Değerli okuyucularım, eli kalem tutan ve az çok bilgisi olan herkes bir şeyler yazar. Kimi ekonomi üzerine, kimi siyasi, kimi edebi, kimi ahlaki ve kimide dini mevzular üzerine yazılar yazar.
Gerek bildikleri konular üzerine olsun gerekse her hangi bir yerden alıntı üzerine yorumlar olsun. Neticede fikirlerini beyan eden ve topluma bir şeyler kazandırmak adına bu türde yazı yazanları ben saygı ve sevgi ile alkışlayıp tebrik ediyorum.
Peki, buraya kadar çok güzel! Yazarlık yapmak, meslek icabı haber toplayıp gazetede yayınlamak gibi yazma ile sıkıntının olmadığını her ne kadar kavrasak ta, bu emeğin karşılığını ne kadar alabiliyoruz. Yani yazıp çizdiklerimi kaç kişi okuyor? İşte bu noktada yaşanan sıkıntıları dile getirmeye çalışacağım.
Bu elektronik çağda öz güvenle bir şeyler yazarak topluma olumlu yönde mesaj veren her kes bizim başımızın tacıdır. Yazarlık sadece hobi olarak değil bir amaç için yapılmalı ve bu amaç topluma bir şeyler kazandırmalı veya olumsuzlukları çözme adına olmalı.
Ancak işin en üzücü yanlarından biri de okuma alışkanlığımızın olmayışıdır. Bu yüzden heves ile eli kalem tutan birçok genç dinamik bilgili ve özverili gencimiz yazmaktan çekinmektedirler. Bahsettiğim bu genç arkadaşlardan birine ben sordum:
“Delikanlı kalemin çok kuvvetli! Neden bir gazete veya bir dergide makale yazmıyorsun?” diye sorduğumda aldığım cevap çok içler acısı idi:
“Yazı yazsam ne olacak? Kim gazete ve dergi okuyor ki? Bende sosyal medyada bir şeyler yazıyorum.” Cevabını aldım. Gerçekten artık gazetelerin trajları neredeyse dibe vurmuş gibi. Roman, hikâye, dergi gazete okuma alışkanlığımız neredeyse sıfırın altında gibi!
Varsa yoksa elimizdeki cep telefonlarında. O siteden bu siteye dolaşmaktan Gazete okumaya vakit ayıramıyoruz. Yolda bile elimizden düşürmediğimiz şu kahrolası cep telefonları. Hepimizi esir almış. Bizlerde teknolojinin iyi yönlerini bırakmış nerede hinlikler var onları takip edip tabiri caiz ise cep telefonuna esir olmuşuz.
Kime sorsanız yazılı eserleri okuyor musunuz? Cevap: “Ara sıra İnternetten bakıyorum.” Cevabını arsınız. Oysa aileler çocuklarına cep telefonu alışkanlığı yerine okuma alışkanlığını kazandırmış olsalar bugün yazılı tüm eserleri canı gönülden takip eder oluruz. Ben şahsen bu gençlerin geleceğinden endişe etmemekteyim.
Üstelik uyuşturucu ve suç şebekelerinin okumadan yoksun hayal dünyasında yaşayan böyle gençleri avlamaları daha kolaydır.
Ben bu günkü yazımın ardından yine güzel bir menkıbe ile tamamlamak istiyorum.
Bir Ramazan ayıdır. Cami cemaatinden biri gittiği caminin imamını iftar yemeğine davet eder. İftar masası donatılır, akşam ezanı öncesi İmam duasını yapar ve ezan okunur. Herkes ezandan sonra orucu açmaya ve yemeğe koyulur. Yemekler yenilir, imam akşam namazını kıldırır, ev sahibi mutfaktan çayları getirmek üzere içeri geçer. Bu arada açık olan pencereden esen rüzgar komedinin üzerinde duran bir demet parayı odanın ortasına savurur. İmam paraları toplayıp duvarda çok güzel işlemeli Kur’an kabının içine kor.
Çaylar gelir içilir ve ev sahibi ile imam camiye teravih namazı kılmak için giderler.
Adam eve döndüğünde hanımı tedirgin bir şekilde beyine sorar:
“Bey zekat vereceğimiz parayı komidinin üzerine koymuştum. Sen mi aldın?” der. Adam hiddetli bir şekilde:
“Hayır, ben neden alayım. Başka bir yere koymuşsundur iyi ara?” der kadın:
“Bey bana verdiğin gibi bende komedinin üzerine koydum. Başka bir yere koymadım.” Der. Ararlar tararlar parayı bulamazlar ve adamda kadında imamdan şüphelenir.
Adam İmamdan şüphelendiğinden ona karşı mesafelidir. Paranın akıbetini de sormaya bir türlü cesaret edemez. Bir yıl sonra gelen Ramazan ayında adam eşine ya şu bizim imamı acaba tekrar İftara davet etsek mi diye sorar. Kadın beyine:
“Valla bey, çağırsak iyi olur! Hem geçen yıl ki kaybolan paranın akıbetini de ağız yoklar gibi sorarız!” der ve imamı iftara davet ederler. Yemekler yenilir iş sohbete gelir. Adam ıkına sıkına imam’a sorar:
“İmam Efendi, geçen ramazan şu komedinin üzerinde birine vereceğim zekât parası kayboldu da.” Demeye kalmadan imam adama duvarda asılı süslü kap içindeki Kur’an-ı göstererek:
“Bu güzel Kur’an-ı okuyor musunuz?” diye sorar. Adamın eşi biraz ezilir büzülür, adam ise hemen lafı yapıştırır:
“Elbette okuyoruz hocam!” der ve imam bu defa:
“Gerçekten okumuş olsaydınız içinde ne olduğunu anlardınız!” cevabını verince adamın kafasına dank eder. İmam camiye gitmek üzere çıktığında adam duvarda ki Kur’an-ı indirir ve kabın içindeki parayı görünce utancından mosmor olur.
Evet, sevgili okurlarım ne yazık ki birçoğumuzun durumu bu adamınkinden farklı değil. Birçoğumuz ya ramazan ayında, ya mübarek gecelerde veya Cuma günlerinde camileri dolduruyoruz. Kur’an-ı da ramazan geldiğinde ya mukabelede veya evlerimizde açıp okuyoruz. Hele az önce anlattığım menkıbede ise Kur’an süslü kap içerisinde duvarda asılı bırakıyoruz.
Bazılarına göre Kur’an Ramazan ayında indiği için bu ayda okunur veya sevabı çoktur yaklaşımı ise yanlış bir ifadedir. Kur’an Müslüman’ın rehberidir. Onu her zaman okuyup hayatımıza uygulamamız gerekir. Özel günlerde, gecelerde veya ayda okunur mantığı da yanlıştır.
Düşünebiliyor musunuz? Bırakın gazete veya yazılı eserleri okumayı, kutsal kitabımız olan Kur’an-ı bile okuma alışkanlığımız bile neredeyse yok denecek kadar az…