İnsan, yaratılışı itibariyle sosyal bir varlık olduğu için, daima toplum içinde yaşamak zorundadır. Bu durum, Adem (A.S)’den beri böyle olagelmiştir. Hâliyle toplumu oluşturan fertler, sürekli olarak karşılıklı bir etkileşim içerisindedirler. Bu etkileşim sebebiyledir ki ferdî gibi görülen birçok şeyin bir de topluma yansıyan sosyal bir yönü vardır. Buna  göre, insanlar-daki birtakım ferdi ve manevi hastalıklar topluma da aksederek umumileşir. Zamanla, sosyal bir yara hâlini alan bu hastalıklar, o toplumu derinden sarsar, hatta helâkine kadar sebebiyet verebilir. İnsanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Azgınlıklarıyla, taşkınlıklarıyla, zulümleriyle, inkârlarıyla, sapıklıklarıyla hatta sadece kendilerini ikaz eden peygamberleri  öldürmeleriyle insanlığın yüzkarası hâline gelmiş nice güçlü kuvvetli kavimlerin yerlerinde yeller esmektedir. Âd, Semud ve Lût (A.S) ‘un kavmi, Nemrut, Firavun halkı ve avaneleri Kur’an-ı Kerim’de dahi adı geçenlerden bazılarıdır. Öbür tarafta zevkü sefâya olan aşırı düşkünlüğün ve cinsel sapmaların had safhaya ulaştığı Pompei Şehir halkı, VezüvYanardağı’nın lâvları altında kalmışlar ve insanlara bir ibret tablosu olarak o halleriyle günümüze kadar ulaşmışlardır.

İnsan, Rabbi’nin kendisine bir nimet olarak verdiği azâlarını, yine O’nun yolunda kullanmalıdır. Zaten nimetlere şükür de böyle olmalıdır. Bu hususta, şüphe-siz ki en çok dikkat etmesi gereken organlardan birisi de dildir. "İnsan dilinin altındadır." sözü ne kadar yerindedir. Çünkü çekilen birçok sıkıntının ona sahip olamamaktan kaynaklandığı yakînen bilinen bir gerçektir.

Genellikle küçümsenen, pek farkına da varılmayan, birçok günahların da kaynağı olan, insanlar arasındaki güveni ortadan kaldıran, böylece birçok müs pet faaliyetlere karşı engel teşkil  eden, dilin manevi hastalıklarından birisi olan, bir büyük günah ve bir sosyal facia vardır; “Gıybet Etmek.” Sadece bizlerin değil, içinde yaşadığımız cemiyetin de istikbâlini ilgilendiren, bu sessiz ve derinden işleyen sinsi hastalığa dikkat çekmek istiyorum bu sohbetimizde.

Gıybet, İbnu`l-Esir`e göre, "kişiyi, gıyabında kötü bir haliyle zikretmektir. Şayet zikredilen kötü hal o adamda yoksa bu gıybet olmaz bühtân yani iftira olur.”

Bühtân; insana, onda bulunmayan bir kötülüğü nispet etmek olunca, gıybetten daha kötü bir davranıştır.

İslam dini, insanlara verdiği önemin bir gereği olarak, şahsiyetleri korumaya ayrı bir itina göstermiştir.

Gıybet, ferd ve cemiyet hayatında müthiş yaralar açtığı için, mühim bir sosyal hastalıktır.

Önemi sebebiyle, yasaklama işi bizzat Kur`ân-ı Kerim`de ele alınmış, Rasulullah pekçok hadisleriyle Mü`minleri bundan sakındırmıştır.

Dil neden çok önemli. Bu soruyu gelin Efendimize soralım. Ya Rasulallah, dilimizi korumak neden önem lidir? Gelin sormuş olduğumuz sorunun cevabını Efendimiz (s.a.s.)’den dinleyelim. Bu husustaki hadis-leri aktararak dile sahip çıkmanın ne kadar değerli olduğuna vurgu yapalım. "İnsan sabahlayınca, bütün organları dile başvurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah`dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz."(Riyazü’s-Salihin Hadis No: 1524) "Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm." (Riyazü’s-Salihin Hadis No: 1516).

Dil ile kaybetmemiz ne kadar kolay ise dil ile kazanmamız da o kadar kolaydır. Dilden kastımız elbet-te bir et parçası değildir. Dilden kastımız icra ettiği faaliyet yani sözdür. Söz, öyle bir şeydir ki, onunla iyiliklere ulaşabilmekte, onunla hiç ummadığımız bir anda kötülükle karşılaşabilmekteyiz. Sevgili Peygamberimiz bir Hadislerinde ihmal ettiğimiz, “bir sözden de ne olur ki” dediğimiz sözlerin bizlere yükümlülük getirdiği, bu sözler vesilesi ile iyiliklere ve kötülüklere ulaşabileceğimizi bildirmektedir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.s.)’den gönüllerimize rahmet olarak aktardığı hadislerin birinde şöyle buyurmaktadır. "Kul, Allah`ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah`ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyive- rir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar." (Riyazü’s-Salihin Hadis No: 1518)

Diğer bir Hadiste ise aynı minval üzere şöyle buyrulmaktadır. "Kul, Allah`ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah`ın rızâsını kazanacağı hiç aklına  gelmez. Halbuki Allah, o  söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur. Yine bir kul da Allah`ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah`ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder." (Riyazü’s-Salihin Hadis No: 1519). Söz söylerken en çok dikkat etmediğimiz şey yanımızda kimsenin olmaması sebebiyle sanki her türlü sözü söyle- memizin mümkün olacağıdır.

Nitekim gıybeti de, iftirayı da hep böyle gerçekleştiririz. Bir kardeşimiz yanımızda yok ya hemen onun hakkında bir söz söyleriz. Oysaki durum böyle değildir. Oysaki söz söyleyenin yanında hakkında sözün söylendiği bulunmasa bile, Rabbimiz bulunmakta, O’nun görevli melekleri not almaktadır. Sadece melekler mi not almaktadır. Hayır. Gözde, kulakta, bütün organlarımızda buna şahittir ve istesek de istemesek de yarın Mahşer Gününde aleyhimize şahitlik edeceklerdir.

Dilimizin bize çektirmiş olduğu sıkıntıların başında umursamadan ve hiç düşünmeden kadın-erkek hepimizin gerçekleştirdiği gıybet gelmektedir. Vazgeçemediğimiz zararlı bir alışkanlığımızdır gıybet. Unutmayalım ki, çok büyük bir yanlışlığın içerisindeyiz. Bu yanlışlığı Rabbimiz şöyle bildirmektedir. “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/12).

Bu ayet gıybetin ne kadar kötü bir şey olduğunu gösterir. “Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” kısmı “gıybetin tabi olarak, aklen ve şeran kötülüğünü ve çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen kimse gıybeti yapıldığı sırada orada bulunmayıp kendini savunamadığından bir ölü gibidir. Hem de aradaki din bağı sebebiyle kardeş olan bir ölü gibidir. Böyle bir durumda yanında olmayan bir kardeşinin şeref ve onuruna saldırmak onun et ve leşini yemekle aynı değerde tutulmuştur.” (Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 210).

Peki gıybet nedir?

Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyden sakınmamız pek de mümkün değildir. Gıybet, Sözlükte "uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak" gibi anlamlara gelen "gayb" kökünden türeyen gıybet, dinî bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir.

Sözlüklerde böyle tarif edilen gıybetin ne anlama geldiği gönüllerimizin sultanı Efendimiz (s.a.v.)’den öğrenelim. Ebu Hureyre’den aktarılan bir Hadisi naklederek gıybetin ne olduğunu beraberce öğrenelim.? Ebû Hüreyre radıyallahuanh`den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-"Gıybet nedir, bilir misiniz?"

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:

-"Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı birşey ile anmandır" buyurdu.

-“Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.

- "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin;  yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir" buyurdu. (Riyazü’s-Salihin Hadis No: 1526)

Hz.Peygamber bir başka hadiste şöyle buyurmak-tadır: “Ey diliyle iman edip kalbiyle inkar edenler! Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların ayıplarını araştırmayınız. Onların gizliliklerini araş tıranın gizlisini de Allah ortaya çıkarır. Onu evinde bile rezil eder.” (Ebû Davud, Edeb, 4236)