MOSFED Başkanı Ahmet Güleç, CNBC-e kanalında yayınlanan “İhracat Rotası” programının konuğu oldu. Şafak Tükle'nin sorularını yanıtlayan Güleç, bölgesel çatışmaların ekonomik etkilerinden Türkiye sanayisinin güncel sorunlarına kadar pek çok önemli başlığa değindi. Üreticilerin sürdürülebilir bir büyüme ve ihracat için destekleyici regülasyonlara ihtiyaç duyduğunu vurgulayan Güleç, enflasyon ve döviz kuru dengesinin ihracata yansımalarını da değerlendirdi. Dengeli kur beklentisinin nedenlerini paylaşarak, ihracatçılar için finansal istikrarın önemine dikkat çekti.
Mobilya sektörü özelinde yöneltilen sorulara da yanıt veren Güleç, katma değerli üretimin sektör için taşıdığı stratejik öneme değindi. Ayrıca çevre ile uyumlu üretimin ve sürdürülebilirlik yaklaşımının markalar için gelecek planlamalarında neden merkezi bir rol oynaması gerektiğini, bu yaklaşımın yaratacağı yeni fırsatlarla birlikte aktardı. Güleç, yakın coğrafyamızda yaşanan çatışma ve gerilimlerin kısa zamanda sona ermesi, barış ve istikranın bir an önce bölge ülkelerine gelmesi temennisinde de bulundu.
DÜNYA BELİRSİZLİĞİ TARTIŞIYOR
Güleç, “Aslında belki 1 yıldır, hatta Trump’ın görevi devralmasından beri yani muhtemel kazanması belli olduğu tarihten beri dünya belirsizliği tartışıyor. Uzun bir zamandır dünyada bu belirsizlik ortamı bütün politikaları etkiliyor. Aslında son günkü çatışmalarda bu belirsizliğin hala devam ettiğinin göstergesi. Tabi keşke böyle olmasaydı. Yani dünyaya serbest ticareti getirecek, dünyadaki daha çok gelir dağılımını dengeli bir şekilde dağıtacak, her ülkenin hukukuna saygı gösterecek bir düzen başta ABD’nin takip etmesi gereken bir süreç. Ama maalesef bu belirsizlik bütün dünyayı etkiyor. Bütün dünyanın huzurunu bozuyor. Yani şöyle bir nokta olmaması gerekiyor; “Ben güçlüyüm, ben dediğimi yaparım” ya da siz oradan kalkın hani bir sınıf öğretmeni bile okula girdiği zaman ben öğretmenim kalkın oturun dediği bir çağda değiliz artık. İnsanlar daha çok saygıyı hak ediyor. Her toplum kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğunu hissediyor. Başta bunu ticarette de görüyoruz. Artık tüketici hakları denilen bir şeyi tartıştığımız bir dönemde, yani bir markanın bile alış satışta ben istediğim gibi davranırım dediği bir dönemde devletin daha çok dikkat etmesi gereken bir dönem yaşamamız lazım. Yapmasak ne olur? İşte bunlar olur, dünya ticareti zora girer, dünya ticareti büyümez ve en önemlisi de insanlar birbirine güven duymaz. Güven bunalımı olduğu dönemde de artık insanların ne dediği önemli değil, insanların ne anladığı bir dönemi yaşarız. Bu da insanlık için aslına insanlığın bittiği bir dönem diyoruz ya böyle bir döneme yaklaşıyoruz. Bunun için en kısa sürede sağduyu hakim olur ve bu belirsizlik ortamını başta insanlar çuvaldızı kendine batırarak sorumlu insanların daha çok sorumlu politikalar üreteceği bir dönem yaşarız” dedi.
Güleç açıklamasını şöyle sürdürdü;
“Şimdi İran ile ticaretimiz tatmin edici bir boyutta değil. Burada en başta İran’ın bir ambargo sürecinin içinde olması, İran’ın ekonomisinin rahat olmaması, İran daha fazla ithalatı önleyen bir şey. Yani şöyle diyorlar. Örnek biz Türkiye’den mobilya almak istemeyiz, bizim bu mobilyayı üretmemiz lazım. Neden? Daha çok ilaç lazım gibi. Tabii ki ambargo altındaki bir ülkenin böyle bir politika doğurması elindeki dövizi daha değerli hale getirebilmesi, daha çok ihtiyaç alanına değerlendirmesi makul gibi görülebiliyor. Ama aslında ikinci boyut olarak baktığımız vakit ciddi anlamda üretici bir ülke olmaya başladı. İran’a bizim daha çok bitmiş mal satmamız lazım. Rekabet ediyor, hatta bazı bölgelerimizde örneğin mobilyayı en çok sattığımız Irak bizim birinci bölgemiz. Oraya bir ihracatçı olarak geliyor. Dolayısıyla bizim için aslında pazarlarda rekabetçi bir unsur olarak karşımıza çıkıyor ve maalesef bizden öğreniyor. Mobilya sektörü tamamen modeli, rengi, trendi bizde öğreniyor ve bizim pazarlarımıza satıyor. Ve bizden almayı da tercih etmiyor. Bu anlamda biz İranlı yetkililerle şunu söylüyoruz. Tamam hammadde verelim ama bitmiş mobilya da satalım. Onun için bitmiş mobilyada ihracatımız çok düşük.
İRAN’IN TÜRKİYE’DEN BAŞKA BİR DOSTU OLAMAZ
“Tabi şöyle söyleyeyim bu çok ciddi bir anlamda çatışma olursa en büyük ithalat merkezi olarak tedarik merkezi olarak Türkiye’yi görecek. Çünkü başka bir ülkeden temin edemeyecek. Yan sanayisi için, gıdası için, bir sürü ihtiyacı için. Türkiye onun ana pazar olacak. Böyle bir şekilde ihracatımızın artmasını istemeyiz. Keşke daha iyi şartlarda alalım, insanlar daha iyi yaşasın, daha iyi şartlarda ticaretimiz artsın. Biz bunu tercih ederiz. İran’ın Türkiye’den başka bir dostu olamaz. Bunu bilmesi lazım ve barış dönemlerinde de daha çok Türkiye ticaretini daha çok önemsemesi lazım ve birinci sıraya koyması gerektiğini düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.”
ORTADA BİR TİCARET SAVAŞI VAR
“Aslında olay çok farklı değil, ortada dinler savaşı yok. Ortada bir ticaret savaşı var yine. Ortada bir dünya ticaretinden daha fazla pay alma savaşı, ortada dünyayı yönetme savaşı var. Yoksa şöyle bir dinler savaşı ortaya çıkıp da bir dinler savaşı yok. Tabii ki tarih boyunca dinler savaşı da olacak ama ortada bir menfaat savaşı var, ticaret savaşı var. Trump dünyadan daha fazla pay almak istiyor. Kimle alacak? Müttefikleriyle alacak. Kime karşı? İşte Çin’e karşı. Aslında Trump diyor ki, ben güçlüyüm, ben dünya ticaretinden daha fazla pay almam lazım. Amerika’yı büyük yapacağım. Onun için bence bu kendi içimizde verimliliğimizi, Türkiye’nin artık daha çok güçlenmesi lazım. Ekonomisi güçlü olan ülke dünyaya istediğini yaptırır. Ekonomisi büyük olmayan bir toplum, bir ülke dünyaya yön veremez. Onun için olayların birbirinden çok farklı olmadığını düşünüyorum.”
“DENGEDE OLAN KUR BİZİM TERCİHİMİZDİR”
“Tabii şöyle bir algı var sanki, ihracatçı yüksek kur ister. Ya ihracatçı yüksek kur istemiyor. İhracatçı dengeli kur ister. Yüksek kur da düşük kur da bizim tercihimiz olan şeyler değil. Dengede olan kur bizim tercihimizdir. Onun için rekabet üstünlüğü sağlamamız gerekiyor. Rekabet üstünlüğü nasıl sağlanır? Bizim enflasyonumuzla bir ülkeye yaptığımız ülkenin enflasyonu arasındaki dengede eğer TL’miz daha değerliyse o pazarı kaybediyoruz. Eğer çok düşükse de biz o zaman daha fazla katma değerli ihracat yapma imkanı sağlıyoruz. Ama çok düşük olmayı da kaynaklarımızı da o ülkeye ucuz ucuz göndermeyi de tercih etmeyiz.”