkekler tarafından hedef haline gelişi kurgu bir karakter olan Dr. Jordan üzerinden dahi yeniden farklı bir şekilde vurgulanmış. Yakın arkadaşı Mary karakteri de feminist söylem açısından oldukça önemli bir yan karakter. Onun hayatının Grace’de bıraktığı etki de oldukça önemli. Ayrıca Margaret Atwood, Grace’in hikayesi üzerinden kurumları da kaleminin hedefine koymuş. İnce eleştirileriyle hikaye daha da katmanlaşıyor diyebilirim.

Peki, Grace, işbirlikçi mi, azmettirici mi yoksa sadece henüz hayatta kalmış bir kurban mı? Çoklu kişilik bozukluğu mu var yoksa çok mu zeki? Uyurgezerlik ve kısa hafıza kayıplarından muzdarip olan Grace, cinayetlere dair hiçbir şey hatırlamamakta. Ya da kayıp hafızası, sadece sığındığı bir yalan. Biz de doktor gibi bundan asla emin olamıyoruz. Seanslarda Grace, cinayetle doğrudan ilgili sorulara hiç cevap vermiyor.

Alias Grace dizisinin amacı zaten katili bulmak değil, bir kadının yaşadığı dramı gözler önüne sermek. Hikayeyi izlerken suçsuz olduğuna inanmak istedim; ama aynı zamanda olayları kuşkuyla değerlendirmeye de çalıştım… Zamanla da bunun önemli olmadığını, Grace 1800’ler yaşamış bir insan olsa da modern zamanın da kendi Grace’leri olduğunu düşünmeye başladım. Sistem tarafından değersizleştirilmiş, merak nesnesi haline gelmiş, yapayalnız ve güvenecek kimsesi olmayan bir kadının hikayesi aslında o kadar da eski değil.

Alias Grace dizisi için su gibi akan ve izleyiciyi içerisine çeken bir hikaye olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Son olarak Grace rolündeki Sarah Gadon’un oyunculuğunu ne kadar övsek az.

Kaynak: Haber merkezi