Hukuk mezunu falan değilim. Kendi meşrebimce insanlar arası “adalet” kavramını açmaya çalışacağım.
Adalet, bize hem inançlarımızdan, hem de törelerimizden hediye, günümüze kadar bahşedilmiş nesnel kurallar bütünüdür. Bu açıdan hem devlet gelenekleri, hem de örf-adetlerimiz her zaman adil olunması gerektiğini savunur.
Bizdeki adalet olgusu aslında, diğer milletlere kıyasla, bir başka kutsiyet ifade eder.
Her ülkenin kendine has bir hukuk ve demokrasi inancı var tabi ki.
Bunu inkâr etmiyorum.
Ancak, vurgulamak istediğim ana husus şu; bizdeki adil davranma kültürü, Osmanlı´nın hukuk anlayışıyla harmanlandığı için, daha farklı bir özelliğe sahip. Çünkü biliyoruz ki Osmanlı adaleti, Hz. Ömer´in adalet anlayışından sonra başı çeken bir yapıya sahipti o zamanlar...
Gerek halkımızın kendi arasındaki, gerekse diğer milletlere karşı olan davranışları, Türk adalet bilincini ayrı bir kefeye koyar.
Şimdi gelelim asıl meseleye.
Adalet olgusu devletin, halkına uyguladığı çeşitli normlardan ziyade insanın, insana karşı olan hukukunu da içerir.
İşte bugün, bu konuya imza atmak istiyorum; insanlar arası hak-hukuk gözetimine…
Yani anne-babaya saygı, kardeşler arası eşitlik, kul hakkına itina, eşler arası adil davranış, iş dünyasında objektif ve dürüst kalabilme gibi kavramları ele alacağım.
Bir baba, çocukları arasında hem miras, hem de sevgi-hoşgörü bakımından ayrım yapıyorsa, bu babanın adaletli olduğundan söz edilebilir mi?
Veya bir patron/müdür, çalışanları arasında hem parasal, hem de kişisel olarak kayırmacılık yapıyorsa, o yöneticinin adil olduğundan bahsedilebilir mi?
Bir evlat, el âleme gösterdiği tevazünün onda birini dahi ailesine göstermiyorsa, o evladın adil olduğu iddia edilebilir mi?
Eşler, birbirini anlayışla karşılamıyor, özellikle erkekler, karısının hakkını esirgiyorsa, orada genel bir huzurun, hak-hukuk kavramının bulunduğu iddia edilebilir mi?
Elbette HAYIR!
Pekâlâ, bu bağlamda adillik, adamına göre ayrımcılık yapılarak uygulanabilir mi?
HAYIR!
Ben falanca kişiyi seviyorum, onun yanlışlarını görmeyeyim, falanca kişiden hoşlanmıyorum, dur, onun kafasını ezeyim. Her yanlışını başına kakayım…
Yok öyle! Ona, buna, şuna özel davranış olmaz ağabeycim!
Hukuk birdir, adalet tek…
Bu arada değerli okurlarım, şöyle küçük bir dipnot paylaşayım sizinle;
Hukuk kelimesi, “hak” kelimesinden türeme olup, “hak ile alakalı” anlamı taşır.
Nokta.
Gerek patron ol, gerek anne-baba, gerekse sade vatandaş… Ne olursan ol!
Adamına göre muamele yapamazsın arkadaş! Yok öyle!
Bakın toplumumuz, sosyal hayatında yavaş yavaş adalet duygusundan sıyrılmaya, adamına göre yol çizmeye, şahsi meselelerini işine aksettirmeye başladı.
Bundan, herkes gibi ben de rahatsızım. Ve karşıyım.
Şahsi duygularımız, adalet kavramımızın önüne geçmemeli.
O halde, bunu sağlamamız için n´apmamız lazım?
Gelin, hep birlikte onu inceleyelim;
-Eğitimsiz, gelişime kapalı, bazı toplumsal terbiyeleri almamış bir millet dağılmaya, yok olmaya mahkûmdur.
-Bunların yanında “adalet”, “hoşgörü”, “eşitlik” ve “gerektiğinde tarafsızlık” olgularını da yaşayarak göstermeliyiz. Yani önce biz, kendi anlattıklarımızı uygulamalıyız ki, ardımızdan gelenler de aynını yapsınlar.
-Dürüstlük denen hazinenin kutusunu da, e artık açmalıyız.
-İşimize gelmeyen yerde, kitabına uydurma girişimlerinden vazgeçmeliyiz.
-İşin sahtekârlığına kaçma huyumuzu da bir zahmet terk etmeliyiz.
İki iki dört!
Meselenin aslı adalet duygusu, sadece mahkeme tutanaklarında geçen bir kavram olarak kalmamalı.
Adaleti iş dünyamıza, sosyal hayatımıza, ailemize, çocuklarımıza ve bilumum çevremize de uyarlamak boynumuzun borcudur.