Mukaddes geceler zincirinin halkalarından biri olan mübarek Miraç Kandili’ne bu Pazar akşamı bir daha kavuşmuş olacağız. Bu gün ve yarın yapacağımız sohbetimizde sizlere İsrâ ve Miraç’tan söz edece-ğim. İsrâ, gece yürüyüşü demektir. Peygamberimizin, biraz sonra açıklayacağımız bu akıllara durgunluk veren mucizesi geceleyin olduğu için bu adı al- mıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu olay, İsrâ kelimesi ile ifa-de edilmiştir. Miraç ismi de yükseğe çıkmak manası-na gelen “uruc”tan alınmıştır ki, merdiven, asansör demektir. Miraç ile ilgili hadislerde bu kelime kullanılarak “Yükseğe çıkarıldım” buyurulduğundan bu olaya “Miraç” da denmiştir. İslâm dünyasında bu olay, genel anlamda bu kelime ile bilinmektedir. Sözlük anlamları bu olan İsrâ ve Miraç, Peygamberimizin üstün makamlara yükselişi ve Allah’ın yüce katına kabul edilişi olayıdır. Yüce Yaratıcıya yakınlığın en üstün derecesi olan Miraç, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Olay nerede ve nasıl meyda-na gelmişir? Miraç olayının ne zaman meydana gel- diği kesin olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi İslâmiyetten önce cahiliyet zamanında Araplar arasında yıl tarihin olmayışıdır. Kesin olarak bilinen, Mirac’ın hicretten önce Mekke’de meydana gelmiş olmasıdır. Hadis alimi Abdülgani el-Makdisi (H.659)’de bu tarihi kabul eder, hatta Mirac’ın Recep ayının 27.nci Cu-ma gününde vuku bulduğunu söyledikten sonra: “Müslümanlar bu tarihi benimsemiş bulunuyor ve bunu en doğru bir rivayet kabul ediyorlar” der. Mi-raç hakkındaki ihtilaf, sadece vuku bulduğu tarih konusunda değildir. Olayın nasıl olduğu, ruh ile mi yok- sa cesed ile mi vuku bulduğu da ihtilaflıdır. Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber alimlerin çoğunluğuna göre Miraç hem ruh ve hem de cesetle birlikte meyda-na gelmiştir. İşte buna göre İslâm dünyasında Miraç Recep ayının 27’nci gecesinde kutlana gelmiştir. Peki Miraç olayı nasıl oldu? Buhâri ve Müslim’de yer alan rivayetlere göre olay şöyle olmuştur. Peygamberimiz Mekke’de, evinde iken veya Kâbe’de iken Cebrail (a.s) bazı meleklerle birlikte gelerek Peygambrimizin göğsünü açmışlar, içini zemzem ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman ile doldurmuşlardır. Peygamberimizle ilgili göğüs açma (Şerh-i Sadr) denilen olay budur. Ancak bu olay, ne zaman ve nerede olmuştur? Bu durum ihtilâflıdır. Bazıları bunun, sütannesi Halime’nin yanında iken çocukluğunda olduğunu söylerken, diğer bazıları ise bir defa çocukluğunda annesi Halime’nin yanında, bir defa da Miraç’tan önce olmak üzere iki defa olduğunu söylerler. Şah Veliyyullah ed-Dehlevi, bu olayı yani göğüs açma olayını manevi bir operasyon olarak değerlendirir ve: “Peygamberimizin ruhunda meleklik ruhunun üstün gelmesi, tabiat özelliklerinin yok olması, tabiatın, kudsiyet aleminin ilhamlarına ta-bi olması” ile yorumlamaktadır. Bir gün Peygamberimize soruldu: - “Ey Allah’ın Resûlü, göğüs açılır mı?” - Peygamberimiz: “Evet açılır” buyurdu. - “Nasıl olur” diye sorduklarında, - Peygamberimiz: “Bir nurdur ki Allah onu Mü’mi- nin kalbine atar, o da onunla ferahlanır ve açılır” buyurdu. - “Onun alâmetinedir?” dediler. - Peygamberimiz: “Aldanma yurdu (dünyadan) uzaklaşmak, ebediyet yurduna (ahirete) yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktadır.” buyurdu. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’anil-Azîm, c.II, S.174). Peygamberimizin Miraç’tan önce göğsünün açılması, o muazzam olaya bir hazırlık, göreceği olaylar karşısında rahat olması ve kendini kaybetme-mesi içindir. Daha sonra Cebrâil (a.s) Peygamberimzi “Burak”a bindirerek birlikte Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya geldiler. Burak’ı Peygamberimiz şöyle tarif ediyor: “Bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya kadar atardı.” (Buhari, Salât,8) İsrâ süresinde Mirac’ın bu bölümü ile ilgili şöyle buyurulmaktadır: “Kulu Muhammed’i bir gece Mescid’i Haram’dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ, 1). Peygamberimiz burada yani Mescid-i Aksa’da (Peygamberlerin ruhlarına imam olarak) namaz kılmış ve bütün Peygamber de onunla beraber kılmışlar. Sonra Miraç getirildi. Miraç, asansör gibi yükseğe çıkaran manevi bir araçtır. Buna Cebrail Aleyhisselâm ile beraber bindiler ve göklere çıktılar. Birinci semaya vardıklarında; Cebrail Aleyhisselâm; - “Kapıyı açınız” dedi. İçerden bir ses; - “Kimsin?” diye sordu. - “Ben Cebrailim”, - “Yanında kimse var mı?” - “Evet, Muhammed (s.a.v) var.” - “Hz. Muhammed Peygamber olarak görevlen-dirildi mi?” “Evet gönderildi” dedi ve gökyüzünün kapısı açıldı ve böylece Peygamberimiz birinci kat semaya varmış oldu. Orada, sağında ve solunda bir çok gölgeler olan bir adam gördü, bu adam sağına baktıkça gülümsüyor, soluna baktıkça da ağlıyordu. Peygamberimizi görünce: -“Merhaba salih peygamber, hoş geldin, iyi oğul” dedi. Peygamberimiz, Cebrail Aleyhisselâma kim olduğunu sordu. Cebrail Aleyhisselam da Hz. Adem oldu-ğunu söyledi. Etrafındaki gölgelerde onun soyu idi. Sağındakiler cennetlik olanlar, solundakiler de cehen-neme girecek olanlardı. Onun için Hz. Adem sağına baktıkça seviniyor, gülüyordu. Soluna baktıkça da üzülüyor ve ağlıyordu. (Sahih-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi, c.2, No.227) Enes (r.a)’den rivayete göre Resûlullah (s.a.v) başka bir Hadisi Şerif’te ise şöyle buyurmuştur: “Mi-raç Gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalı- yorlardı. - “Ey Cebrâil! Bunlar da kim?” diye sordum. - Bunlar, dedi, “İnsanların etlerini yiyenler (gıybetini yapanlar), ırzlarını ve şereflerini payimal edenlerdir.” (Ebu Davud, Edeb, 40) Peygamberimiz Cebrail Aleyhisselâm’ın kılavuzlu-ğunda yoluna devam etti. İkinci semaya vardılar. Ora-da birinci semada olduğu gibi aynı sorular soruldu ve cevap verildi. Böylece her semada bir peygamberle karşılaştılar. İkinci semada Yahya ve İsa, üçüncü semada Yusuf, dördüncü semada İdris, beşinci semada Harun, altıncı semada Musa (a.s) ile karşılaştılar. Karşılaştığı Peygamberlerin her biri kendisini selamlamış; “hoş geldin Salih peygamber, iyi kardeş” dediler. Sonra yedinci göğe geçtik. Ben, orada İbrahim (a.s) ile buluştum. Sırtını Beyt-i Ma'mur'a dayamıştı. Beni selamladı ve "Salih Peygamber ve Salih evlad hoş geldin" dedi. Bunun üzerine bana denildi ki: "İşte senin yerin ve ümmetinin yeri." Sonra Resulullah,"Gerçekten İbrahim'e insanların en yakını, zamanında ona tabi olanlarla şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve O’na iman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcısıdır." (Al-i İmran, 68) Ayetini tilavet etti ve buyurdu ki: "Sonra Beyt-i Ma'mur'a girdim, içinde namaz kıldım. Ona her gün yetmişbin melek girer, Kıyamete kadar geri de dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti bürür. Bunun kökünde bir kaynak akıyor, iki kola ayrılıyordu.” - "Ey Cibril! Bu nedir?" dedim. - O: "Şu rahmet nehri, şu da Allah'ın sana verdiği Kevser'dir" dedi. Bunun üzerine rahmet nehrin-de yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağış- landı. Sonra Kevser'in akış istikametini tuttum ve nihayet cennete girdim. Bir de ne bakayım orada hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, insan kalbine gelmeyen şeyler var.” Daha sonra, “Sidret’ül-Münteha”ya vardılar. Sidret’ül- Münteha, gökleri, cennetleri kucaklayan ulu varlık ağacıdır. Peygamberlerin ve meleklerin erebildikleri ilmin son noktasıdır. Ondan ilerisine ne bir me-lek ne bir Peygamber geçememiştir. İlerisi Gayb ale- midir. Allah’tan başka kimsenin ilmi oraya ulaşamaz. Peygamberimiz Sidret’ül-Münteha’ya varınca Necm süresinde ifade edildiği üzere: “Sidre’yi kaplayan kaplamıştı” (Necm, 16) Yani Sidre’yi bir nur kaplamıştı. Bundan ötesi tarife sığmayan bir âlemdi. Bura-ya kadar Peygamberimize arkadaşlık ve kılavuzluk Cebrail Aleysselâm burada kaldı ve “Bir parmak ucu kadar öteye yaklaşmış olursam yanarım” dedi. Bundan sonra Peygamberimiz: “Refref” ile yükselip Allah’ın divanına yaklaştı. (Refref, görmeye engel ge-niş bir örtü ve perde demektir. Allah’ın divanı hadimle-rinden biridir.) Mirac’ın bundan sonraki esrar dolu ulvi sahneleri ise Necm süresinde şöyle ifade edilmektedir. “Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacakmısın? Andolsun onu, Sidretü’ül-Münteha’nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. Cennetü’l-Me’vâ onun yanındadır. Sire’yi kaplayan kaplamıştı. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 10-18)